Kimin Ürünüsün?

0
76

Zaman zaman televizyon yayınlarını takip ediyorum. Ama zaman zaman. İçeriklerin büyük bir bölümünün politik temsillerin propaganda aracına dönüştüğüne; başta dizi yapımlar olmak üzere ticari şirketlerin amaçları için kadınları, çocukları hedefleyen akla zarar bir bayağılığın pervasızca pazarlandığına iyice kanaat getirdiğimden bu yana çok nadir izliyorum. 

Aslına bakarsanız zaman zaman bile izlenecek gibi değil. Ama mesleksel alışkanlıklar diyelim. Medya ve iletişim alanında uzun yıllar akademik çalışmalar yapmış biri olarak alanla ilgili gelişmeleri, medyanın etkisi altında yön verilen toplumu gözlemlemeye çalışıyorum. Neler olmuş, neler söyleniyor, ne tür içerikler yaygınlaşmış, kim kime neyi satma derdinde diyerek şöyle bir bakıyor, yaşadığımız toplumun gidişatı hakkında fikir ediniyorum. 

Politik, ekonomik ve sosyal iktidar temsillerinin çıkarları için ustaca kullandığı algı silahını medya iş birliği içinde nasıl yönettiğini görmeye, biraz da olsa savunma geliştirmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Yapılanlara şaşırdığımı söyleyemem tabi. Yıllar yılı bildiğim, her zamanki türden büyüklere masallar, aynı söylemler, uyuşturucu niteliğinde bir ikna dili gırla gidiyor. Ekonomik ve politik nitelikteki piyasa iktidarları medyanın her saniyesini her karesini ele geçirmiş…

Gerçi ne kadar söylensem, “bu ne abi şimdi” diyerek saydırsam da toplumsal alana baktığımda yine geri adım atıyorum. O içeriklerde nelerin satıldığını, ne gibi davranış, düşünce biçimlerinin ekildiğini, hangi tür piyasa güdülerinin zihinlere çakıldığını gördükçe üzülmeden edemiyorum doğrusu. Hani Gerbner yattığı yerden şöyle bir kalksa, bir iki saat televizyon izledikten sonra yaşadığımız topluma baksa, vakti zamanında yazdığı “ekme kuramı” çalışmalarıyla gurur duyardı sanırım.

Maruz kalınan iletişim içerikleri düşünceleri, yaşam biçimlerini, tercihleri belirliyor. İşin özeti bu. 

Aklın baskın şekilde neye maruz kalıyorsa buna göre düşünüş ve kabuller ediniyorsun. Bunu ekonomi-politik çerçevede en geniş şekliyle ifade etmeye kalkışırsak şöyle diyebiliriz: “Bulunduğun toplumsal sınıfın egemen düşünce ve değerleri seni belirliyor, o toplumsal sınıflara ilişkin düşünce ve değerlerin oluşması için de sınıfsal bir rıza üretiliyor”. 

Peki ama kimdir bu rızayı üreten? 

Bildiğiniz kitlesel nitelikte erişim gücüne sahip tüm iletişim araçları, bilinç endüstrisinin tüm aktörleri sınıflı toplum düzenini, bu düzende olması gereken kabulleri, değerleri ve düşünüş biçimini, hiyerarşik olarak örgütlenmiş insanlığı akıllarda normalleştirmek, yaşamın doğasıymış gibi algılanmasını sağlamak, olası karşı çıkışların gelişmesini engellemek, bastırmak için çalışıyor. Seni yaşadığın hayata rıza göstermeye zorluyor. Tabi bu endüstrinin tüm araçlarına sahip bir egemen sınıf var. Bunu da atlamamak lazım.

“Hayatımda maruz kaldığım şeyler neler olabilir?” diye sorgularsanız eğer, yaşamınızı etkileyen, biçimleyen her şeydir diyebilirim tabi. Aile bireyleri, ev, mahalle, okul, cami, market ve buralarda bulunan otorite temsilleri, mezarlık, yol, elektrik, su alt yapısı ve benzeri her şey. Hem fiziksel hem de zihinsel beslenmenizi hem fiziksel hem de zihinsel varoluşunuzu etkileyen her şey. Yeterli beslenememenin düşünme becerilerini olumsuz etkilediğine ilişkin bulguların defalarca bilimsel çalışmalarla ortaya konduğunu sanırım hatırlatmama gerek yok. Tabi düşünme becerilerini kazanmak bir boyut neyi düşündüğünüz, neyi nasıl düşünmeye maruz bırakıldığınız ayrı bir boyut…

Diyeceksiniz ki şimdi bunların hepsi mi beni, düşüncelerimi, hayat görüşümü, yaşam biçimimi etkiliyor. Evet hepsi. Birini çıkarmayı deneyin bakalım listeden, bakın neler oluyor…

Misal öğretmen sayısı ya da niteliği bakımından yetersiz bir devlet okulunda ilk öğrenim aldığınızı bir hayal edin. Ana okulu nedir bilmeyen bir ailede olduğunuzu… Yoksulluğun içine doğmuşsunuz mesela ve ailenizin bilgiye, bilime dayalı birikim alanı son derece yetersiz. Baştan kaybettiniz. Donanımlı bir özel eğitim kurumunda öğrenim gören, nitelikli öğrenimin önemini bilen bir ailede hayata gözlerini açan biriyle üniversite sınavlarında rekabet etmenizin bir manası var mı? Sanmam. Tabii ki istisnalar var diyebilirsiniz ama o istisnalar kaideyi bozmuyor sonuçta. 

Ya da yolu, suyu, elektriği olmayan bir yerde hayata geldiğinizi hayal edin. Yaşıtlarınızla sağlık bakımından, zihinsel gelişim bakımından aynı hayat kalitesine sahip olamayacağınız çok açık. Kız çocuklarını okutmaya ilgisiz ya da karşıt tutucu bir ailede mi dünyaya geldiniz? Geçmiş olsun. 

Bakın okula gidebilmek bir sorun gittiğiniz okulda nasıl bir öğrenim aldığınız ayrı bir sorun. Bu bahsettiğim alanlar kamusal nitelikte ve hayatınızı köklü bir şekilde etkileyen alanlar. Mahallenin kültürü, inanç dünyası, bilinç düzeyi sizin neye itibar edeceğinizi, hayatı nasıl öğreneceğinizi belirleyen temel bir konu. Hangi görüşten, etnik geçmişten, kültür ya da inançtan olursa olsun tutucu bir aile ya da mahalle kültürü içinde yoğruluyorsanız eğer katı değerlere, sarsılmaz kalıplara sahip olmamanız ya da etkilenmemeniz mümkün değil. Yeniliklere, değişmeye direnciniz yüksek olacağı gibi zamana ayak uydurma olasılığınız da oldukça düşük olacaktır. 

Tabi tüm bunlara rağmen yaşanılan bir olay, bir anlık deneyim de travmatik bir etkiyle sizi değişime taşıyabilir. Ve doğru bildiğiniz o dünyadan çıkarabilir. Lakin bu olasılık çok nadir çalışıyor. Bulunduğun toplumsal sınıf sana şekil veriyor.

İşte medya araçları da var oluşunuzu etkileyen diğer tüm faktörler gibi maruz kalınan en önemli şeylerden biri. Kitle iletişiminin baş aktörü. Şirketlerin, egemen politik güçlerin adeta propaganda merkezi. Tabi kitle iletişim konusu medya araçlarıyla sınırlı değil. Camiler, kiliseler gibi dini mekanlar var, okullar var, reklam panolarıyla karşılaştığınız alışveriş merkezleri var, caddeler var, müzeler var, stadyumlar var… Buralarda da her gün kitle iletişim içeriklerine, mesajlarına maruz kalıyoruz. 

Hem de ne maruz kalma!

Medya deyince de televizyonu var, gazetesi dergisi var, sineması, radyosu, sosyal medyası var. Yüzlerce, binlerce yayın kuruluşu her gün içerikleriyle hayatımıza dokunuyor. Bunlar içinde ülke geneli erişime sahip, genel izleyiciye erişeni yani ana akım medyası var, daha küçük bir coğrafi alanda, tematik nitelikte içerikler yayınlayarak belli kesimlere ulaşanı var. Yerel, bölgesel, ulusal olarak sınıflandırılıyor bu yayınlar. 

Medya araçları içinde televizyon, internet ve sosyal medya alanları en çok rağbet görenler olarak biliniyor. Yine bu araç ve kanallarda yayınlanan içeriklere rağbet etme oranları da farklılık gösteriyor. 

RTÜK tarafından 2023 yılında medya kullanım alışkanlıkları üzerine bir araştırma yapılmış. Memleketimde araştırmaların güvenirliği de sorgulanır oldu ama yapacak bir şey yok. Şu an elde bu verilerin dışında başka bir veri, üreten başka bir yapı da yok. Bazı ip uçları verdiğinden göz atmanın yararlı olacağını düşünüyorum. 

Araştırmada ilk olarak cihaz sahipliği dağılımı değerlendirilmiş. Buna göre ilk sırada %98,9 oranıyla cep telefonunun yer aldığı görülüyor. Bunu sırasıyla %97 oranıyla televizyon; %54,6 oranıyla bilgisayar/tablet; %16,1 oranıyla radyo; %5,7 oranıyla oyun konsolu ve %2,1 oranıyla e-kitap okuyucu cihaz sahipliği takip ediyor. Araştırma medya araçlarının kullanım alışkanlıklarına ilişkin veriler de sunuyor. Buna göre ilk sırada %90,2 oranıyla televizyonun yer aldığı görülüyor. Onu internet ve sosyal medya izliyor.

Araştırma kapsamında televizyonu izleyenlerin oranı %90,2 iken televizyonu her gün izleyenlerin oranının %74,5 olduğu görülüyor. Diğer taraftan televizyonu hiç izlemeyenlerin oranı %9,8. 

Bir önemli veri ise televizyon izlenme süresi. Katılımcıların günlük ortalama televizyon izleme süresi 3 saat 34 dakika olarak hesaplanmış. Dahası saatlere ilişkin dağılım dikkate alındığında 6 saatten fazla izleyenlerin oranının %19,8 olduğu belirlenmiş. Çok ciddi bir oran bu. Televizyon izleme süresi dikkate alındığında Türkiye verisinin dünya ortalamasının neredeyse iki katına yakın olduğu yapılan tespitler arasında.

Cinsiyet bakımından kadınların erkeklere oranla daha çok izlediği, yine yaş olarak ileri yaş grubundaki temsillerin daha çok izlediği görülüyor. Gençlerin televizyon izleme alışkanlığı daha düşük.

Araştırmada diğer medya mecraları için de istatistiki bilgiler paylaşılmış. Ancak yazımızın konusu televizyon olduğu için daha çok bu alana ilişkin verileri ele alıyorum.

TV izleme alışkanlığımıza ilişkin başkaca ilginç verileri araştırmada yakalamak mümkün. 2023 yılında 39 bin 295 saatle en çok Türk dizileri yayınlanmış. En çok izlenmenin gerçekleştiği akşam saatlerinde yayın doldurmak istenircesine uzun uzun yayınlanan; şiddetin, silahlı gösterilerin, zenginliğin, paranın öneminin ve bu yolda yapılacak her şeyin mübah olduğunun anlatıldığı, her tür insani değere zarar verecek gösterinin itina ile sergilendiği dizi yapımların hayatlarımızı nasıl etkilediğini anlatmaya çalışsam burada sayfalar yetmez.

İkinci sırada 21 bin 409 saatle çocukları çoğunlukla piyasa tüketimine, hırs ve rekabete alıştırarak şiddete, çatışmacı kimliklere sürükleyen çizgi filmler bulunuyor. Bunu 11 bin 594 saatle insanı kendine yabancılaştırma becerisi yüksek Türk filmleri izlerken yabancı filmlerin 6 bin 190 saatle dördüncü sırada yer aldığı görülüyor. Birer propaganda aracına dönüşmüş haber programları ise 3 bin 232 saatle beşinci sırada yerini buluyor. Verilere göre toplam 28 bin 809 bölüm dizi yayınlanmış. Her gün ve her kanalda sözde rekabet adı altında birbirinin kopyası şeklinde üretilmiş, sınıfsal yaşam koşulları ve değerlerini perçinleyen diziler…

İstatistik rakamlarına bilgi, kültür, sanat veya bilimsel nitelikli içerikler pek yansıyamıyor. Nedense toplumun aynası gibi… 

Ama belirttiğim üzere izlenen içeriklere ilişkin süre ve sayı bilgileri kadar nitelikler de önemli. Düşünün. Çocukluğunuzda sosyal rolü bakımından en çok ailenizle birliktesiniz ama ailenizin hayatınızı nasıl olumsuz etkilediğini, kararttığını erişkin oluncaya kadar bilemiyorsunuz. Bilemezsiniz zira sizi kendilerine göre yetiştiriyorlar. Ta ki başka bir dünya olduğunu siz anlayıncaya kadar. Gün geliyor bildiğiniz ve doğru sandığınız yanlışların farkına varıyorsunuz. Ama biraz geç tabi… 

Medya içeriklerine maruz kalmak da diğer iletişime maruz kalma biçimlerinden farklı değil. Üstelik daha da etkili olabiliyor. 

Televizyonda yoğun olarak izlenen hatta başı çeken içeriklerden biri olarak dizi filmlere şöyle bir baktığımızda 2023 yılı verilerine göre ilk sırada Yalı Çapkını adlı bir dizinin olduğunu görüyoruz. Onu Gönül Dağı ve üçüncü sırada Kuruluş Osman takip ediyor. Diğerleri sırasıyla Kızılcık Şerbeti, Kardeşlerim, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi, Camdaki Kız, Alparslan Büyük Selçuklu, Teşkilat ve Yargı. Şiddet, çatışma, küfür dolu, aklı bastıran, insani değerlerin yerine popülerlik algısıyla çatışmacı değerleri eken ne paha biçilmez yapımlar bunlar!

Yazık ki çok yoğun şekilde bu türden medya içeriklerine maruz kalma ile karşı karşıyayız. Üstelik evlerde bulunan televizyon cihazı dışında onun da etki alanına aldığı tüm dijital ve sosyal ağ ortamlarından da zihinsel işgal sürüyor… 

Tam da şu anda televizyon ve radyo yayınlarıyla ilgili olarak alanla ilgili önemli bir meslek kuruluşunda aktif olan bir dostumla yaptığım konuşma aklıma geldi. Bir öneride bulunmuştum. İçerikleri türlere, en çok izlenen saatlere, izlenme araçlarına ve izleyici profiline göre incelemenin öneminden bahsetmiş; bunun toplumsal eğilimler, alışkanlık ve davranış biçimleri üzerindeki etkisine değinerek, toplumsal kültürün sınıfsal olarak gelişimini açıklamak bakımından önemli veriler sunacağından söz etmiştim. Ama öyle tek seferlik bir araştırma değildi bu öneri. Monitöring dediğimiz türden, değişimi, eğilimleri devamlı izleyebileceğimiz tarzda bir araştırmaydı bu. Yıllar boyu sürecek, dönemsel tespitler ortaya koyacak bir araştırma. Panel araştırma gibi farklı yaşlardan, cinsiyet ve gelir düzeyinden, her şehir ve Türkiye geneli örneklemle gelişmeleri izleyen düzenli bir çalışma…

Öyle ya düşünsenize yıllar içinde ne kadar süre ne tür içeriklere maruz kalınıyor, bu yolla hangi tür düşüncelere, eğilim ve davranışlara doğru sürükleniyoruz?

“E ne oldu?” diye sormayın. Tabii ki tahmin edeceğiniz şey oldu. Zahmetli iş. Böyle işlere kaynakları olmaz nedense bu tür yapıların. Tıpkı üniversiteler gibi. İyi de birader üniversiteler gibi meslek kuruluşları gibi yapılar bu işleri yapmayacaksa kim yapacak? 

Demem o ki bu toplumun egemen temsillerinin, toplumun ortak değerler alanını, düşünüş biçimini şekillendiren etki faktörlerinin yani kitle iletişim alanındaki tüm araçların, en çok da medyanın bir ürünüsünüz. Ufkunuzun sınırlarını belirleyen, düşünsel, duyusal, duygusal alanınıza yön veren bir dünyadan bahsediyorum. Eğilim ve alışkanlıkları, davranışları, size ait olduğunu düşündüğünüz özellikleri her gün ve düzenli bir şekilde üreten ve zihinlerinize eken araçlar. Yoksa siz benliğinizin kendinize ait bir şey olduğunu mu sanıyordunuz?

Kapak görseli: unsplash.com/ Muhd Asyraaf

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz