Memleketim

0
111

Şu dünyanın haline, gelmişine geçmişine bakınca şimdilerde yaşananların o günlerden farklı olduğunu söylemem imkânsız. Hırslara, aç gözlülüğe, adaletsizliğe, cahilce işlere, tutucu fikirlere dokunan ne edebi eserler ne yazılar var. Ne hikayeler bugünlere ulaşmış. Anlatmışlar işte bütün çıplaklığıyla. Televizyon mu var, gazete mi var arkadaş o vakitler? Kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa söylemişler, yazmışlar işte.

“Bak anlatıyorum sana, bunları hatırla, bir ders çıkar” demişler demesine ama okuyan mı var dinleyen mi?

Sen belki bir aşk, bir töre, bir macera ya da savaşla ilgili bir roman okuduğunu, bir hikâye dinlediğini sanırsın ama bir bilsen orada neler var neler. Batıl düşüncelerle örülmüş katı bir toplum düzeni mi dersin, egemen ilişkiler, değerler, kabuller, politik güçler mi? Satırların, cümlelerin içinde öylece durmuş sana bakıyorlar. Sonra o toplumlarda yaşanmış dramlar, insan temsilleri, güç ve çıkar çatışmaları.

Anlayacağın Muzaffer abi şahsi çıkarlar uğruna geçmişte yaşanan ne varsa olduğu gibi bugün de yaşanıyor. O gün olduğu gibi bugün de adına ister politikacı de istersen devlet yöneticisi, din adamı, bilim insanı ne dersen de toplumun önde gelen temsilleri şahsi çıkarları için her şeyi yapabiliyor.

Hem ne bekliyoruz ki anlamıyorum? Sonuçta onlar da şu içinde yaşanılan toplumdan çıkmıyorlar mı? Şu sıradan, boyun eğmiş hayatlara bakınca ne görüyorsun? Menfaati uğruna yoldaşını, dostunu, sevgilisini, kendine değer vermiş insanları satmış onca insanı görmezden gelebiliyor musun?

“Öf ya arkadaş içimi bunalttın hakikaten. Hava bir yandan sen bir yandan…”

Ne yalan söyleyeyim, bir ara dinlemiyor sanmıştım. Öylesine dalgın, öylesine durgun bir hali vardı ki!

Şu bizim Muzaffer Abi yurdum insanı gerçekten. Bir yanıyla “ne olacak bu memleketin hali” diye içlenip dertlenen diğer yanıyla “adam olmaz bu memleketten işimize bakalım” diye söylenen biri. Aklındakileri sökmek öyle kolay değil. Geçirdiği rahatsızlıklara rağmen sigaraya da başlamış ya yeniden, işte buna üzüldüm.

Kısa bir sessizlik halinden sonra kalın parmaklarının arasında kaybolan çay bardağından bir yudum daha alıyor. Ardından mırıldanır bir havada konuşurcasına Nazım’ın şiiri dilinden düşüyor. Sever zaman zaman böyle okumaları.

“Memleketim, memleketim, memleketim,

Ne kasketim kaldı senin ora işi

Ne yollarını taşımış ayakkabım,

Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan.”

Sonra terin etkisinden olacak masadaki kâğıt mendile uzanıyor. Önce ince çerçeveli metal gözlüğünü yumuşak el hareketleriyle siliyor. Koyu ten, geniş alnını silmek için başka bir mendil daha alıyor. Bir süre öylece oturuyoruz. Çok mu yorgunuz şiirin etkisi mi bilinmez konuşmuyoruz.

Maddi olarak düzenini kurmuş biri Muzaffer abi. Ama tüm hayatı böyle miydi, tabii ki değil. Tarladan kerpiçten bozma bir evden çıkıp kavga dövüş, toz duman içinde bu hale gelmek kimse için kolay olamaz sanırım. Hele bir de öteki mahalleden biriysen…

O an bu ülkede alt sınıftan gelenler, ötekiler için de umudun olduğu, çalışmanın, emek vermenin bir değer olarak kabul gördüğü zamanlar yaşadığımız aklıma geliyor. Ekonominin henüz küresel düzeyde sömürüye dönüşmediği, paranın toplumu böylesi ele geçirmediği, piyasanın insana dileği gibi yön verebilen, yok sayabilen araçlarla donanmamış olduğu fikri aklımı kaplıyor.

“Abi şimdi seni duyan biri olsa, o adamların verdiği mücadeleyi veriyorsun sanacak.”

“Sen ne bileceksin” der gibi sessiz ama manalı bir bakış atıyor. Biraz bozulmuş olduğunu anlıyorum. Çayından bir yudum daha çekiyor.

“Belki de haklısın.”

Böyle şiirler mırıldanır ara sıra Muzaffer abi. Anadolu değerlerini epey hisli biçimde yaşar. Her nedendir bilmiyorum büyüdüğü mahalleden dolayı çektiği onca sıkıntıya yaşadığı onca soruna rağmen küskün biri değil. İçi memleket aşkıyla dolu. Yanındayken oldu ha batılı kafayla konuşmaya başlayıp biraz olsun Anadolu üzerine eleştiri getirmeye kalkmayın. Vay halinize…

“Muzaffer Abi, iyi diyorsun hoş diyorsun da ülkenin politik aklı böyle olursa sen daha çok memleketim diye söylenirsin!”

“İyi de ne olacak arkadaş, şapkadan tavşan çıkacak hali yok ya. Eldeki malzeme bu.”

“Muzaffer Abi eldeki malzeme bu deyip hiç mi bir şey yapmamalı? Bu politik aklın değişmesi için hiç mi mücadele vermemeli? Olanı biteni kabul mu etmeli? Hani şu öve öve bitiremediğin Anadolu insanına ne oldu?”

Nihayetinde Muzaffer Abi gibi düşünmüyordum. O kıraç Anadolu’da yüzyılların birikimiyle gelmiş, her ne olursa olsun hep yeşermiş derin bir sözlü kültür ve medeniyetin olduğundan bahsederdi. “Evet zaman içinde bazı dönemler karanlık olabilir ama Anadolu insanı hep yüzünü aydınlığa dönmüştür” derdi.

Bana göre ise ülke insanı hiç de onun düşündüğü değildi. Belki çok az bir kesim dışında Anadolu insanı nazarımda farklıydı. Sosyal ve politik olarak gördüğüm temsiller ile ülke insanı arasında doğrusal bir ilişki olduğunu iddia ederdim. Kesinlikle kendilerini gerçekten temsil eden kişileri takip ediyorlardı. Öyle sanıldığı gibi kandırılma falan da yoktu. Sosyal ve politik olarak toplumun önde gelen temsilleri aslında tıpatıp kendilerinin bir yansımasıydı. Fırsatçı, kısa yoldan kazanç peşinde koşan, kurnaz, bencil, tutucu, akla, kültüre, sanata, bilime değer vermeyen, yaşamdaki tek amaçları ne pahasına olursa olsun servet yapmak, güç edinmek olan insanların her yanı bir sarmaşık gibi kapladığı, bu tür değerlerin egemen olduğu bir zamanda yaşadığımızı düşünüyordum.

Tüm hikâye, gördüğümüz ne varsa bundan ibaretti.

Memleketin her yanı böylesi insanlarla dolmuştu. Olumlu namına bildiğimiz ne varsa alt üst olmuştu. Eskiden bir “öğretmen” dense, bir “muhtar”, bir “bakkal”, bir “subay” dense parmakla gösterilen saygı duyulan, davranışları, değerleri, konuşmaları takip edilen temsiller anlaşılırdı. Şimdi öyle mi?

Oysa Muzaffer Abi’ye sorarsan büyük bir yanılgı içindeydim. Yani Anadolu insanı hiç de sandığım gibi değildi. Bilime, sanata, kültüre önem veren, emeğe alın terine değer veren insanlardı onlar. Hatta benim gibi batı kafalı format atılmışlar memleket insanını hiç anlayamadığından, hep aşağı gördüğünden ülke bu hale gelmişti.

“Hem niye aşağı göreyim” onu da anlamış değilim.

“Abi sana başımdan geçen bir konuyu anlatayım. Şimdi biliyorsun bu kafa şak diye bu hale gelmedi. Birgün arkadaşlarımdan biriyle konuşuyorum. Laf döndü dolaştı kelliğe geldi. Ona gazete miydi internet miydi şimdi hatırlamıyorum, rastladığım bir ilandan, kelliğe çare bulunmuş olduğundan söz ettim. Gerçek diyorum ha ilan tam olarak kelliğe altı seansta kesin çözüm diyordu. Reklam yüzü olarak şu bir zamanların efsane futbolcusu Tanju Çolak yer almıştı. Arkadaşım ‘olur mu öyle şey yahu, sen okumuş etmiş adamsın, nasıl inanırsın bunlara’ diyerek sözümü kesti. ‘Yahu koskoca futbolcu böyle reklamda ne arar o zaman?’ dedim ben de. Güldü. Sonra ‘Ben kendisini tanıyorum, benim müşterim olur. Seni konuşturayım, gör bakalım ne diyecek?’ demez mi? ‘Hadi oradan’ diyecektim ki doğru söylüyormuş gerçekten. Görüştürdü.”

Konu ilgisini çekmiş olacak o durgun hali gitti.

“Yapma ya. E ne oldu sonra?”

“Ne olacak Muzaffer Abi tüm hayaller uçtu gitti.”

Sıcaktan bunalan yüzümüze biraz olsun tebessüm gelmişti.

“İşte Muzaffer Abi bu reklamlar boşuna doğmuyor. Kurnaz tüccar aklı bu ülkede durup dururken gelişmiyor. Hiç insani değerlerle yaşayan biri bu değerleri yok sayan birine karşı dayanabilir mi? İnsani değerleri olan birinin ahlakı da insani, vicdanidir. Sınırları vardır. Ama diğerinin? Değerler üzerine inşa olmuş bir toplumsal mutabakatın olmadığı düzende ne olabilir sence? Tabii ki sınırları olmayan ahlaksız bir anlayış her yeri ele geçirir. Egemen değerler kurnazın değerleri olur, bencilin değerleri olur, ne pahasına olursa olsun gücü ele geçirme derdinde olan hırslının değerleri olur. Bu gidişata uyamayanlara ne olur? Tabii ki onlar zayıftır, sorunludur, aşağıdır.

Gün gelir ne olur? Politik ve sosyal temsiller de değişmeye başlar.

Bugün çıkarcı, kurnaz, bencil değilsen mesela bir halta yaramazsın. Öyle görünürsün herkesin nazarında. Kimse yüzüne demez tabi ama algın budur. Zekâ ne kadar kurnaz olduğunla ilgili bir ölçüm konusuna dönüşmüştür. Değerler, toplum nazarında değerli olan şeyler değişmiştir. Senin o bahsettiğin memleket insanı yok aslında. Ya nesli tükendi ya da olsa olsa senin bir zannında öte bir şey değil.”

“Yani sana göre sanat, bilim, kültür öldü, bu alanlardan bir toplum temsili olmaz. Öyle mi?”

“Olmaz mı hiç? Ama sanatçı da bilim, kültür insanı da değişti. Bunu da kaçırmamalısın. Bir bilim insanı eğriye doğru diyebilir mi hiç? Bir sanatçı nasıl olur da alavere dalavere işler yapabilir? Ancak bugün memlekette, hatta dünyanın gittiği sömürü düzeninde şöyle bir durum var. Mesleki kimlikler üzerinden toplumsal temsiller ve toplumsal iktidarın onaylandığı zamanlar geride kaldı. Hem üstün tutulan değerler servet ve güce dayalı olunca da tüm meslekler, tüm temsiller de buna göre ayar alıyor. Bugün bilim insanı diye gördüğün biri çıkıp televizyonlarda sokak hayvanlarının katledilmesi gerektiğini gözü kapalı savunabiliyor. Geçende vardı, izledin mi bilemiyorum.

Diyeceksin ki bu konunun bilimle ne alakası var? Muzaffer abi yaşamın her konusu gibi bilim de ekonomi-politik bir mevzu. Ürettiğin bilimle insanlığı, doğayı, yaşamı yok da edebilirsin yeşertip geliştirebilirsin de. Etrafına baktığında saygın olarak onaylayabileceğin, mesleki kimlikleriyle önem atfedebileceğin insanların aslında değerler alanının ne kadar yok edici özelliklerle dolu olduğunu göremiyor musun? İnsani değerlere dair bildiğin her şeyi unut Muzaffer Abi. Hem ‘insan insanlıktan çıkmış’ diye söylenen sen değil miydin?”

“Ne yani umudu da mı kaybedelim?”

Gece yarısını etmiştik. Çocukluğunda güneşten kavrulunca ayaklarını yakan cızlavet ayakkabıyla tarlada nasıl ırgatlık yaptığını, kuyudan su çekip bakraçlarla döke saça nasıl taşıdığını, düşüp kaşının üst kısmından kafasını nasıl yardığını anlatırken evin yolunu tutmuştuk.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz