Şu övüne övüne bitiremediğiniz “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı” masalı var ya, işte o masalın acınası gerçeklerinden biri daha yaşanıyor. Başta üniversiteliler olmak üzere tüm gençlerin sorunları çığ gibi büyüdü, büyümeye devam ediyor. Gelecek kaygıları ise tavan yaptı. Zaten ülkede zor bir süreç yaşayan gençlik artık can verir hale geldi. Kâh bir asansörde adeta cinayete kurban giderek kâh itilmiş oldukları bir gecenin karanlığında son umutlarını da yitirerek…
Son günlerde üniversite öğrenci yurtlarında yaşanan felaketler gençlerin dramını bir kez daha açığa çıkarmış oldu. Neler yaşamıyorlar ki? Maddi zorluklar, sağlık, barınma, beslenme sorunları, şartlar nedeniyle öğrenimlerini yarıda bırakmak zorunda kalmaları, maruz kaldıkları şiddet, dışlanma, töre saçmalıklarına dayalı baskılar, cinayetler ve en acısı intiharlar. Üniversiteyi bitirseler, öğrenimlerini tamamlayabilseler bu kez de başka bir sorunla karşı karşıya kalacaklar: işsizlik. Henüz birkaç gün önce devletin resmi verilerine göre açıklanan genç işsizlik rakamlarının daha bir artmış olduğunu görmedik mi? Üstelik bunlar resmi veriler. Artık ne kadar doğruysa!
Gerçeklikten son derece uzak öğrenimlerinin ise hayatlarına ne fayda sağlayacağı konusu ayrı bir soru işareti olarak ortada duruyor. Açıkçası bugünlerde gençlerle ilgili duyulan her haber adeta alarm veriyor. Veriyor vermesine ama kim duyuyor acaba?
Öğrenci yurtlarında yaşanan şu üzücü gelişmeler kamuoyuna yansımasa hangimizin haberi olacaktı? Sanki her şey yolundaymış gibi hayat devam edip gidecekti, değil mi? Ama heyhat, susturup bastırmak istemelerine rağmen öğrenciler dik durunca, tepkilerini gösterince, olaylar saklanamaz hale gelmişti bir kere.
Saklama, susturma çabaları boşa kardeşim. Dağ gibi sorunları var gençlerin. Üstelik bunlar duyduklarımız, gördüklerimiz. Ya bilmediklerimiz? Eminim birçoğu yaşadıkları çaresizliklere şimdilik göğüs geriyor, ses etmiyordur.
Hayatlarını kararttınız gençlerin, hayatlarını. “Kararttınız” diyorum zira hepiniz şu yaşananlardan mesulsünüz. Yok öyle suçları birkaç sorumsuzun üstüne yıkmak.
Neresinden bakarsanız bakın ülkenin içinde bulunduğu çağ dışılık, cehalet, kültürel ve sosyal vasatlık her geçen gün yaşamlarını bir sarmaşık gibi sarıyor. Aydınlık yarınlara gitmesini hayal ettiğimiz gençlerimiz, karanlığın, cehaletin içinde kaybolup gidiyor. Ve bütün bu olan bitenin sebebi sizlersiniz, görmemek imkânsız.
Sonuç mu? Sezen’in şarkısında dile geldiği gibi: “gülleri soldu kaldırımlarda / gonca yüklü dallarına ayaz vurdu”. Heyecanları, geleceğe dair beklentileri yok oldu gitti. Olağanüstü zorluklarla dolu bir hayatı kim yaşamak ister, onlarda istemez oldular. İntihar haberlerini duyar olduk.
Kör kuyulara attınız gençleri…
Bravo size devlet, bravo size millet, bravo size kahvehane köşelerinde, örgü şişlerinde her bir halttan anladığını sanan, sorumsuz, akıldan fikirden aciz ebeveynler. Çağ dışı, içi kokuşmuş kafa yapınız ve tutunduğunuz çarık çürük yaşantılarınızla gençliğin içine ettiniz. Bildiğiniz yalan yanlış hayat görüşlerini, inanç biçimlerini, değer adı altındaki fırsatçı ahlak anlayışlarınızı, otoriteye boyun eğmiş düşüncelerinizi dayatmakla meşgul olduğunuz çocuklarınız ölüyor artık.
Bravo size… Gidip salak sulak geleneklerinizden birini daha uygulayabilirsiniz gönül rahatlığıyla. Kına yakın müsait yerlerinize…
Siz bu cümlelerin daha beterlerini de hak ettiniz ama şimdilik bununla yetinelim. Hiçbir halttan anlamayan, geliştirmek için zerre çaba harcamadığınız “kul” kafanızın bunu da anlamasını pek beklemiyorum ya orası da ayrı bir konu…
Bu ülkede bir kez olsun gençler için ne yaptınız? Allah aşkına söyleyin. Tumturaklı sözlerle, çok bilmiş hal ve tavırlarınızla örümcek ağı sarmış kafanızı onlara dayatmanızın dışında ne yaptınız? Gençlerin haklarını savunmak için konfor alanınızdan en son ne zaman çıktınız?
“Yavrum yavrum” diye ağlak hallerinizle sahiplendiğiniz çocuklarınızın ülkede getirildikleri acınası koşullarını nasıl oldu da görmezden geldiniz? Gözlerini kırpmadan bir rant uğruna gençlere kıyabilecek tıyneti bozuk politikacıların, bürokratların ellerine, kararlarına nasıl oldu da çocuklarınızı bıraktınız?
Düzenin egemenleri gözünüzü bu kadar mı kararttı?
Aslında vakti zamanında da böyleydiniz siz. Bendeki de ne saflık değil mi, nasıl unutabilirim? Üstelik o vakitlerde de bazılarınız için gençler yine asiydi, itaatkâr değildi, sorunluydu, anarşistti. Sizin göremediklerinizi gördükleri için, en temel insani haklarını savundukları için ezilen o gençleri utanmadan kirli politik ellerle iş birliği içinde bir de tepelemeye kalktınız ya, bu utanç ömür boyu yeter size. Yazının bu bölümü içinize dert olur umarım! Gerçi sizde onur, gurur ne arar?
Şu an ne yaşanıyorsa 12 Eylül kafasının bir iz düşümü. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Hatırlıyor muyuz o günleri şimdi? O vakitlerin kapitalist fırsatçıları, vurdumduymaz, umarsız ve hatta militarist kafalı temsilleri değil miydiniz sizler? Şimdilerde çoluk çocuğa karışmış, 12 Eylül anlayışına boyun eğmiş ebeveynler. Zaman nasıl da akıp gidiyor işte…
O vakitler yürütülen gençleri ezme, sindirme politikalarının devamı niteliğindeki uygulamalar, rejimin onları istediği şekle büründürme girişimleri bugün de aynen ve olduğu gibi devam etmiyor mu? Ama bu kez kantarın topuzu kaçtı işte. 12 Eylül’den beter bir devlet ve toplum aklı gençlerin önüne, çocuklarınızın önüne çığ gibi sorunları bıraktı. Geçmiş olsun.
Gördüğünüz manzara sizin eseriniz. Şimdi bir zahmet çocuklarınızı karşınıza alın ve gözlerinin içine bir kez olsun insan gibi bakın. Ve neyi öldürdüğünüzü kendi gözlerinizle görün…
Şimdiki gençler bilmeyebilir. Bu yüzden o günleri biraz açacağım. Onlar da iyice bilsinler sizleri. Şimdilerde lüzumsuzca sırf yaştan, baştan dolayı saygı bekleyenlerin aslında ne menem kişilikler olduklarını öğrenmek onların da hakkı…
Gençler bu kısım size.
12 Eylül sonrası uygulanan militarist politikalar hem gençlerin hem de çalışan emekçi kesimlerin pasifleştirilmesini, toplumsal alandan uzaklaştırılmasını, bastırılmasını içeriyordu. Çünkü bugün gibi sorunların kaynağı olan politik iktidarlara, militarist kafalara karşı ayakta duranlar yalnızca bu kesimlerdi. Askeri darbe sonrası gelen iktidarların tamamı bu politikaların uygulanmasını hem üstlendi hem de büyük bir görev addederek sadakatle uyguladı.
Amaçları açıktı. Gençleri toplumsal alandan, politik düşüncelerden uzaklaştırmak, toplumsal sorunlara olan ilgilerini kısıtlamak, ilgili olanları da toplumdan dışlamak. Kısacası egemene boyun eğmelerini sağlamak. Akıllarını yaşanan sorunlara değil, tüketime, popüler kültürün tüketimine yönlendirmek. Yaşanmakta olan sömürü düzenini anlayabilecek, karşı gelebilecek en enerjik sınıfı pasifleştirmek.
Tabi amaç bu olunca da yollar belli… Üniversiteler başta olmak üzere tüm öğrenim düzeni, bilhassa sosyal bilimler alanına ilişkin öğretim içerikleri niteliksizleştirilmeli ya da ortadan kaldırılmalıydı. Bunlar yetmezdi tabi. Özellikle üniversiteler fiziksel olarak şehir dışlarına atılmalı, toplumsal, kamusal alanın içinde kalanların dışarıyla bağları koparılmalı, yalıtılmalıydı.
Yüksek duvarlarla toplumdan koparmak da yetmezdi tabi. İçeriği de niteliksizleştirilmeli yani akademik kadroları, öğretim elemanları, öğrenim materyalleri, kitaplar, yayınlar, araştırma kapasitesi ve dahası yönetimleri alaşağı edilmeli, bu yolla gençler vasatlaştırılmalıydı. Tek başına bu uygulamalar yetemezdi. Medyasıyla da zihinler yıkanmalı, yanlışa yanlış diyenlerin hakkından gelinmeliydi. Aileler de gençler üzerinde bir otorite kurumu olarak bu cahilleştirme sürecine ortak edilmeliydi. Oldu da…
İşte bugünün ebeveynleri içinde yaşadığınız koşulların yaratıcılarıdır. Bu politik toplumu, bu vasat ülkeyi doğuranlardır. Sizi bu yaşam koşullarına mahkûm edenlerdir.
Ama bugün artık dünden farklı. Gençler kapılarına dayanmış dağ gibi sorunları, olan biteni açıkça görebiliyor. Gözlerindeki perde kalkıyor. Canları yanıyor ve artık onları susturamazsınız.