Önce bir soru ile başlayalım. Bildiğiniz bir tek hakikat bulun ki, bir sahibi veya sıradüzende yeri olmasın; veya sizden başka inananı bulunmasın; ya da yalnızca sizin tarafınızdan bulunmuş olsun ve siz de hiç kimse ile paylaşmamış olun. Okumaya veya dinlemeye devam etmeden önce, bir tane bulmanız için, size dilediğiniz kadar zaman…
Hakikati nasıl öğreniriz?
İnsanın hakikati bulma çabası neden sorusu ile başlıyor. Elbette ki neden sorusu aşamasına gelebilmek öncelikle bir farketme durumunu içeriyor. Gördüğümüz durumların bir nedeni olabileceğini farkettiğimiz zaman, neden diye sormaya başlıyoruz.
Charles Tilly, bu konuda oldukça kafa yormuş bir sosyolog. Hakikate ulaşma çabamızda nedeni sorgularken kullandığımız araçları da tutarlılık ve süreç açıklama eksenlerinde değerlendirerek, özet bir sonuca ulaşmış. Hakikati bulurken, yaygın kullanımda görenekler ve öykülere başvururken, uzmanlık gerektirdiği hallerde ise kodlardan ve ihtisas anlatımlardan yararlanırız diyor Tilly.
Görenekler, nedensel bir açıklama gerektirmiyor. Görenek, yalnızca toplumsal bir ilişki talebinde bulunur, buna göre de durumu onar ya da yadsır. Geçerli toplumsal ilişkilere bağlı olarak da büyük farklılıklar gösterir. Öyküler de aynı şekilde toplumsal bir ortak anlama talebinde bulunur. Öyküler ayrıca toplumsal yaşamın sürekliliği bakımından da önemlidir. Tüm toplumsal süreci basitleştirir, moral değerlendirmelere uygunluğu ile de durumlar arasında çeşitli sorumluluk ağları örer ve bu ağları güçlendirir.
Hakikati bulmak için kodları kullandığımızda, eldeki mevcut önceller ile uyumlu oldukları sürece, fazlaca bir açıklamaya ihtiyaç duymayız. İhtisas anlatımlar ise iç yapıları ve içerikleri bakımından büyük farklılıklar gösterirler. Ancak buna karşılık, güvenilir neden-sonuç bağlantıları kurarak, sonuca değin çok daha güçlü ve inandırıcı saptamalarda bulunurlar.
Herhangi bir hakikat arayışında bu araçların bir veya birden fazlasından yararlanabiliriz. Ancak hemen her hakikat ile ilgili olarak da, bu araçların tamamı kullanılarak yapılmış ayrı ayrı neden anlatımları vardır. Herhangi bir durum ile ilgili olarak hem bir görenek veya öykü, hem de bir kod sistemi veya ihtisas açıklaması bulabiliriz.
Görenek ve öyküler genellikle bizi pasif konumda yakalar ve kendiliğinden karşımıza çıkar. Hakikat arayışımızı daha aktif bir biçimde gerçekleştirmek istediğimizde ise kod sistemlerine veya ihtisas açıklamalara ulaşırız. Bu neredeyse tüm durumlar için geçerlidir.
Görenek ve öyküler ile kodlanmak…
Erken çocukluğumuzda, çevremizi algılamaya başladığımız ilk zamanlardan itibaren bize sunulan görenek ve öyküler ile karşılaşırız. Ailemizi sevmekten başlayarak, yere düşen şekeri yemememiz gerektiğine kadar her durum bize bu araçlar ile aktarılır.
Karıncanın çalışkan ve çalışmanın iyi, tembelliğin kötü; karganın aptal, tilkinin akıllı olduğunu; ancak parayı verenin düdüğe sahip olabileceğini; türlü türlü kılıklarda insanların bizi kandırıp yiyebileceğini… İyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı, hem moral hem de fiziksel açıdan güzeli ve çirkini, ilk anlatılan öyküler ile zihnimize yerleştirir ve pasif bir konumda kalarak, kişiliğimizin oluşmasını uzaktan takip ederiz.
Bundan hemen sonra görenekler ile tanışır, aile içinden başlayarak sosyal yapının tüm kurallarını öğrenmeye başlarız. Göreneklerin bize sunduğu toplumsal sıradüzen ile erkeğin hakimiyetini, egemenin gücünü ve bir ömür boyunca bize rehberlik edecek insan ilişkilerini biçimlendiririz kafamızda.
Toplumsal yaşama giriş ehliyetini almak için, okul öncesinden başlayarak tüm bir eğitim hayatımız boyunca görenek ve öyküler ile donanımlı hale geliriz. Hemen her bilgi bir görenek ve öykü ile desteklenerek sunulur bize. Sosyal alandan fen bilimlerine kadar her konunun içinde yer alan okuma parçaları, bize karşılaştığımız durumun nedenlerini aktarmak için incelikli bir şekilde hazırlanır.
Peki ya eğitimde yer tutan kod sistemleri ve ihtisas açıklamaları? Onlar da görenek ve öyküler gibi aynı hassasiyet ile bezenir. Bilimsel ve uzmanlık gerektiren bir bilgiyi de aynı şekilde kendi sıradüzenine uygun bir şekilde alırız. Ne olduğu fark etmez, tarih, edebiyat, sosyoloji, biyoloji, fizik, kimya, matematik ve sonrasında da teknoloji. Hepsi etraflarındaki görenek ve öykü haleleri ile karşımıza çıkar. Sosyal alandaki bilgileri görenekler, fen alanındaki bilgileri ise öyküler aracılığı ile alırız. Görenek üreticisi ve öykü yazıcısı toplumlar, bilimsel bilgiyi aktarımda kendi kurgularını kullanırlar ve kendi bilimlerini yeniden üretirler.
Öğretilen hakikatler ile yaşamak…
Yaşamın içinde var oluşumuz da aynı şekilde bu öncel hakikat bilgisine göre biçimlenir. Her bilginin bu dört farklı neden açıklamasını ararız. Hemen her kararımızda bu dört neden açıklamasının belirli oranlarda payı bulunur. Bu araçlar bizim yaşamsal gerçeklik bilgimizi oluşturur.
Bu o kadar yerleşik bir bilgi kabul şeklidir ki, gelişkin dönemimizde bir ürün veya hizmet ile de karşılaştığımızda öyküsünü öğrenmek isteriz. İletişimciler ve reklamcılar henüz beş yıllık markalara yüz yıllık öyküler yazmaya çalışırlar. Öyküsü olmalı derler markanızın, yoksa satmaz. Bir seyahat kararı alırken dahi hem kendimize hem de gideceğimiz yere dair görenek ve öyküler arar, kararımızı nesnelleştirmek için kod sistemlerinden yararlanır ve ihtisasa yakın açıklamalarda bulunuruz. Hem kendimize hem de karşımızdakine bu açıklamaları aktarırız.
Bireysel yaşamımızda olduğu gibi, tüm sosyal ilişkilerimizde ve düzen arayışımızda da yine aynı araçları kullanıyor olmamız şaşırtıcı değildir. Karşılaştığımız durumlara nasıl tepki vereceğimiz, fenomenleri nasıl yorumlayacağımız veya bir seçim durumunda kime oy vereceğimiz de aynı şekilde bu neden bulma araçlarının kontrolü altındadır.
Siyaset de öyküsünü göreneklere göre yazarken, tüm politik kod sistemini de aynı şekilde sosyal kabul görmüş öykülere göre ve her konuya uyumlu bir ihtisas açıklaması yaparak belirler. Bireysel ve sosyal hakikatimiz ile uyuşmayan bir seçimi yapmamız mümkün değildir. Karşı karşıya kaldığımız tüm seçimleri bize sunulmuş ve bizim tarafımızdan kabul edilmiş hakikat anlayışına göre yaparız.
İklim gerçekliğini kavramak!
Peki ya nesnel hiçbir durum yok mudur? Yani insanın görenek ve öykülerinden etkilenmeyen bir kendinde gerçeklik? Elbette ki vardır. Ancak insan olarak bu yalın ve bizden bağımsız gerçeklik konusunda pek bilgi sahibi olduğumuzu söyleyemeyiz.
Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde aktardığı sade ancak bir o kadar etkileyici örnek insanın kendi hakikatini gerçeklikten nasıl ayıklayabildiğini gösteriyor. Hiçbir insan evinin temelini oymaz, çünkü çökeceği hakikatini bilir. Ancak hiçbir insanın buna dair bir gerçekliğe şahitliği gerekmez diyor Kant. Bu dört araç hakikate değin tüm öncellerimizi belirler çünkü. Bazen bir tanesi bile işimizi görebilir hatta.
Bir görünüp bir kaybolan Higgs bozunu bile, insanın farkettiği andan itibaren, yine insanın ürettiği görenek ve öyküler ile bezenmiş kod sisteminin ürettiği bir ihtisas açıklamasına maruz kalır. Kimimiz yok’u maddenin bir hali olarak kabul ederken, kimimiz Higss bozonuna yaratıcının kanıtı olarak bakabiliriz. Her birimizin kendinde gerçek olan Higgs Bozonu ile ilgili hakikat tanımlaması birbirinden farklıdır.
İklim sorunu gibi nesnel olduğu düşünülebilecek bir gerçeklik bile insanın hakikat süzgecinden geçmek zorunda. Kimimiz iklim sorunu gerçeğinin nasıl olup da tüm bir insanlık tarafından algılanamadığını merak ediyordur. İklim sorununun başına gelen ile Higgs bozonunun başına gelen arasında fark aramanın nedeni nedir? Neden insan iklim sorunu gibi bir gerçeklik ile karşılaştığında diğer tüm alanlardaki hakikatı bulma ve algılama şeklinden farklı davransın ki? Elbette, daha farklı davranmayacaktır.
İklim sorununun göreneklerimizde, öykülerimizde ve kod sistemimizin boyunduruğundaki ihtisas açıklamamızda istisnai bir durumu yoktur, olamayacaktır. Görenek ve öykülerinde iklim sorunu gerçeği gibi bir durum, kader veya doğallık olarak kodlanmış olan bir bireyin tüm ihtisas açıklamalarının sunduğu gerçekliği kabulü mümkün olmayacaktır. Bu gerçekliğin insani bir hakikate dönüşebilmesi için ancak genel kabul görecek bir öyküye ihtiyacı vardır ne yazık ki. Yani bir gerçekliği hakikate dönüştürebilmek yeteneğimiz de yine bu araçların desteğine muhtaçtır.
İnsanlık olarak ürettiğimiz hakikatin tamamı gerçeklikten çok uzak bir yalan olabilir. Carl Sagan ikonik belgeseli Cosmos’un bir bölümünde “bir artı bir iki değil ise, tüm gerçekliği yeniden tanımlamamız ve yeni hakikatimizi bulmamız gerekecektir” diyor.
İnsanın hakikati yaşamamızı kolaylaştırıyor. Ancak ne yazık ki, bu gezegenden vaktinden çok önce ayrılışımız da yine aynı hakikatimiz nedeniyle olacak. Birey olarak, insanlık olarak kendi hakikatimizi ararken bin yıllardır değiştirmeden kullandığımız araçlara biraz daha sorgulayarak bakmamızda ve belki de bu araçlara yenilerini eklememizde yarar var.
Görsel : Max Kobus, unsplash.com