Sınıfını Bil!

0
348

Aşmak istersin ama bir türlü olmaz. Sanki herkese izin vermiyor, “sanki herkese eşit değil ama bazılarına daha eşit”. Hayatını iyi kılmak, geliştirmek, ileriye doğru taşımak için çaba harcarsın. Bazılarının erişebildiği o iyi eğitime, sağlığa, insanca beslenmeye ulaşmak, iyi koşullarda yaşamak istersin ama nedense bir türlü olmaz. 

Bir de öyle anlar olur ki, kültürsüz, cahil, bayağı, kendini bilmez, bir halta yaramazmış gibi hor görülür, dışlanır, yeri gelir dayağı yer ezilirsin. Her insan gibi sen de hakkın olanı almak istersin bu hayattan ama nafile. Kapılar kapalı… Adeta öyle bir ortam yaratılır ki, “lüküs kamarada kimler oturur” demekten, olan biteni kabullenmekten, izlemekten başka bir çare bırakılmaz.

Mücadele edemez hale gelirsin. Sistemin seni zorunlu kıldığı yollarda kalır, ayakta durmaya çalışırsın. Sorun giderek daha derin bir hal alır. 

Eskiden, kapitalizmin yarattığı sınıfsal toplum düzenine karşı bir mücadele ruhunun olmayışını, fakirlik ve maddi imkansızlıklara dayandırır, toplumun bu zayıf kesimlerinin mücadele bilincinin olduğunu düşünür ancak ayakta kalma derdinden dolayı harekete geçemediğini düşünürdük. Fakirsen neyinle mücadele edeceksin ama değil mi? 

Yok öyle değilmiş. Bu kesimlerin yalnızca ekonomik anlamda ele geçirilmediğini, egemen düzenin sömürüye uygun sınıflara duyduğu ihtiyaç nedeniyle artık ruhlarına kadar her bakımdan ele geçirildiğini bugün daha iyi anlıyoruz. 

Yani toplumun bu alt sınıflarının ellerinden yalnızca ekonomik imkanlarının değil, bilinçlerinin de alındığını söylüyorum. Daha açık söylemem gerekirse, düzenin egemenleri tarafından planlı ve organize bir şekilde işletilen ehlileştirme kurumları marifetiyle bir cinayetin işlendiğini izah etmeye çalışıyorum. 

“Yok artık, amma da yaptın” türünden sözlere kanmayın. Yok, gerçekten yok. Ellerinden alındı. Hem de ne yollarla…

Şimdi hemen hepiniz konu gereği “sınıf bilinci” kavramına odaklanmış olabilirsiniz. Burada kastettiğim o da değil. Hele bir durun, oraya gelinceye kadar biraz daha yolumuz var… 

Kastettiğim şey “benlik bilinci”. “Ben kimim, bu hayattaki yerim ne, ne ifade ediyorum” gibi bir insanın kendi benliğini ilgilendiren konularda yanıt verebilecek düzeyde dahi yetersizliğinden, aklın yok edilişinden bahsediyorum. 

Evet basitçe insanın öz benliğiyle ilgili olarak bir bilinçsizlik halinden, olan biten üzerine düşündüğünü sanıp aslında düşünemeyen, yaşadığı hayatın nedenlerini anlayamayan, kavrayamayan, mukayese edemeyen hallerinden bahsediyorum. Kendini toplumsal bağlamda ölçüp tartamamasından, tanıyamamasından bahsediyorum. 

Hal böyle olunca kendi varlığı, benliğinin bilincinde olmayan bir insandan sınıflı toplum gibi konularda bir bilince sahip olmasını nasıl beklersiniz, buna da şaşmıyor değilim.

Bu düzeyde bir bilinçsizliğin üretimi kolay iş değil tabi. Dört bir koldan üzerine çullanmışlar yoksulların. Nereye baksalar, nereye tutunmak isteseler, nereye gitseler maruz kalacakları tutum, tepki ve davranışlar bu bilinçsizliğin yaratımı amacına hizmet ediyor. Şimdi bu insanlara ne diyebilirsiniz ki? Mücadele edebilecek bir güçlerinin olmasını nasıl beklersiniz?

Aklın öldürülmesi yoluyla ele geçirilen bu kesimlerin büyük çoğunluğu doğal olarak neyin ne olduğunun, kendilerini nasıl savunabileceklerinin, neyle mücadele etmeleri gerektiğinin farkında bile olamazlar. 

“Biz neyiz, bu toplumda kimiz?”, “toplum içinde egemen güçler kimler?”, “ben neden eziliyorum?”, “neden daha az ile yaşamak zorundayım?”, “bazıları daha iyi şartlarda bir hayata erişebilirken beni engelleyen ne?”, “bana neden devamlı sabret, şükret, gayret deniyor?” gibi daha birçok soruyu kendilerine sorabilecek bir akıldan mahrum bırakılmaları amacıyla onları her türlü zihinsel yoksunluğa hazırlayacak, dört yanlarını sarmış bir iletişim düzeninin içinde yaşıyorlar. Bulundukları sınıfın tipik yaşam özelliklerini, düşünce, inanç ve davranış kalıplarını öğreten, belleten okul, din, medya, sivil toplum gibi sömürü düzeninin egemen iletişim kurumları her gün ve her gün itina ile hazırladıkları mesajları yoluyla zihinleri egemen sınıfın beklentisine uygun hale getiriyor. 

Eğer bu yolla gerçeklikten nasıl koparıldıklarını göremiyor ve anlayamıyorsan eğer, sınıfsal konumunu gözden geçirmeni şiddetle öneririm.

Kısacası iki gözüm iyi dinle. Şunu iyice anlaman gerekiyor. Bugün içinde bulunduğun durum çok daha vahim. Bedeninden öte düşüncelerin, bilincin ele geçirilmiş durumda. Ne düşünüyor ne hissediyorsan, nasıl hareket ediyor nasıl kararlar alıyorsan, hepsi ama hepsi sınıfsal, bulunduğun sınıfınla ilgili. Egemenin sana biçtiği bir düşünüş, bir inanış ve davranış kalıbı içinde bu hayatı yaşamak zorundasın.

Bu yüzden çıkmazında dolanıp duruyorsun. Farkındalığın yok bir kere, seni uyaran, uyandıracak olandan yoksunsun.

“Birilerinin gözünde maldan değersiz, kullanılacak bir bedenden başka bir şey değilsin. Buz gibi anlayamıyorsun işte olan biteni. Şu yaşadığın hayatın bir kader olmadığını göremiyorsun. Çiftlikte sana uygun görülmüş olan bir yerde, egemen düzenin ihtiyacı olan işler için yetiştirilmiş, sana uygun görülmüş olan kısmında, uygun görülen biçimde otlanmak, senden beklenilenleri yapmak zorundasın. Halini kabullenmek zorundasın. Eğer yerini değiştirmek istersen çitin kapaklarını açıp kapayacak olan efendinin insafına tabisin, bilesin.”

Fotoğraf: Sol / unsplash.com