Hepimizin çocukluğu kapalı kapıların ardında. Kapı koluna asılı bıraktıklarımızı aramak için eğilip kapının minik deliğinden bakar olmuşuz. Bir noktadan gördüğümüz ışık ne yüzümüzü aydınlatmış ne de özlediklerimizi taze çiçeklerin ucuna tomurcuklandırmış. Bir öğle uykusu. En çok hatırlamak istediğimiz belki. Virgül gibi. Zihnimize kıvrımlı. Belleğin ucu. Geniş bir öğleden sonraya yayılan, ince bir serinliğin saatlerin üzerine örtüldüğü, perdenin ucundan sızan ışığın sokaktaki seslere karıştığı derin bir uyku. Uykuların ayağının taşlara takılıp rüyaya düşmekten korkmadığı zamanlar. Geniş. Sade. Çünkü henüz noktaladığımız bir cümlesi yokken hayatın, hayaller virgüllerin peşi sıra soluk soluğa. Hatırladınız mı o günleri. Yıkılmayan şehirleri, bu kadar öldürülmediğimiz günleri, sarılmanın sıcaklığının insan ilişkilerindeki beyazlığını.
Simlâ Sunay onca şeyi uykuyla uyanıklığımız arasındaki o arafta, şimdi yani getirip bırakıyor yanımıza. Virgülün Şikayeti edebi biçimiyle deneysel bir uzamı virgülün uzun zamanıyla harmanlayıp bir parça hüznü birbirine eklediği cümlelerine inşa ettiriyor. Okudukça çoğalıyorsunuz. Nokta koymak için zorladığınız duygular karşı kaldırımda yürürken bir diğerinin baktığınız yüzüne gölgelenmiş gibi. Her bir öyküde geçmiş ve şimdi var. Tahayyülünü birbiri olmadan anlamlandıramayacağınız duygular “bir sessizliğin içinde kederleniyor…” Virgülün Şikayeti, kitap boyunca noktalama işareti olarak sadece virgülü kullanırken bizlere de bir şey anlatmak istiyor aslında. Cinsiyeti olmayan bir dilin gücü, iktidar alanı yaratan cümlelerin yerleyeksan olduğu ‘nokta’lardan evladır. Biz Simlâ Sunay ile hayatı ve kitabı konuşurken size kendi virgüllerinizi hatırlatmak istedik. Keyifli okumalar…
Röportaj: Funda Dörtkaş