Kendimiz Olmayı Emeklilik Sonrasına Erteleyemeyiz!

0
273

Beyaz yakalılar kendilerine göre “çok, mavi yakalılara ve işsizlere göre “az” çalışır.  Uzaktan bakınca “keyfi yerinde”, “huzurlu” iş yaşamlarını kendilerine bir sorsanız bin dert işitirsiniz. Ve genellikle hayatları pek merak edilmez, onların hikâyeleri sorulmaz, hayalleri merak edilmez… Beyaz yakalıları Mezeleri Güzel kitabıyla anlatan Erdem Aksakal ikinci kitabı  “Çok Çalışıyoruz” ile çalışma hayatında başka sonlar mümkün diyor ve ekliyor “Kendimiz olmayı emeklilik sonrasına erteleyemeyiz!”.

Erdem Aksakal ile kitabını ve beyaz yakalı hayatı konuştuk.

Leyla Alp, Ocak 2023

Leyla Alp: Beyaz yakalıların hikâyesini yazma fikri nereden çıktı?

Erdem Aksakal: Hikâye anlatma dürtüsü çoğu insan için kendi hikâyesini anlatma kaygısıyla başlar. Ben bir beyaz yakalıyım.  Bu benim için birinci dürtüydü. İkincisi beyaz yakalıların hikâyesi anlatılmıyordu. Biz kendi kültürü, alt yaşam biçimi olan, mizahı olan kalabalık bir topluluğuz fakat anlatımız yok.

İşçi sınıfının edebiyatı, tiyatrosu, sineması, şiiri vardır. Fakat beyaz yakalıların bir anlatısı, anlatıcısı yoktu. Bir yandan da yaklaşık 10-12 sene önce sosyal medyada bu konuda yaptığım paylaşımların da etkileşim getirdiğini gördüm. Yani bu anlatıya ihtiyaç duyan tek kişiyle ben değildim. Her sabah kalkıp şıkır şıkır giyinip plazalara giden, dışarıdan bakıldığında iyi işleri, kariyerleri olduğu düşünülen hatta biraz snop, itici bulunan bu kitlenin bir anlatıya ihtiyacı vardı. “Karınca kararınca en azından bir yerden başlamalıyım” dedim.

Leyla Alp: Çok Çalışıyoruz neyi dert ediniyor?

Erdem Aksakal: Çok Çalışıyoruz yüzü geleceğe dönük“biz bu dünyada ne olacağız soracağız” sorusunu yanıtlamaya yönelik bir kitap. İş dünyasında birçok alternatif son olabileceğini, bu dünyayı kendi istediğimiz şekle dönüştürmek mümkün olduğunu anlatıyor. Belki de çağın hiçbir döneminde çalışan sınıfın, en azından belirli bir zümresinin elinde kendi olma şansı yoktu.

Leyla Alp: Nasıl bir kendi olma halinden bahsediyoruz?

Erdem Aksakal: Çalışan sınıf düne kadar işe üniforma ile gitmek zorundaydı. Düne kadar çalışan sınıf mesela madenciler maaş almıyor maden sahibinin süpermarketinden alışveriş çeki alıyordu. Düne kadar bir eviniz olmuyor lojmanda kalıyordunuz.  Özgür konuşma hakkınız yoktu. Çalışanların görece en özgür olduğu dönemdeyiz. İstediği gibi giyinebiliyor, iyi bir ekonomi elde etmemekle birlikte nakit para alabiliyor, söylediği bir söz yüzünden eskisi kadar kolay işten atılmıyor.

Leyla Alp: Dünya ve ekonomik ilişkiler de değişti. Bu normal değil mi?

Erdem Aksakal: Tabii ki de normal. Zaten ben de onu söylüyorum. Dünyanın değişmesi biz çalışanların kendi lehine kullanabileceğimiz alanlar olabilir. Ben 20 yıldır bordrolu çalışıyorum, düne kadar bizim fikrimiz sorulmazdı şimdi ne kadar samimi olduğunu bilmiyorum ama arada bir yapılan çalışan anketleriyle soruluyor.  Düne kadar ofise giderken bir üniformamız yoktu ama takım elbiseyle gidiyorduk, şimdi kotla gidebiliyoruz. Ve bunlar dünyanın değişimiyle oldu. Bir sınıf mücadelesiyle olmadı. Biz “takım elbiseyle işe gitmek istiyoruz” diye isyan edip bu hakkı almadık ama elimizde bu özgürlükler var. Ben de hadi kullanalım diyorum. Çünkü kullanılmayan özgürlükler okyanusun derinliklerinde kaybolacak. Artık bu hayatta alternatif sonlar mümkün. Eskiden iş hayatı tek güzergâhlı bir yolculuktu. Emeklilik erkendi ve insanlar kendisi olmayı emeklilik sonrasına erteliyordu. Şimdi 60-70 yaşından önce emekli olamayacağız, olsak bile geçinip geçinemeyeceğimizi bilmiyoruz.  Kendimiz olmayı emeklilik sonrasına erteleyemeyiz. Ne yapmak istiyorsak yani kalıp bu dünyada savaşmak istiyorsak, bu gün yapmak gerekiyor. Ben de muhalif kökenli birisiyim. Bazı şeylerin mücadeleyle değiştiğini görmüş biriyim,  bu yüzden beklememek bugün yapmak gerekiyor. Bu iş dünyası bize göre değilse çıkış planlarını bugün harekete geçirmek gerekiyor. Zamanın tekerlerinin hızlı döndüğü bir dönemdeyiz. Ben aslında hem kendime, hem beyaz yakalı arkadaşlarıma bir dakika ya farklı sonları mümkün olan bir hikâyedeyiz deme uyarısını vermek istedim.

Erdem Aksakal

Leyla Alp: Üniversite sınavına 3 milyon insan giriyor. Hepsinin hayali beyaz yakalı olmak. Bu nasıl değişecek?

Erdem Aksakal: Bence değişmesi için tarihin çarkını biraz geriye döndürmemiz gerekiyor. Türkiye’de Özal’ın neoliberal politikalarıyla birlikte hepimiz kurtuluşu, kentlerde liberal ekonomide gördük. Bu gerçek değildi. Politik bir kimlikle konuşmuyorum ama ülkenin ferahlamasından ve gençlerin umutlarının yaşanmasından bahsediyorsak bu umutların içinde tarım da, zanaat ve sanat da olmalı.  Bu umutların içinde kamuda çalışıp topluma fayda sağlamak da olmalı. Fakat çeşitli sebeplerle kamuda çalışmak, tarımda var olmak ne yazık ki gençlere ekonomik ve sosyal olarak umut vermiyor. O yüzden ya girişimcilik ya da beyaz yakalı olmak çare haline geliyor.  Tarihin çarkını belki bundan 20 -30 sene önceye dönüp değiştirmiş olsak, köyden kente göçün bu kadar yoğun olmadığı bir senaryoda bu sorun daha kolay çözülürdü.

Peki bugün ne yapabiliriz? Türkiye’nin mevcut koşullarında gençlere üniversite okumak bir iş garantisi ne yazık ki getirmiyor. Hele ki pıtırak gibi açılan tabela üniversiteleri işsizliği sadece 4 sene erteliyor. Birde eğer özel üniversiteyse, üniversite ücretleri, değilse okuma ve barınma ücretleri ailelerin sırtında büyük bir kambur oluyor. Gençler çalışma hayatına bu kamburla atılıyor, bu kamburun yüküyle rahat hareket edemiyorlar.  Türkiye’nin ekonomisine dair çözülebilecek çok söylenebilecek çok söz var ama bence bu 3 milyon gencin 3 milyonunun üniversite okuyup da 3 milyonun beyaz yakalı olduğu senaryo zaten gerçekçi senaryo değil. Sadece gerçeği erteliyorlar. Üniversite mezunu gençler dağıtım kuryesi, güvenlik görevlisi alışveriş merkezlerinde tezgahtar. Zaten günün modern işçi sınıf bunlar oluşturuyor…