Eskiden‘in yeni teklisi “Sorun Var”, dinleyicisiyle buluşmak üzere 19 Ocak’tan itibaren tüm müzik platformlarındaki yerini aldı.
Sorun Var, kendi ifadeleriyle “Sinematik bir sound ile Eskiden’in kendine has tarzının harmanlandığı bir şarkı. Tabii bu ifadeden hareketle insan öncelikle şu “Eskiden’in kendine has tarzının” ne olduğunu anlamak istiyor. Bir tarzı elbette en iyi dinleyerek keşfedebiliriz. Bu nedenle röportajı okurken Eskiden’in “Sorun Var” şarkısını fona yerleştirmenizi öneriyorum. Ardından bu keşfe grubun üyeleri Alperen, Çağrı ve Şerif’le yaptığımız sohbetle devam edelim istiyorum. Şarkılarıyla olduğu kadar hikâyeleri ile de dinlemeye değer bir grup Eskiden…
Alperen Bayram (Gitar), Çağrı Karaarslan (Gitar) ve Şerif Palta (Vokal) Eskiden grubunun üç üyesi. Lise yıllarında başlayan inatçı ve kararlı müzik yolculukları bugün artık Eskiden Grubunun kendine özgü hikâyesini oluşturmuş. Güçlü bir hikâye bu… Kendi rengini, kendi sesini ısrarla korumaya ve geliştirmeye çalışan, tüm enerjilerini ve birikimlerini müziğe adamış üç genç adamın hikâyesi…
Sorun Var zorlayıcı, arkasındaki hikâyeyi merak ettiren bir şarkı. Merak ettim ve Alperen, Çağrı ve Şerif’ten hem Sorun Var’ın hem Eskiden’in hikâyesini anlatmalarını istedim.
Keyifli okumalar…
Sinan: Neden “Eskiden”?
Şerif: Yolculuğumuz Eskişehir’de başladı. Biz de bizi buluşturan Eskişehir’e bir atıfta bulunalım istedik. Birçok farklı isim bulabilirdik tabii ama Eskiden ’in sıcak bir yanı da var. Hani geçmişte yaşadığımız acı tatlı olayları hatırlayıp bahsederken kullanırız ya “eskiden” sözcüğünü. Biraz özlem barındırır. O yüzden grubun adı Eskiden olsun dedik.
Sinan: İsim babası sensin yani?
Şerif: Tam olarak ben değilim ama evet, fikir benden çıktı diyelim.
Sinan: Eskişehir ortak noktanız gibi görünüyor ama yolculuğunuz aslında Manisa’da başladı?
Alperen: Evet. Ben liseye başladığımda müzik alanında çalışmak, bir şeyler yapmak istiyordum. Bunun için de arayışlar içerisindeydim. Müzikle ilgili her etkinlik ilgimi çekiyordu. Lise sona doğru Çağrı ve Şerif’le tanıştım. Baktım onlar da aynı arayışlar içerisindeler. Müzikle haşır neşirler. Birbirimizden habersiz aslında birbirimiz gibi insanları arıyormuşuz. Ben rock dinleyicisiydim. Hard rock seviyordum. Baktım onlar da rock dinliyorlar, seviyorlar. Bu bizim ortak noktamız oldu. Bunlarla bir şeyler yapabiliriz diye düşündüm, ben onların peşinde koştum, onlar benim peşimde koştu, derken her şey Manisa’da başlamış oldu. Hatta o günlerden kalma bir fotoğrafımız bile var, beyaz gömleklerimizle, gömleklerin yakaları bağırları açık…
Çağrı: Evet evet, çalışmaya başladığımız müzik sınıfında çekilmişti o fotoğraf. Hatta ben de gitara yeni yeni başlamıştım o günlerde. Müzik sınıfına gidiyordum, müzik öğretmenim bana bir şeyler öğretiyor, Alperen de o sırada kendi müzik grubuyla prova yapıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam o sırada onlara da gitar çalan biri lazımmış, hocamız “işte Çağrı da gitar çalıyor, tanışın” dedi ve ben de dahil oldum gruba, Alperen’le böyle tanışmış olduk. Sonra da Şerif dahil oldu. Derken üçümüz iyi anlaştık ve kendi grubumuz ortaya çıktı.
Şerif: Ben o sıralarda bağlama çalıyordum. İlkokul yıllarında başladım bağlama çalmaya. Babam vaktiyle çok istemiş ama sanırım zamanın şartlarında gerçekleştirememiş bu isteğini. Ben de babamın bu ilgisi sayesinde müzikle tanışmış oldum. Ben bağlama çalıyorken Alperen’lerle tanıştım. Ne yalan söyleyeyim, ufaktan sinir de oluyordum onlara.
Sinan: Aaa neden?
Şerif: Ben bağlama çalıyorum, hatta etkinliklerde sahne bile alıyorum zaman zaman ama onlar gitar çalıyorlar. Sahnede daha havalılar! Bu durum canımı sıkıyordu! (Kahkahalar!) Baktım olmayacak, dan diye daldım aralarına! “O zaman ben de şarkı söylerim!” deyip katıldım onlara. Birlikte bir şeyler yapmaya başladık.
Sinan: Grubun solistisin?
Şerif: Evet
Sinan: İçinizde en iyi ses Şerif’in olduğu için mi solist oldu Şerif? Yoksa iş bölümü mü öyle gelişti?
Şerif: Bilmiyorum. Öyle çok fazla iş bölümü falan yapmadık. Doğal bir gelişme oldu. Grupta öyle çok şarkı söyleyen yoktu zaten. Ben ufak ufak gitara başlamıştım. Evde takılıyordum gitar öğrenerek. Şarkı söyleyebildiğimi farkettim zamanla. Yani kendiliğinden…
Çağrı: Bence aramızda en güzel ses Şerif’in. Ondan!
Alperen: Ben kendi sesimin Şerif’inkinden güzel olduğunu düşünmüyorum. Evet bence de en güzel ses Şerif’in! (Kahkahalar)
Sinan: Ya siz? En başından beri gitar mı çaldınız? Başka bir enstrüman geçmişiniz var mı?
Çağrı: Hayır benim yok. Direkt gitarla başladım. Klasik gitar, bas gitar çaldım ama başka bir enstrüman geçmişim olmadı. Babam Türk Sanat Müziğine düşkündür, bir zamanlar ut çalıyormuş. Ben de biraz ut denedim ama gitar benim enstrümanım oldu hep.
Sinan: Manisa gibi küçük bir şehirde doğup büyüdünüz. Hem müziğe, enstrümanlara, teknolojiye erişim açısından hem de çevre açısından, hele ki bir de müzik grubu kurmak gibi iddialı bir girişime kalkışırken zorluklarla karşılaştınız mı?
Alperen: Eğlenceli bir hikâye anlatayım size. İlkokul 5. Sınıftaydım. İşte artık ortaokula geçilecek ya bir etkinlik düzenlendi okulda. Sınıf öğretmenimiz bu kapanış etkinliğini planlıyordu, bulduğu etkinlik de o zamanların pek popüler dansı olan kolbastı! Ben oldum olası böyle dans gibi bedensel aktivitelerden pek hazzetmem. Sınıfta herkese kolbastıda bir görev verildi, geriye iki kişi kaldı, biri de benim. Öğretmenimiz baktı ki bizden kolbastıcı çıkmayacak, “Ee? Size ne görev verelim?” dedi. Diğer arkadaş gitar çalıyormuş. “O zaman sen gitar çal, Alperen de şarkı söylesin” dedi öğretmen. Yani eğer o gün ben kolbastı oynamaya direnmeseydim, diğer arkadaş gitar çalabiliyor olmasaydı, öğretmen “o zaman siz de biriniz çalsın öbürü söylesin” demeseydi müzikle belki de hiç ilişkim olmayacaktı. Sonra nasıl ilerledi? İşte o gitar çalan arkadaşın ders aldığı bir müzik kursu vardı. Biz de onunla gidip prova yapmaya başladık okul etkinliği için. Müzik kurslarının böyle müşteri kazanmak için geliştirdikleri stratejinin parçasıydı belki de bu.
Şerif: Üçümüzün de dezavantajlı olduğu durumlar vardı. Öğretmen çocuklarıyız.Önceleri “hadi sosyal aktivite olsun, ilgilenin böyle şeylerle” dense de bir süre sonra ailelerimizde eğitim hayatımızın riske gireceği endişesi ağır basmaya başladı. Biliyorsunuz, ailelerin çocuklar üzerinde “ders çalış, sınavlarına hazırlan” baskısı vardır hep. Biz en küçük bir arada bile bir araya gelip gitar çalıp müzik yapıyorduk. Bu durum öğretmenlerimizin dikkatini çekiyordu ve haliyle konu ailelerimize yansıyordu. “Bunlar bir araya geldiklerinde dersleri, sınavları unutup müzik yapıyor” endişesi öyle bir noktaya geldi ki bizi ayırmaya bile çalıştılar. Bunları görüştürmeyelim, arkadaş olmasınlar, derslerine odaklansınlar!… Bu arada küçük şehirdeyiz malum, doğru dürüst müzikle haşır neşir insanlara erişim imkânımız son derece kısıtlı. Az sayıdaki insanın da birbirleriyle iletişimleri neredeyse hiç yok. Yani ben de müzikle ilgileniyorum, sen neler yapıyorsun, birlikte neler yapabiliriz gibi bir etkileşim ortamı yok. Bu da motivasyon kırıcı bir durum. Yani bir araya gelebildiklerinle müzik düşünmeye, müzik yapmaya çalışıyorsun ama nereye kadar? Ne üretebiliyorsun? Kimlere erişebiliyorsun? Bunların hepsi bir noktadan sonra motivasyon kırıyor.
Sinan: Çağrı sizde durum nasıldı?
Çağrı: Ben müziğe gitarla başladım ama öncesinde başka bir maceram var. Ortaokuldayken bir okul gecesinde rap söyleyiverdim! Öylesine, alakasız biçimde! Ceza’dan bir rap parçasını söyledim. Rezil bir akşamdı! Neyse sonra gitara başladım. Babam da öğretmen, gitara başladığımı görünce çok sevindiler. Babam müziğe çok düşkündü zaten. Orta yaşlarına kadar Türk Sanat Müziği ile ilgileniyordu. Ud çalıyordu, arada öğretmen arkadaşlarıyla buluşup söylüyordu falan. Hoşlarına gitti benim de müzikle ilgilenmeye başlamam. Ama bu ilgi boyut değiştirip günde 8 saat elde gitar müzikle yatıp müzikle kalkmaya doğru evrilince işin rengi değişti. “Tamam ama bu kadar!” demeye başladılar. Bayağı sıkıntı yaşadık o dönem. Zamanla alıştılar tabii ama o dönem sürekli “Oğlum ders çalış!”, “Tamam anneciğim, tamam babacığım” diye diye geçti. Bir yandan da Alperen ve Şerif’le görüştük, birlikte çalışmaya devam ettik tabii…
Sinan: Her biriniz birbirine benzer ama ayrı mücadeleler vererek ilerlediniz. Peki “hadi müzik grubu kuralım” noktasına nasıl geldiniz? Başlangıçta “bir grubumuz olsun” diye mi yola çıktınız yoksa “bu grubu kurarız, ortalığı sallarız” iddiasıyla mı başladınız?
Alperen: Ben birtakım şiirler yazıyordum. Dosyalamıştım bunları. Üniversiteye başladığımda üzerlerinden geçtim biraz. Sonra Şerif’e gönderdim, “bunları bir yerlerde kaybedebilirim, sende de dursun” diye. Aradan birkaç hafta geçti, Şerif bir ses dosyası gönderdi bana: “Bu senin şiirden” dedi. “Üzerinde biraz oynadım, çalıştım, bir şey yaptım, bak bakalım” dedi. Dinledim, baktım, olmuş bu yahu! Burada gerçekten bir beste var! Zaten ilk o ses kaydından sonra kafayı kırdığımı söyleyebilirim. Neler yapabiliriz, nasıl kaydedebiliriz, nasıl geliştirebiliriz?… Kafamda sürekli bunlar dönüp durmaya başladı. Kimseyi tanımıyoruz. Neyi nasıl yapacağız bilmiyoruz. Bir tür challenge oldu benim için bundan sonrası… O ilk ses kaydını dinlediğimde çok heyecanlanmıştım.
Sinan: O ilk şarkıya ne oldu sonra? Yayınladınız mı?
Alperen: Hayır, hiçbir zaman yayınlanmadı. Öylece duruyor.
Sinan: Neden? İlk çocuğunuzdu o? Neden öldürdünüz o çocuğu?
Şerif: Tamam bir şeyler yapıyorduk doğru ama… Karar aşamasında oldukça yavaş davrandığımızı söyleyebilirim. Biraz bu sektörden hiç kimseyi tanımıyor olmamızla alakalı bu durum sanıyorum. Kendi içimizde kavga noktasına geldiğimiz oldu. Yapalım, hemen yapalım, çalışalım yapalım, nasıl yapalım… Neyse ben bu ilk besteyi yapıp Alperen’e gönderdiğimde “tamam bu yaz sana geliyoruz, çalışıyoruz” dediler. Eskişehir’e gelecekler, birlikte kapanıp çalışacağız ve şarkıyı kaydedeceğiz!
Sinan: Ne güzel!
Şerif: Güzel de… Tamam bunca yıllık arkadaşız ama biz hiçbir zaman 20 gün boyunca bir eve kapanıp birlikte yaşamamış ki? Böyle bir deneyimimiz hiç olmamış… Eskişehir’deki evim çok sevimli, güzel bir ev ama küçücük bir ev. Daha önce aynı evde yaşamamış üç adam! 20 gün dayanabildik, sonunda kavga patladı. Sonrasında neredeyse 1 yıl boyunca birlikte bir şey yapmadık. Herkes kendi halinde takıldı. Sonra yeniden bir araya geldiğimizde o beste üzerinde konuşmadık. Müziğe, o besteye dair o zaman düşündüğümüz ne varsa değişmişti artık. Rafa kaldırdık o besteyi ve yolumuza devam ettik.
Çağrı: O ilk beste biraz bizim müziğe giriş aşamamız gibiydi. Sonrasında zaten müziğe bakışımız, zevklerimiz, tarzımız oldukça değişti, gelişti. Birlikte çalışmak üzere yeniden bir araya geldiğimizde artık o güne dek müzik adına kendimize kattığımız şeyler üzerinden yola devam ettik.
Alperen: Yaklaşık bir, bir buçuk sene geçmişti. O şarkı ve sonrasındaki süreç bize neyi yapabileceğimizi, neleri yapamayacağımızı, neyi bildiğimizi, nerelerde eksikliğimizin olduğunu da gösterdi. Çok iyi hatırlıyorum o yaz aranje nedir, prodüksiyon nedir, kayıt nasıl yapılır, temel müzik bilgilerim dahil olmak üzere her şeyi yeniden gözden geçirdim. Saatlerce, günlerce kafa yordum meseleye. O ilk şarkı kaydı sırasında ne çok şeyi bilmediğimizi fark ettim. Üçümüz de o süre içerisinde eksikliklerimizle yüzleştik ve yeniden bir araya geldiğimizde artık başka bir noktadaydık. O ilk bestenin çok ilerisine geçmiştik.
Sinan: Yaptığınız müziğin türü nedir? Bir kategorisi var mı müziğinizin?
Alperen: Şu an tek bir kelime ile açıklayamam. Tekno ögeleri de içeren, ambians popu da içeren bir müzik yapıyoruz. Her birimizin müzik yolculuğunun izlerini taşıyor üretimimiz.
Sinan: Alternatif rocka yakın olduğunuzu düşünmekle birlikte ben bir türe sığdıramadım mesela şarkılarınızı.
Şerif: “Eskiden tarzı” müzik yapıyoruz… Alperen’in de dediği gibi her şeyden önce her birimizin müzikal zevkleri ayrı. Birbirimizden çok farklı müzikler seviyor, dinliyor ve onlarla besleniyoruz. Üretime döndüğümüzde ise birimiz sözlerde, birimiz bestede, birimiz prodüksiyonda kendi dokunuşlarımızı yapıyoruz. Bazen birbirimize çok müdahale ettiğimiz de oluyor ama bu sayede her birimizi yansıtan, her birimizin dokunuşuyla şekillenen ortak bir üretim çıkıyor ortaya. Bu da müziğimizi çok da tanımlanabilen, kategorize edilebilen bir şeye dönüştürmüyor ki bence bu hepimizi tatmin eden bir sonuç aslında.
Sinan: Spotify da hangi kategoridesiniz mesela?
Alperen: Alternatif Pop. Ama bu mudur? Bence tam olarak hayır. Tanımlamak zor biraz.
Sinan: Bu durum zorluklara yol açmıyor mu? Sonuçta bir piyasanın içerisindesiniz ve piyasa bir şekilde her şeyi kategorize etme eğiliminde.
Alperen: İşte onu sound dizayn kısmında yaratmaya çalıştık. Müziğimiz zaman zaman farklı tarzlara göz kırpsa da bize ait, bizi yansıtan bir müzik. Hemen her şarkıda bulabilirsiniz bu farklılıkları. Biraz daha ambiyans bir tondadır gitar mesela. Çağrı ile çaldığımızda gitarda muhakkak böyle bir ton buluyoruz. Şerif’in vokalinde de bu slow, içten ton var. Bu biraz her şarkıda elimizin otomatik olarak gittiği, yakaladığı bir ton. Dinlediğimiz müzik tarzları ne kadar farklı olursa olsun, kendiliğinden buluştuğumuz bir ton var ve bu “işte bir Eskiden şarkısı” dedirten bir ton bizce. Dinleyenlerde yakalıyoruz bu bakışı ve çok hoşumuza gidiyor bu durum. Artık çok daha sık duyuyoruz bu tür yorumları.
Sinan: Tamamen kendi tatmininizi önceliklendiren bir duruş çok hoş tabii ama bir o kadar da lüks! Eğer hayatınızı müzik odaklı kurgulayacaksanız bir şekilde piyasa kurallarını dikkate almak zorunda kalacaksınız ve bazen sizin tatmininizle piyasanın beklentisi örtüşmeyebilecek? Ha eğer biz hayatımızı müzikten kazanacağımız gelirle idame ettirmeyeceğiz, zaten kendi mesleklerimizi yapıyoruz bir yandan, bu da bizi müzik üretimimizde özgürleştiriyor diyorsanız o başka tabii?
Şerif: Tıpkı cover yapıp kaydedip piyasaya sürmeme tercihimizdeki gibi bir durum var. Eskiden’in kendi tarzında, kendi şarkılarında ısrarcı olmamız bir keyif meselesi değil sadece, bu bir tercih, bir duruş. Çünkü en iyi yapabildiğimizi düşündüğümüz şey bu ve bunu yapıyoruz. Sorunuza gelince, sahne, müzik bir insanın şu anda geçimini sağlayabilir mi? Bir yerlerde çıkıp çalmanın sağlayabileceğini düşünmüyorum. Yani sadece müzikle hayatın idame ettirilebileceğini düşünmüyorum. Ama müzik hayatımın içerisinde her an var mı? Var! Dolayısıyla bir karar vermek durumunda olduğum kanısında değilim. Evet mühendisim, müzikle soluk alıp veren bir mühendisim ve bu ikisi arasında bir seçim yapmak durumunda değilim. Çünkü zaten üretiyorum, üretiyoruz.
Çağrı: Aynı fikirdeyim. Eş zamanlı olarak yürütebildiğimiz bir şey müzik üretimi. Şu anda bir araya gelebiliyor, birlikte üretebiliyor, birlikte şarkı yayınlayabiliyoruz. Bunun üstüne sahne de alırız. Farkındayım, bizim gibi grupların sadece müziğe odaklanarak hayatta kalabilmeleri zor. Yani bu bir noktadan sonra tercih olmanın da ötesinde bir zorunluluğa dönüşüyor. Ha, ama bir gün bir seçim yapmak zorunda kalırsam, kendi hayatım özelinde bir karar ver, mühendis misin, müzisyen misin denirse tercihimi kesinlikle müzisyenlikte kullanacağımı söyleyebilirim. Ama en azından şu an için bir seçim yapmak zorunda hissetmiyorum kendimi.
Sinan: Bir gün öyle bir seçim yapma noktasına geleceğinizi düşünüyor musunuz peki?
Alperen: Düşünüyorum. Çünkü birlikte üretebildiğimizi görüyorum. Geriye baktığımda birlikte yaptıklarımızdan mutlu oluyorum. Güzel bir şey yaptık! Açıp kendi şarkımızı dinlediğimde hissettiğim şey bu. Herhangi bir insanın kendi yaptığı işe güzel demesinden farklı bir şey bu ama… Hayatımız boyunca hep daha zor olanı tercih ettik biz ve bizim kendi yaptığımız işe “okey!” diyebilmemiz, kendi yaptığımız işten tatmin olabilmemiz hiç kolay değil. O yüzden o ilk şarkı yayınlanmadı hiç. Çünkü o zamanki bilgimizle yaptığımız işten tatmin olmadık. Şu an açıp dinleyip mutlu olduğumuz şarkının çok gerisindeydi, o zaman da bunu hissetmiştik. İşte bu zor bir seçimdi ve biz bu tür seçimler yapa yapa ilerliyoruz.
Üçümüz de bireysel olarak mükemmeliyetçi huya sahip insanlarız. Prodüksiyonun hiçbir aşamasına dair bilgi sahibi değilken şu an kendi şarkılarımızın üretiminde her aşamaya dahil olabiliyor ve bu üretimden tatmin oluyoruz. Mesela mix sırasında bir arkadaşımızın evinde çalışıyorken tıkandım, ben bunu yapamayacağım haberiniz olsun dedim arkadaşlara. Benim bilgim buna yetmeyecek! O noktada daha tecrübeli birilerinden destek istemek gerekiyor. Baktık, başkalarının yaptığı beğendiğimiz işleri yapanları listeledik. Bu insanların iletişim bilgilerini bulduk ve onlarla bağlantı kurduk. Mesela Barış’la bağlantımız böyle oldu. Gönderdiğimiz demoları dinlemesini ve bize yardımcı olmasını istedik. O da birlikte çalışalım dedi ve ilk kez profesyonel bir çalışmanın içine girdik. Bakar Gözlerin şarkısının prodüksiyonunda bize büyük desteği oldu. Mixi Barış yaptı ve Barış’ın devreye girmesiyle iş bir anda değişti. İşte bizim ısrarcı mükemmeliyetçiliğimiz bizi Barış’ı bulmaya, onunla çalışmaya götürdü.
Sinan: Müziğin arkasında sağlam bir mühendisliğin, tekniğin olması gerektiğini düşünüyorsunuz anladığım kadarıyla ve buna hâkim olmak için büyük çaba sarf ediyorsunuz.
Alperen: Evet müzik çok multidisipliner bir çalışmayı gerektiriyor. Ben henüz lisedeyken, üniversite hayatımın başlarındayken müziği dinlerken hep bu süreci kafamda canlandırmaya çalıştım. İşte müziği üretiyorlar, çalıp kaydediyorlar, birleştiriyorlar ve paylaşıyorlar… Ama mesele bu kadar basit değilmiş. Kaydediyorsun kaydetmesine ama kafanda canlandırdığın müzik çıkmıyor ortaya her kayıttan! Ekipman çok değiştiriyor işi. Hatta ürettiğin şarkının kalitesini büyük ölçüde ekipman belirliyor. Elimizde birkaç ekipman var ama yetersiz! Bir mikrofon kullanıyoruz mesela, dip gürültüsü var, çözülmüyor. Pandemi başladığında üçümüz de ailelerimizin yanına döndük. O dönem KYK kredisi alıyoruz. Aldığımız KYK kredilerini attık ortaya, o parayla ne alınabiliyorsa, alabileceğimiz en iyi ekipmanı almayı hedefledik. İş bununla bitmiyor tabii, kayıt yapacağız. Ses yalıtımı olan bir yer lazım. Çağrı’nın babası ayarladı sağ olsun, oraya girdik. Zaten pandemi dönemi, yapacak başka bir şey yok, günde 7-8 saat kayıt yapıyoruz. Biraz uyku, 7-8 saat kayıt, 7-8 saat prodüksiyon.! Çağrı gitar çalıyor, bakıyoruz bunun solosunu nasıl yazalım. Böyle geçti pandemi dönemi.
Her gün birbirinin tekrarıydı adeta. Soğuk kahve, gitar, kayıt, yemek, prodüksiyon! Sonra tekrar kahve, kayıt, prodüksiyon. Şimdi işler biraz daha kolay. Teknik altyapıda eksiklerimizi büyük ölçüde hallettik. Halledemeyeceğimiz kısımları bu işi iyi yapan insanlarla iletişim kurarak çözdük. Şerif İstanbul’da. Ben İstanbul’a taşındım. Yakında Çağrı da İstanbul’a taşınacak. Bunun faydası büyük oldu. Manisa’dayken mikrofon arıza yapsa ve acil olarak bir mikrofon bulmamız gerekse yok! Buradaysa ani bir sorunla karşılaştığımız anda bir arkadaşı arayıp çözebiliyorum. Stüdyo iletişimimiz var, yapımcımız var. Artık teknik sorunları hızlıca aşabileceğimiz bir network oluşmuş durumda. Müzisyenliğin dışında kalan teknik meseleler büyük ölçüde çözüldüğü için artık müziğe daha fazla odaklanabilecek bir noktaya geldik. Yapmak istediklerimizi yapabilir noktaya geldik artık. Şimdi bir şarkı yazdığımızda benim için yapmak zorunda olduklarım listesi eskisi kadar kabarık değil. Şu an çıkardığımız teklinin mixini ben yaptım mesela. Artık yapabiliyoruz, uygun ekipmanımız var. Daha önce bunu biliyor olsam bile yapamazdım çünkü ekipmanımız yoktu.
Sinan: Sonuçta pahalı bir teknoloji kullanıyorsunuz. Taşıma suyla değirmen dönmeyecek. Yatırım gerekecek. Eh herhalde çıkardığınız albümlerin getirisi de sınırlı olacak. Bir sponsorunuz, mali destekçiniz var mı? Arkanızda kimse var mı yani?
Alperen: Kendimizden başka kimse yok. Bir de yapımcı sözleşmemiz var. Yapımcının sağladığı belirli imkanlar var. Hepsi bundan ibaret. Üniversite öğrencisiyken KYK kredilerimizi koymuştuk ortaya. Şimdi de o zamanki gibi elimizdeki avucumuzdakini koyarız.
Sinan: iyi de artık üniversite öğrencisi olduğunuz yıllar geride kaldı. Bugün artık çıkış yapmaya hazırlanan bir müzik grubusunuz. Dolayısıyla o günlerdeki şartların ötesine geçmek zorundasınız. Bambaşka ilişkilere girmeniz gerekiyor artık. Mesela bu albümü konuşalım. Albüm üretildi, tüm teknik işler tamamlandı. 19 Ocak gecesi de artık tüm müzik platformlarında tekliniz yayına çıktı. Şimdi bambaşka bir yolculuk başlayacak hem o albüm hem de sizler açısından.
Alperen: Evet 19 Ocak’ta ilk tekli çıktı. Bu tekliden önce çıkardığımız şarkının üzerinden hayli zaman geçmişti. Bu tekli bir anlamda dinleyicinin nabzını ölçmek anlamına geliyor bizim açımızdan. Bundan sonraki yol haritamız biraz da buna göre şekillenecek. Gelecek tepkiler, yorumlar çok önemli bizim için. Fotoğraflarıyla, klibiyle buna göre ilerleyeceğiz. Teklinin arkasından da albüm yayınlanacak. Soruyu doğru anladıysam ve bir özeleştiri yapmak gerekirse eğer PR noktasında çok da iyi olduğumuz kanısında değilim. Bu konu üzerine gerektiği kadar eğilemiyoruz.
Albümün yayınlanmasından sonra artık PR açısından bir zemin oluşacak bence. Son 2 yılımız her şeyi bir düzene kavuşturma çabasıyla geçti. Albümle birlikte daha rahat ilerleyeceğiz düşüncesindeyim.
Bu sadece bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Biz müziğimizi en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz. Şimdi yaratmaya çalıştığımız bu markanın iyi olduğunu, yatırım yapmaya değer olduğunu, güzel bir showu içerdiğinin görülmesi ve birlikte üzerinde çalışılması gerekiyor. Ama artık sektör eskiye nazaran biraz daha farklı işliyor.. Yani bir yere gidelim, orada çalalım, insanlarla tanışalım ve ilerleyelim… Artık bambaşka işliyor kurallar ve bizim buna ayak uydurmamız gerektiğinin farkındayız.
Sinan: Benim bu konuda bir önermem olamaz elbette, anlamaya çalıştığım şey şu: Tamam ortada bir ürün var, iyi de bir ürün var. Her şeyden önce sizin bir ürün olduğunuzun farkına varmanız önemli. Bir ürün olduğunuzun farkındasınız değil mi? Mevcut koşullarda bence sadece bir ürünün olması da yeterli değil. Bunun aynı zamanda tüketilecek, tüketmeye değecek bir ürün olduğuna inanması gerekiyor insanların. Yani bir noktada işin esnaflık boyutu da yok mu sizce? Büyük bir cangıldasınız. Piyasanın içindeyseniz, piyasanın koyduğu bazı kurallara uymak, bazılarına uymamak diye bir seçenek olabilir mi?
Şerif: Harika bir soru! Bizim de kafamızı meşgul eden bir soru. Çağrı ve Alperen’in de vurguladığı gibi evet biz bu kurallara göre oynamak istemiyoruz. Bir noktada kimliğimize, ürettiğimiz müziğe güveniyoruz. Doğru, bir noktadan sonra işin içerisine ürettiğiniz müziği kitlelerle buluşturmak, bu müziği pazarlamak gerekli. Belki naif gelecek ama bu aşamada ben biraz da şansa inanıyorum. İyi işlerin bir noktada fark edildiğini, keşfedildiğini biliyorum. İnanıyorum ki dinleyici bu karmaşanın içerisinde iyi olanı, güzel işleri ayırabilir, keşfedebilir. Belirli bir noktaya kadar dinleyicinin bu sezgisine, iyiyle kötüyü ayırabilme yetisine güvenmek gerektiğini düşünüyorum. Ha o noktadan sonra belirli pazarlama adımları atılmaz mı? Tabii atılabilir. Profesyonel yardım alınabilir mi? Tabii alınabilir. Sonuçta biz müzikle uğraşan insanlarız ve ilgimiz müzik odaklı. PR, pazarlama gibi konular bizim uzmanlığımıza girmiyor. Bu durumda uzmanlara başvurmak, uzmanların görüş ve önerilerinden, hizmetlerinden yararlanmak elbette düşünülmelidir.
Alperen: Bugüne dek piyasa kuralları karşısındaki tutumumuz esnemedi. Önemli olan müziğimizi içimize sinecek biçimde üretebilmek ve bu konudaki samimiyetimizi yitirmemek, bu samimiyeti dinleyiciye aktarabilmek. Üçümüz açısından da en önemli mesele samimiyet ve içimize sinen bir müzikle dinleyiciyle buluşmak ve bunu hiçbir zaman pazarlama stratejilerine kurban etmemek.
Sinan: Pis ve şeytani bir soru sorayım. Genellikle müzik gruplarında vokaller, solistler baştan çıkarılmaya müsaittir derler. Gruplar bir süre sonra solistin “ben biraz da kendi başıma bir şeyler denemek istiyorum” çıkışıyla sıkıntı yaşar, hatta dağılır. Bir de grup kararları genellikle zorlayıcı olur, sonuçta herkes farklı karakter özelliklerine sahip, herkesin kendi gelecek planı zaman içerisinde farklılaşabilir? Grup içi çatışmalar ortaya çıkabilir? Şu an çok uyumlu görünüyorsunuz peki ya gelecekte?
Alperen: Grupta aykırı sayılabilecek çıkışlar genellikle benden çıkar. Çağrı çok uyumludur. Şerif ise herhangi bir karar alma sürecinde genellikle bizim hiç düşünmediğimiz parantezleri açar. Yani bu açıdan bakıldığında her birimizin kendimize özgü pis huylarımız var. İlk günden bu yana öyle sert biçimde ikilemde kaldığımız, müziğe dair çatışma yaşadığımız durumlar olmadı. Bugüne dek hep belirli bir ortak zeminde, müziğimiz temelinde, olumlu tartışmalar yaşadık ve bu doğrultuda ilerledik. Hep vurguladığımız gibi bizim için zemin müzik. Taviz veremeyeceğimiz tek şey müzik. Bir yapımcıyla konuşurken dokundurmayacağımız tek hassas çizgi müzik. Şarkıya müdahale bizim açımızdan kabul edilemez bir durum. İlkeleri olan ve bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı bir grubuz. Sektörün içinde pişerek, tabiri caizse kaşarlanarak gelmedik. Yeni şeyler öğrene öğrene, deneye deneye ilerledik. Her yeni öğrendiğimizi uyguladığımızda insanların tepkilerini ölçtük, onların önerilerine, yorumlarına kulak verdik. Birçok öneriyi dinleyip değerlendirdik ve reddettik. Bu reddedişlerimiz bazılarınca ukalalık olarak görülmüş olabilir.
Şerif: Eskişehir’de yaşadığım dönem boyunca belirli bir popülarite sağlamanın bütün koşulları vardı. Üniversite şehri, çok sayıda bar ve o barlarda sahne alan müzisyenler vardı. Çok da cazip teklifler aldım. Ama daha önce de vurguladığım gibi hiç ilgilenmedim böyle bir şeyle. Üç kişilik bir grubuz biz ve birbirimizin sorumluluğunu taşıyoruz. Üç kişi adına düşünmek, üç kişi adına hareket etmek, üç kişi adına konuşmak bazen sorun oluşturmuyor mu? Elbette oluşturuyor, sonuçta bu omuzlamanız gereken bir yük. Biz bunu seçtik. Birlikte yürüme kararı verdik ve bu şekilde ilerleyeceğiz.
Sinan: 19 Ocak’ta yayınlanan tekliden sonra süreç nasıl ilerleyecek? Bir albüm yolda anladığım kadarıyla?
Alperen: Bugüne dek olduğu gibi tamamen butik bir süreçle ilerleyeceğiz. Basın bültenimizden tasarımımıza kadar her şey kendi elimizden çıktı. Bunu bu şekilde yapmaya devam edeceğiz bir süre daha. İletişim de dahil olmak üzere her şeyde kendimizden bir parça olsun istiyoruz. İlk teklimiz “Sorun Var”. Dinleyicinin ilgisini çekecek bir şarkı olduğunu düşünüyoruz.
Sinan: Ben dinledim. Sonra bir daha dinledim… Galiba birkaç kez daha dinlemem gerekiyor.
Alperen: Ne düşünüyorsunuz?
Sinan: Birincisi burada soruları ben sorarım???? ikincisi bir müzik uzmanı değilim.
Alperen: Evet ama ne düşündüğünüzü bilmek isteriz.
Sinan: İlginç bir şarkı. Biraz… Nasıl desem… Rahatsız edici bir şarkı.
Alperen: Ne açıdan?
Sinan: Öyle arkana yaslanarak, konforlu bir şekilde dinlenebilecek bir şarkı değil.
Alperen: Demek ki amacımıza yaklaşmışız. Çünkü konforlu bir şarkı vaat etmedik. Tam tersine düşündürmek, rahatsız etmek istedik biraz. Hatta bu şarkıya ilişkin beklentimin uçlarda olacağını söyleyebilirim. Biraz bipolar bir şarkı… Ya çok sevecekler ya hiç sevmeyecekler dinleyenler. Öyle ortada bir tepki beklemiyoruz. Aksine dinleyenin irkilmesi, rahatsız olması, içine girmesi ve düşünmesini istediğimiz bir şarkı olmalıydı “Sorun Var”
Sinan: Derdiniz ne? Neden rahatsız etmek istiyorsunuz insanları?
Alperen: Üretirken ne kadar rahatsızlık duyduysak, dinlerken de dinleyicinin aynı rahatsızlığın en azından bir bölümünü deneyimlemesini istedik. Müzikte de sözlerde de belirli bir rahatsızlık dozu olsun istedik.
Şerif: Hayat da böyle değil mi? Değiştirmek istediğimiz şeyler var. Değiştirebileceğimiz şeyler… Ama değiştiremiyoruz. Elimizde olmasına rağmen değiştiremiyoruz ve bu rahatsızlık veriyor.
Alperen: Ne yapmamız gerektiğini ne yapabileceğimizi biliyoruz ama yapmıyoruz, yapamıyoruz. Bu yüzden de değiştiremiyoruz. Bu rahatsızlık üretimi tetikliyor. Dinleyici olarak daha çok üzüldüğüm, dinlerken rahatsız olduğum, beni konfor alanımdan çıkmaya zorlayan şarkıları seviyorum.
Çağrı: Hepimiz bu tür şarkıları sevdik, seviyoruz. Şerif de Alperen de tanıdığım kadarıyla hiçbir zaman öyle eğlenceli, sabun köpüğü şarkılardan hoşlanmadılar. Dinleyiciyi biraz bulanık bir havaya sokan, içindeki agresif duyguları açığa çıkaran, kabartan, üzen, yeri geldiğinde geren şarkılar sevdik hep. Dinlediğimiz şarkılar ürettiğimiz şarkılardan uzak duramazdı zaten. Bu arada iletişim konusunda Alperen’in sözlerine ek bir parantez açmak isterim. Bizler kendisiyle derdi olan, bu dertleri büyük ölçüde tespit etmiş fakat çözümler konusunda sıkıntı yaşayan insanlarız. Birçok insanda da bunu görebiliyoruz. Biz şarkılarımızda bu durumu anlatıyoruz. Evet senin, benim, bizim sorunlarımız var. Bunun farkındayız, biliyoruz. Bu açıdan içten bir tutumumuz oldu hep.
Sinan: Sorun olduğunu ve bunu bildiğinizi söylüyorsunuz. Beraberinde çözümün kendi ellerinde olduğunu da söylüyorsunuz dinleyiciye. Sorun var, çözüm de var ve bu çözüm tamamen senin elinde? Bir yandan karamsar bir dil kurduğunuz söylense de ümide, mücadeleye, kendine güvenme gereğine de işaret ediyorsunuz? Hani rahatsız edici bir şey var dedim ya burada çözüme dair somut bir ipucu görememek belki beni rahatsız etti ama ben 1000 yaşındayım ve hedef kitleniz değilim elbette…
Şerif: Aslında yaştan bağımsız olarak herkese hitap ediyor şarkı. Problemin çözümünü biliyoruz ve bu bilgi bize güç veriyor. Çünkü problemin farkındasın ve aslında nasıl çözeceğini de biliyorsun.
Alperen: Daha önce çözememiş olman çözemeyeceğin anlamına gelmiyor. Geriye dönüp baktığında çözebilirdim diyorsun. Tespitten kaynaklı bir kabulleniş olduğu kadar aynı zamanda bir güç var burada. Şarkının içinde kabulleniş kadar umut da var.
Şerif: Yazarken de bunun üzerinde çok düşündük. Birçok şey kendi elimizde, birçok şeyi başarabiliriz. Bu arada tekrar vurgulamak isterim, bence her yaş aralığındaki insanın dinleyebileceği şarkılar Eskiden şarkıları. Bizimle aynı problemleri yaşayan, hayatla alakalı düşünceleri olan her insan Eskiden şarkılarında kendilerinden bir şeyler bulabilir. Çünkü insanın varoluşundan kaynaklı sorunlardan söz ediyoruz ve bence çoğu insan bu sorunları hissediyor. Kabul, tüketmesi pek de kolay olmayan bir müzik ama içine girdikçe alışıyorsunuz bence.
Sinan: Dinleyicinizi tanıyorsunuz yani?
Şerif: Evet birbirimize kesinlikle hiç yabancı değiliz????
Sinan: Bundan sonra gelecek şarkılar “Sorun Var” ı tamamlayacak şarkılar mı olacak? Yani bir hikâye mi dinlemiş olacağız bütüne baktığımızda.
Alperen: Bence tamamlayacak. Her şey bir şiirle başladığından şarkı da kolektif bir şuur gibi hepimizde bir anda uyandı. Şerif sözleri yazarken, eklemeler çıkarmalar yaparken hepimiz aynı noktadayız. Bir hikâye anlatıyoruz ve birlikte o hikâyeyi tamamlayacağız. Kendimize, içinde yaşadığımız topluma, hayata dair bir hikâye… Albümün tamamını dinlediğimde ben en azından kendi adıma kendimle alakalı bir hikâye anlattığım hissini yaşadım. Tabii Şerif ve Çağrı’ya da sormak lazım, bizim için albüm bitti mi?
Çağrı: Bu albüm bitti. Yeni albümlere kadar???? Step by step ilerleyeceğiz bu keşif yolculuğunda. Şimdi işin teknik bir süreci var tabii, o başladı ama bundan sonraki süreçte yeniden bir araya geleceğiz ve yeni bir hikâyeye başlayacağız.
Şerif: Evet ilk andan itibaren şarkılar girdi, şarkılar çıkarıldı, şarkılar değiştirildi. Üç, dört, beş kez… Bütün bu süreçte albüm olgunlaşmış oldu. Şarkıları yazarken, üretirken düşündüğüm şey, bendeki hissiyat insanların kendi hayatlarındaki problemler, belli bir zaman sonra çözülemediğinde, artık çözüm bilinse bile kişinin konfor alanı haline geliyor. İnsanlar ancak konfor alanlarından çıktıklarında, meselenin üstesinden geldiklerinde hayatları yoluna girmiş oluyor. Ancak böyle başarabiliyorlar. Şarkıların içerdiği mesaj bence bu.
Sinan: Belirli bir matematiği olduğu söylenir şarkı sözlerinin. Birlikte şarkı üretiyorsunuz, nasıl bir matematik bu?
Şerif: Birlikte yazıyoruz, bence bir matematik yok.
Sinan: Ama bir duyguyu ifade ederken “abi şu söz şurada cuk oturdu!” diye bir parmak şıklatmak yok mu?
Şerif: Hayır hayır! Dinledikten sonra “aa burası çok tatlı olmuş” diye birbirimize feedback verdiğimiz oluyor tabii ama hani şu sözcüğü şuraya koymam gerekiyor, şurada şu sözcüğü kullanırsam çok tatlı durur şarkının içinde diye bir durum olmuyor genelde. Ben yazarken çok fazla düşünmüyorum açıkçası. Sizin sözünü ettiğiniz durum daha çok beste aşamasında yaşanıyor. Şarkıyı yazıyoruz, kayıtta karşımıza çıkıyor sorun. Burada bir şey eksik diyoruz mesela… Eksik olan ne? Gitar mı girmeli? Melodi mi? Beş, altı, hatta on kez denediğimiz oluyor. Üzerinde çok düşünüp tartışıyoruz. Özellikle de Alperen! Mesela “Sorun Var” da yaşadık bunu. Alperen dedi ki “abi nakaratta bir şey lazım”… Saatlerce kafa yorduk, ne lazım, ne lazım!
Çağrı: En sonunda ben bir gitar solo çektim…
Şerif: Evet ve o gün Alperen herhalde mutluluktan ağladı! Yani bu şekilde yürüyor bizde işler. Daha çok beste tarafında.
Sinan: Bir bildiri müziği mi yapıyorsunuz yoksa hayır bizim bildiri derdimiz yok, kendi sözümüzü söylüyoruz, yanında da bir manuel bulundurma ihtiyacı hissetmiyoruz mu diyorsunuz?
Alperen: Her şarkının bir mesajı olsun, bir bildirisi olsun yaklaşımı bence sağlıklı bir yaklaşım değil. Önemli olan bizim ne hissettiğimizin dinleyiciye geçmesi. Şerif bir söz yazdığında, o sözleri dinlerken onun ne düşündüğünü ne hissettiğini ne amaçla yazdığını hissedebiliyorum. Bu nedenle benim açımdan Şerif’in sözleri anlamlı oluyor. Sözlerde tanıdığım bir insanı görüyorum.
Şerif: Eskiden tarzı dediğimiz şey bence tamamen bununla alakalı.
Sinan: Konserler gelecek mi?
Şerif: E tabii albüm yayınlandığında artık bir konsere çıkabilecek kadar şarkımız olacak.
Alperen: Albümün çıkmasının ardından yaz sezonu başlamış olacak. Konserleri planlamak için de uygun bir zaman. Zaten hazırlıklar da ancak tamamlanmış olur. Fotoğraflar, klipler derken zaten yaz sezonuna girmiş olacağız.
Sinan: Peki, samimi yanıtlarınız için çok teşekkür ediyorum. Dilerim çıktığınız yolculuğun her limanı keyfinize ve heyecanınıza yeni keyifler, heyecanlar eklesin…
ESKİDEN’i Takip Etmek İsterseniz: