Tamer Durak: Peki eski kariyerinizden arkadaşlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz? Görüştükleriniz var mı? Sizin gibi olanlar var mı?
Temel Yolgeçenli: Vallahi hepsinin söylediği “Temel’in içinden bir sanatçı çıktı” diyerek bir anlamda dalga geçiyorlar, bir anlamda övüyorlar, sağolsunlar. Ben böyle bir adam değildim açıkçası profesyonel hayatımda. Bugünkü hayatıma baktığınızda, eskiden profesyonel yaşamıma baktığınızda göreceğiniz Temel biraz farklı insanlardı ama onlar da diyorlar ki bak bak Temel neler yapıyor falan. Benzer iş yapanlar var mı? Aynısını yapanlar yok ama farklı şeyler yapanlar var. Bazı arkadaşlarım var profesyonel ortam ya da okul, eğitim döneminden arkadaşlarım, gezmeyi seviyorlar, öyle güzel yerlere gidiyorlar ki ben oralara gidemiyorum. Oralara gidiyorlar, fotoğraflarını çekiyorlar, bir şeyler yapıyorlar. Bir arkadaşım kitap çıkarttı. Başka türlü zamanını değerlendirenler var. Herkes biraz da kendi ekonomik durumuna göre yapabiliyor bunu. Artık emekli oldukça çeşitli arkadaşlarımın çeşitli kanallara evrildiklerini görüyorum açıkçası. Benim gibi eliyle bir şeyler yapmıyor da başka şeyler yapıyorlar. Reçel yapanlar da var, yemek yapanlar da var.
Tamer Durak: Vitray ile marangozluğa baktığımızda ikisinin arasında nasıl farklar nasıl benzerlikler var?
Temel Yolgeçenli: Aslında birbirine çok benzer. Çok bir fark yok. Bir tek marangozluk çok daha tozlu bir olay:) Çok daha büyük alanlar çok daha büyük makineler gerektiriyor diyeyim. İkisinde de ne yapmak istediğinize karar veriyorsunuz. Kafanızda oluşturuyorsunuz. Gerekirse çizimler yapıyorsunuz, ben daima yapacağım şeyin çizimini yaparım. Vitrayda da yaparım, marangozken de yapardım. Ölçümlendiririm. Sonra malzemeleri temin ediyorsunuz. Sonra o malzemeleri gerekli biçimde kesiyor, biçiyor, zımparalıyor, parlatıyorsunuz, sonra birleştiriyorsunuz, temizliyor, cilalıyorsunuz ve bitiyor. Aslında süreç ikisinde aynı, sadece kullanılan malzemeler farklı. Aslında bir çok şeyin üretimini bu süreçte tanımlamak mümkün.
Tamer Durak: Şimdi geriye dönersek, sizin İstanbul Erkek Lisesi mezunu olduğunuzu biliyorum, Boğaziçi İşletme mezunusunuz ayrıca. Mesleki seçiminizi yaparkenki siz ile bugünkü siz ile nasıl farklar var? Bugünkü deneyimlerinize haiz olsaydınız, BÜ işletme yerine başka bir sanat bölümünü tercih eder miydiniz?
Temel Yolgeçenli: Ben işte o zamanı bugün değerlendirdiğimde, geriye doğru bakıyorum. 79’da 1979’da İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun oldum. İyi bir okuldan mezun oldum, o zaman da iyi bir okuldu, bildiğim kadarıyla şimdi de iyi bir okul. Üniversite sınavında hiç zorlandığımı hatırlamıyorum. Vasat bir şekilde hazırlandım, o zaman herkes vasat hazırlanırdı ve beni kimse hangi okula gireceğim konusunda yönlendirmedi. Annem doktor olmamı isterdi, ben de doktor olmak istemiyordum, şu anda söyleyebileceğim tek şey o. İşte o zaman çevremizden arkadaşlarımızdan falan duyduğumuz işte Boğaziçi Üniversitesi çok güzel, çok havalı. Onların içinde hele İşletme Fakültesi o da havalı ve ayrıca güzel, oraya gitmek iyi olur. Onu yazdım. Hatta galiba eğer yanlış hatırlamıyorsam birinci tercihime endüstri mi yazmıştım acaba diyorum ama hatırlamıyorum şu anda. Yazdıysam da kazanamamışım demek ki, İşletme Fakültesi’ne girdim. O andan itibaren daima bir işletmeyi, bir grubu, bir insan grubunu yönetmekle ilgili çalıştım. Şahsen iş yaptığım dönemlerde oldu, mesela üniversitede olan ilgimden dolayı, bilgisayar programı yazmayı öğrenmiştim ve ilk iş olarak da bilgisayar programcılığını da kullanabildiği Arthur Andersen’a danışmanlık bölümüne girdim. O yıllarda onu kullandım ama yönetim danışmanlığı verdik çeşitli şirketlere o firmadayken. Sonra bankacılık sektörüne atladım. Bankacılık sektöründe daima yönetici oldum. Bilfiil yaptığım iş yöneticilikti. İlk önce yazılım geliştirme, bilgi işlem bölümlerinde çalıştım. Sonra oradan bankanın teknolojiyi kullanan bölümlerine, işte internet bankacılığı, mobil bankacılık, ATM yönetimi gibi işlerle uğraştım ama hep iş yaptırdım ben, iş yapanları yönettim daha doğrusu. Sonra da emekli oldum ama bugün geldiğim noktada baktığımda ben aslında, üniversite yıllarında yönetmekten ziyade bir şeyleri şahsen yapmaya odaklansaydım, bir nevi altın bilezik sahibi olsaydım, bu altın bilezik nedir? Çivi çakmayı bilmek, kaynak yapmayı bilmek. Basit şeyler söylüyorum ama bir altın bilezik sahibi olsam daha faydalı olurdum kendime veya daha mutlu olurdum, aynı şey değil de daha mutlu olurdum diye düşünüyorum. Bunu şeye benzetmek mümkün ne yazık ki ülkemizde şu anda üniversite bitireyim de en iyisi olayım diye bakılırken bizi kıskanan Almanya’da üniversiteye gitmek yerine bir teknik bir okula giderek çok iyi bir iş üreticisi olabiliyorsunuz ve aynı refah seviyelerini yakalaya biliyorsunuz. Bizim ülkemizde bu mümkün değil. Keşke olabilseydi. En başta geldiğimiz soruya geleceğim yani daha farklı bir seçimim olur muydu? Zannederim olurdu. Bir şeyleri üretebileceğim, makine üretebileceğim belki bir ev yapabileceğim, belki bir fabrika yapabileceğim, belki bir heykel, bir resim yapabileceğim sektöre girerdim, bilemiyorum ama bugün geldiğim noktada onları yaptık bıraktık, oradan emekli olduk, tek başıma ellerimle ürettiğim şeyleri yapmaktan mutluyum.