Kaybedenler Kulübü: Bir Kadıköy Röportajı

0
1454

“türkiye’nin siyasal iklimiyle ilgili iyi şeyler hissetmiyorum. hiç iyi hissetmiyorum” 

Ulvi: 1-2 kelam da Kadıköy üzerine edelim mi? Kadıköy’süz Kaan Çaydamlı – Mehmet Öztekin röportajı yok yani?
Kaan Çaydamlı: Ben şunu tespit ettim,  sen hep güzel güzel konularda konuşmak istiyorsun insanlarla, bu herif te sürekli provokasyon peşinde. O yüzden çok düşündüm bu röportaj üzerinde! (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Abi bir tek şey söyleyeyim,  Veronica’da anlattığım bir şey…  Barlar sokağına indiğimizde “oh be” demiştik. (Gülüşmeler) Her zaman söylerim; bu, vapurdan her indiğimde hissettiğim duygudur…  Karşıda işimi bitirir vapura biner Kadıköy’de inerim… Karşıda hep bir an önce bitirilmesi ve dönülmesi gereken bir şey vardır. Ama buradaysa hep bir rahatlık, gevşeklik ve sonu olmayan bir hal vardır… Gerekmediği sürece de karşıya geçmem zaten.  

Kaan Çaydamlı: Beyoğlu’na yılda bir kere çıkarsak çıkarız… Ama ben şunu da düşünüyorum mesela, eskinin Moda’sıyla şu anki Moda da çok farklı… Eskiden mahalle kültürü vardı, o mahallenin kültürüyle yetişirdin… Ben öyleyim, Kuzguncuk’ta Çelik Çomak Sokak’ta büyüdüm. “Anne”den önce “Melahat abla” demişim mesela… Yumurta getirirmiş bize… Mahallede büyüdük yani…  Şehir, kent “soylulaştıkça”, mahalle kavramı ortadan kalktıkça, bu sefer artık daha büyük bir alana ait olma durumu çıktı… Her insan aslında mesela Fikirtepe’lidir, Nişantaşı’lıdır, şuralıdır buralıdır… Nişantaşı’nın bir kültürü var. Nişantaşı’nda yaşıyorsan, o kültür ister istemez sana sirayet eder.  Seni belirler… Dolaştığın yerden, içtiğin kahveden bilmem neye kadar… Böyle az nokta var artık. Kadıköy bunlardan biridir. Tamam, Kadıköy eski Kadıköy değil… 15-20 yıl önceki Kadıköy bile değil artık… Akmar Pasajı artık Akmar Pasajı değil, ama zihni orada… Bir programda da söylemiştim, ne kadar hayatla yaşarsan o kadar ölümle ölürsün ve bir yerde öldükçe, oraya ait olmaya başlarsın… Biraz böyle karanlık bir durum ama Kadıköy benim için öyle… Oradan beslendik, oradaki insanlardan beslendik. Orada “route”larımız oldu; hiç konuşmadan, her pazar aynı yerde buluştuk, çay içtik…  Aldığımız şeyleri gösterdik, insanlarla selamlaştık falan filan…  Bütün bunlar bizi belirledi. O insan yapısı Nişantaşı olsa başka olurdu, Kuzguncuk olsa başka bir insan olurduk diye düşünüyorum…  Moda’da bir önceki kuşak daha farklıydı mesela… Daha gayrı müslimdi…  Cihangir’e bakın. Bütün sanatçılar boklar püsürler oraya yerleşiyor ama orası hala  “bir şey” değil… Ama bunlar bir 20 sene boyunca orada kalmaya devam ederlerse, orayla bütünleşebilirlerse…

Mehmet Öztekin: E kaçıyorlar şimdi…
Ulvi: “Yapma” bir yer tabii…
Mehmet Öztekin: Moda’ya uyum sağlıyorlar ama…  Bak biz saçma sapan bir şekilde “Kadıköy sound” markası oluşturmaya çalıştık Kaan’la. Kadıköy’deki müzisyenleri bir araya toplayacak bir projeydi. Buruk Acı’da bu çok hip bir noktaya çıkmıştı. 2004’te biz Buruk Acı’yı çektikten sonra Elle Dergisi Buruk Acı’yla ilgili bir haber yapmak istediğinde ben bunun bir “Kadıköy Sound” haberine dönüştürülmesi için uğraşmıştım. “Kadıköy Sound: Bir Yaşam Biçimi”… 2004’te Elle Dergisinde 4 sayfalık bir habere dönüştü bu…  İçinde Kaan’ın, Şenol’un, Altan’ın, Cenk’in de olduğu bir dosyaya dönüştü… Çok uzak kalabildikleri bir şey değildi… 99’da yılında Esquire, “cumartesi geceleri seks yapmadan mutlu olamazsın: kaybedenler kulübü” başlığıyla haber yaptı mesela…  Bu örnekleri vermemin sebebi,  popüler kültür nesneleri olması… Yoksa zaten alt kültür nesnelerinde her zaman vardı, hala da var…  Bu da, duruşunun netliği yüzünden bence…
Kaan Çaydamlı: Çizgi romanın merkezi hâla Kadıköy’dür mesela…  Hiç değişmiyor ve bence zor değişir… İnsanlar çizgi roman almak için Kadıköy’e geliyor. Bütün yayıncılar orada, değişmedi bu…  biz
Mehmet Öztekin: Kadıköy Sound meselesi konuşulurken işte Cem Karaca, Barış Manço, Cahit Berkay, Moğollar… Bunları da konuşmuş oluyorsun… Köhne’ye kadar gider bu… Laterna Bülent’in laterna dükkânına… Sonra tabii Akmar… Bütün kasetler, plaklar orada…  
Ulvi: Tabii canım… İlk toplama kaset, sokakta plak kaset satmak orada…
Kaan Çaydamlı: Çöpçüler de Kadıköy’dedir? Çöp müzayedeleri yapılır…
Mehmet Öztekin: Motor da öyle?
Kaan Çaydamlı: Bir başka gerçek var: Kuşak değiştikçe yapı değişiyor… Tabii ki kültürle ilgili değişmeyen bir şey yok… Eskiden Kızıltoprak ta Kadıköy’dü, Kalamış ta Kadıköy’dü… Hepsi Kadıköy’dü… Şimdi yürüdüğünde başka bir durum var ortada…  Bence Moda’da öyle değişti… Buna rağmen Moda hala daha Moda tabii… Ama bu dallamalar TOKİ’ye verirse o kenarları görürüm Moda’yı da…
Ulvi: Yok hala Sherwood adıyla anılan parkı varsa, bu herşeyi anlatıyor zaten (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Şu metro işi var, bitince fena… Haydarpaşa otel oluyor, o şeyi de diktiler zaten…
Ulvi: Evet, Hilton’u diktiler
Sinan: Feci bir şey oldu o !
Kaan Çaydamlı: Korkunç!
Mehmet Öztekin: Evet ya! Hep konuşuyorduk da yani, ne kadar garip görünüyor!
Kaan Çaydamlı: Ne kadar güzel bir bina vardı orada biliyor musunuz? Kocaman bir bahçenin içindeydi…
Ulvi: Ya gitmedim girmedim ama mesela rıhtımdaki her otelin bir kişiliği var. Kadıköy’ün ruhu var sonuçta…
Kaan Çaydamlı: Evet sakil durmuyor…  Tabii Beyoğlu’na alışkın insanlar Kadıköy’e gelince sıkılma kafasına giriyorlar ama, müdavim barlarımız vardır bizim Kadıköy’de…  Girersin, herkese selam verirsin…
Mehmet Öztekin: Eee? Bitti mi yani röportaj?

Sinan: Yok canım, öyle kolay kurtulmak yok… Kaan, Türkiye’nin iklimini nasıl görüyorsun?
Kaan Çaydamlı:
 Yani iklim anlamında mı soruyorsun?
Sinan: Siyasal olarak…
Kaan Çaydamlı:
 Durum ortada! Bas bas bağırıyor zaten! Bir felakete doğru gidiyoruz işte…  Çok akıllı bir stratejiyle, çok uzun zamandır İran’a doğru gidiyoruz işte…
Sinan: Öyle bir algın var yani?
Kaan Çaydamlı:
  Var tabii… En son okuduğum şey korkunç mesela… Aile İmamı!  Ne bu ya?
Sinan: Adana pilot bölge…
Kaan Çaydamlı:
 Evet, Adana pilot bölge!
Mehmet Öztekin: O ne lan? İlk defa duyuyorum?
Kaan Çaydamlı: Evet, evet! Çok düşündüm imamı alayım mı almayayım mı diye, almaya karar verdim! Çünkü bir imam eve geliyorsa tanrı var diye geliyor. O zaman bunu ispatlamak zorunda. Yani çok bas bas bağırıyor! Çok akıllıca… Yıllarca didine didine, kozayı öre öre bütün kaleleri düşürdüler… Her yana sızdılar… İstedikleri gibi gidiyorlar… İran’a doğru gitmez tabii burası, çünkü bunlar daha global durumdalar. Daha tüccarlar. Dini sattıkları gibi her şeyi satmakla ilgililer. Ama bu cemaat kafasıyla ve elde ettikleri rantı da dağıtmayı becererek, koşarak gidiyorlar. Müthiş buluyorum yani…
Sinan: Giderek muhafazakârlaşan bir toplum yapısı var ve senin algı dünyan bu muhafazakârlaşmayla örtüşmüyor.
Kaan Çaydamlı:
 Örtüşmüyor tabii!
Sinan: Ve senin yaşama alanın daraldığı ölçüde manevra alanın da daralıyor… Yani yayıncı olarak da böyle, insan olarak da böyle?
Kaan Çaydamlı:
 Çok fazla sürdürebilir miyizle ilgili bir kaygım var tabii…  Ne zaman savcının karşısına çıkacağımızı bekliyorum…  Geçen gün Valinin sekreteri aradı, kitap istedi.  Biz de “tamam, zamanı gelmişti” dedik.  Meğerse bir yerlerde bizim makarna canavarını görmüş, çok hoşuna gitmiş de rica etmiş birer tane gönderir misiniz diye…  İyi mi yaptık kötü mü yaptık ama gönderdik (Kahkahalar) Yani bu tedirginlik var… Tabii bu tedirginlik hep vardı aslında ama bu kadar yoğun değildi. Hani “ne zaman kapı çalar?” durumu değildi. Bunu güçlü biçimde hissettiren bir iklim var artık. Bunu çok fazla hissediyoruz. Bu senin söylediğin şeyle de ilgili biraz. Hani dedin ya “50 yaşındasın, çocuğun var” diyorsun ya? Ama aksini yapmak ta, aksi davranmak ta mümkün değil…
Sinan: Meşrebim bu diyorsun.
Kaan Çaydamlı:
 Şunu gözlüyorum ben.  Televizyonlara baktığımda artık detayları konuşmaya başladıklarını görüyorum. Hani bir sürü grup ortak bir çıkar için savaşır, ele geçirir ve sonra başlarlar kendi aralarında “ayrıntıları” konuşmaya…  İşte bunlar televizyonlarda artık mezhepleri konuşmaya başladılar, ensesti konuşmaya başladılar… Geçen gün hocalardan biri televizyonda konuşuyordu. Hani bunlar eskiden eziliyorlardı ve yoksulluk, fukaralık meselelerini konuşurlardı ya, şimdi hoca çıkmış “Müslüman’a böyle gösterişli, şatafatlı yaşamak yakışmaz” diyor… Artık bambaşka detaylardan söz ediyorlar yani… Bence bu aslında bir çözülmenin de başlangıcıdır.  O kadar rahatladılar ki artık ensesti bile konuşuyorlar…  “Muta nikâhı şirk midir?” gibi detayları tartışıyorlar… İnanılmaz yani, artık o noktaya geldiler! Kanal 7’ de galiba, bir hoca var bayılıyorum adama…  Evde oturup onları seyrediyorum. Yolda, radyoda bunları dinliyorum. Ankara yolunda bir tane pompacı imam vardı, beraber dinledik değil mi Mehmet?  Acayip bir ses var herifte, hemen vermek istiyorsun! (Kahkahalar) Sırf karılar arıyor ve sordukları sorulara inanamazsın. “Bilmem izlerken, bilmem ne oldu hocam, acaba şey olur mu?” (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Ulan çok sert laflar vardı ya! “Islandım” falan diyordu kadın!
Kaan Çaydamlı: “Islandım acaba oruç gitti mi” (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Biz inanamıyoruz adamla Ankara’dan dönerken! Ne oluyor, nasıl bir şey bu!
Kaan Çaydamlı: İstasyonu kaybedeceğiz uzaklaştıkça, “ulan gidiyor istasyon, duralım da kaçırmayalım” demeye başladık. (Kahkahalar) Mola verelim de kanal gitmesin! Acayip pompa yapmıştır o hoca! (Kahkahalar) İşte şimdi bunlar ortaya çıkacak! Yani işin laf kısmı bitip de birbirlerinin karılarını s.kmeye başladıkları gün her şey dağılacak! Onu bekliyorum… Yapacaklar çünkü! Çünkü bunlar dini apış aralarında arıyorlar! Bir tek def var diyor mesela, deften başka çalgı çalınmaz, bunları çağırmayın diyor…  Tanrı “ne yaptın?” diye sorduğunda “zurnacıydım” mı diyecek yahu adam?
Ulvi: Aynı herifin bir videosu daha var, “bir akrabama söyledim, böyle giyinerek erkeklere zalimlik ediyorsun” diyor herif…  
Kaan Çaydamlı:
 Hastalık bu!
Ulvi: Valla ben ki o kadar rahat bir adamımdır,  hayatta hiç bir kadına bunu söyleyemem: “böyle giyinerek bana zalimlik yapıyorsun!”
Mehmet Öztekin:
 Aklına gelmez ki?  Asıl mesele bu işte… Böyle bir şeyin aklına gelmemesi lazım…
Kaan Çaydamlı: Herifin argümanı şu abi: def çalabilirsin, diğer çalgıların hepsi günaha götürdüğü için haramdır.  Kadın sesi de öyle…  Konuşarak değil de işte, biraz oynak olduğunda…
Ulvi: İç gıcıklayıcı!
Kaan Çaydamlı:
 İç gıcıklayıcı olduğunda… İşte şarkı söylemesin… İçlerindeki radikaller, içlerindeki “her şeyi Amerika’ya satalım, parayı götürelimciler” bunları konuşmaya başladılar artık… Ensesti de konuşuyorlar, eskiden üstü örtülü yapılan ne varsa hepsini konuşuyorlar artık…
Sinan: Bu olumlu değil mi sence? Artık herşeyin konuşulabilir hale gelmesi? Eskiden tabu olan en uç konuları bile kendi aralarında konuşuyor olmaları?
Kaan Çaydamlı:
 Ama bunu bir çözülme halinde konuşuyorlar. O kadar rahatladılar ki?  Sonuçta bir Müslüman imajı var…  Hani Müslüman ahlâklıdır, haram yemez, yardımseverdir, başka karıya bakmaz falan…  Eskiden bu söylem vardı, ama o kadar rahatladılar ki artık bu söylemleri aştılar… İşin tedirgin edici yanı bu… Zaten haritaya baktığımızda da bir şekil çıktı ortaya. İşte deniz kenarındaki adam, balık yiyen adamlar mantıklı oluyorlar (Kahkahalar) Gülmeyin, budur abi! Zeytinyağı, üzüm, incir! Roma İmparatorluğu da şarap üzerine kurulmuştu. Böyle bir durum var, fiili bir bölünme var… Bana hiç te komplo teorisi gibi gelmiyor. Bir Sevr durumu var. Irak’taki petrol bölgesini Kürt devletine dönüştürmek, Pontus Rum Devletini kurmak falan, hiç de komplo teorisi gibi gelmiyor. Kürt açılımı dedikleri şey nedir? Dağıtmaya yönelik bir şeydir. Adamın bir kültürü var, ana dili var. Biz nasıl Kadıköylüysek bu herif de Kürt! Ben öyle bakıyorum meseleye… Adam Kürtçeyi duymuş doğduğundan beri, bırak konuşsun! Dilini ver! Aç özgürlük alanlarını insanlara…  O zaman zaten problem kendiliğinden hallolacak. Çözmeye uğraşmıyorlar! Dağdaki adam işlerine geliyor bunların… Kullanıyorlar! Hakikaten, orayı bölüp Kuzey Irak’la birlikte Kürdistan’ı kuracaklar. Petrol orada, enerji yolları orada… Bu argümanlara bakınca durum hiç de komplo teorisi olarak gelmiyor, gayet akılcı geliyor… Ama bütün bunlar 200 yıl sürer, ya sonra? 200 yıl sonra petrol biter… Ondan sonra Allah’ın çölünde kimsenin s.kinde olmaz oraları… O zaman normale döneriz. Her şey enerjiyi kontrolle ilgili! Dert bu! Belki teknoloji gelişir, bu petrol kafası biterse rahatlarız…
Mehmet Öztekin: Başka bir şey çıkar o zaman da…  Dünyanın derdi her zaman bu oldu. Baharat yolu vardı eskiden de…
Ulvi: Eh bitmez, rüzgârı kontrol edeyim, suyu kontrol edeyim, sürer gider…
Kaan Çaydamlı:
 Çok küçüğüz hakikaten…  Bu noktalarda hem bilgiye sahip değiliz, hem de etkili olabilecek bir durumumuz yok. Koyun gibi takılıyoruz işte. Böyle…  Türkiye’nin iklimiyle ilgili böyle düşünüyorum. İyi hissetmiyorum! Hiç iyi hissetmiyorum!