Kaybedenler Kulübü: Bir Kadıköy Röportajı

0
1454

“babalarımızı affedersek ne kalır geriye?”

Ulvi: Mehmet, Kaybedenler’le ilgili son bir şey soracağım. Çok hayalindi biliyorum. Yaptın ve “rahatladın” herhalde?

Mehmet Öztekin:  Yaşıyorum evet…

Ulvi: Sırada ne var şimdi? Pompaya devam mı? (Kahkahalar)  

Mehmet Öztekin: Devam, devam! (Kahkahalar)

Ulvi: Sırada ne olduğunu söyle, gerekirse on yıl, on beş yıl bekleriz.  

Mehmet Öztekin: Kaybedenler Kulübü sinematografik açıdan yapmayı çok istediğim bir projeydi. Kendimi hiç sınırlamayacağım bir proje olarak tahayyül etmiştim bunu… Gerçi Kaan biraz sınırladı (Kahkahalar) Ondan önce yazdığım bir senaryo daha var: “Sigara İçenler”. Çok sevdiğim bir senaryo ama hayatın gerçekleri malum… Bunu çekersem hiç kimse arkasında duramaz, yatırım yapmaz, televizyonda gösterilemez… Sigara yasakları malum…

Sinan:  Geç kaldın!

Mehmet Öztekin: Evet! Onu yapmayı çok istiyorum ama durur artık, 10 sene mi, 15 sene mi bilemem…  Bir gün yaparız. Bunun dışında yazılmış ve yazılmakta olan bir kaç proje daha var. Kaan’ın az önce söylediği gibi bizim beslendiğimiz şey bu aslında… Şimdi bitti, o defteri kapattık demek mümkün değil ki? Ne yapacağız, şimdi bir Foça hikâyesi yazacak halimiz yok ya? Dolayısıyla yine aynı yerden beslenen başka bir hikâye var, şu anda onla devam ediyoruz… Kaan yazıyor…

Kaan Çaydamlı: Birlikte yazıyoruz.

Sinan: Kaan, evli barklı çoluk çocuk sahibi bir adam olduğun için mi bu sohbette hiç karı kız muhabbeti falan olmadı? (Kahkahalar) Ne pompa hikâyesi duydum ne küfür bu röportajda?

Kaan Çaydamlı: Ee, yaşlandık tabii!

Sinan: Yavaşladınız mı yani artık?

Kaan Çaydamlı: Provokatör demiştim! (Kahkahalar) Ben yavaşladım, Mehmet’in yavaşladığı söylenemez…

Sinan: Dur bir dur, nasıl yavaşladın? Mehmet’e geliriz birazdan o daha genç!

Kaan Çaydamlı: Sen dedin şimdi işte? E g.t var göbek var?

Sinan: Ohoo,  bizim Ulvi’ye bile sıraya giriyorlar, sana haydi haydi! (Kahkahalar)

Kaan Çaydamlı: Tamam da o adamın cüssesi, duruşu?…

Sinan: Aman ben hep bakmışımdır bu herifin nesi var diye…  Senin karizma da sağlam!

Ulvi: Benim avantajım var! “Ben Kaan’ı tanıyorum, Mehmet’i tanıyorum” diyorum… Onlar ne diyecekler? Ulvi’yi tanıyorum mu diyecekler (Kahkahalar)

Sinan: Neyse, kaçak güreşmeyelim lütfen. Kadınlar diyorum?

Kaan Çaydamlı: Yani seviyoruz kadınları…  Hâla daha seviyoruz yani… Bacımız, anamız onlar yani… (Kahkahalar)

Sinan: Sevdiğini biliyoruz da…

Kaan Çaydamlı: Neyi soruyorsun burada şimdi yahu? (Kahkahalar) Yaşadık işte…  Evlendim ben artık. Çok hareketli bir hayat yaşadık.  Programın da etkisi oldu. Biz rahatsız adamlar olduğumuz için, kadınlara ulaşmaktaki o rahatlık ta rahatsız etmeye başladı bir süre sonra…  Ya zaten ben konuşamam mesela… İşte bir hatun gelip buraya oturduysa, e hadi gidelim, ne yapacaksak yapalım durumu oldu. Yani “ne konuşacağız ki?” durumu… Şimdi çok zor geliyor…

Sinan: Abi filmin neredeyse tamamı senin konuşman üzerine kurulu ve sen “ben konuşamam” diyorsun, nasıl yani? (Kahkahalar)

Kaan Çaydamlı: E işte, kadınlar söz konusu olunca konuşmuyorum yatıyorum! Tam ifade edemedim galiba! (Kahkahalar)

Sinan: Tamam ama onun bir “bağlama süreci” var ki mesela ben fragmanlarda izledim, ohoo,  adam bağlıyor yani …  Ve bir yere getiriyor gördüğüm kadarıyla …

Kaan Çaydamlı: Orada anlatılan hikâye gerçek bir hikâye. Nasıl başladığını da anlatayım madem… Acayip güzel, Hülya Avşar’ı andıran o gençlik hallerine benzeyen bir hatun vardı. Israrla evine davet ediyor. Balkon, balık malık falan…  O kadar ısrar etti ki, gittim. Bostancı’da evi. Oturduk, ama kadınla konuşurken dağıldım ben.  Kalktım, “ben gidiyorum” dedim. “Nereye?” dedi, işte barın ismini söyledim. “Ee? Ben ne yapacağım?” dedi, “gel” dedim.  “Ben motora binemem” deyince de  bastım, bara gittim. Dipte, köşede boş bir yer vardı, oraya oturdum. Yanımdaki boş sandalyeye bir hatun geldi,  tek boş yer orasıydı, herhalde o yüzden oturdu. Filmde gördüğünüz diyaloglar geçti aramızda. İşte “erkek arkadaşım gelecek” dedi, adam geldi ve bir süre sonra çıktılar. Ama hatun geri döndü. “Ne oldu?” dedim, “Hiç, burada oturmak istiyorum” dedi hatun. Neyse, bir şeyler içtik çıktık. Motora bindim. Hatunda etek var ama çat diye bindi motora. Eve gittik, öyle başladı o hikâye…  Yani bağlama kısmı bu kadardır… Kadının programla hiçbir bağlantısı yoktu. Beni tetikleyen de buydu belki…  

Sinan: Seni gördü, beğendi ve istedi…

Kaan Çaydamlı: Eşit gibiydik anladın mı? Az önce dediğim de o… Yani birisi geliyor yanına ve seni zaten tanıyor ya da tanıdığını zannediyor…  Sen öyle bir durumdasın ki sanki zaten höt desen düşüp bayılacak ya da zört desen verecek gibi oluyor yani…  Böyle şeyler yaşadık ama bu rahatsız etti.  Tek uzun ilişkim budur benim ama sonradan işin öyle çok da spontone olmadığını da öğrendik yani… Meğerse biliyormuş hatun programı falan!

Ulvi: Çocuk ne değiştirdi hayatında?

Sinan: Aha çocuklu adam muhabbeti! Bir dur hele, bitmedi!  Kaç tane kadın “kaldırdın” Kaan?

Kaan Çaydamlı: Ben hiç kaldırmadım onları, zaten düşmüş halde geldiler! (Kahkahalar) Ne bileyim be abi, sayacak halim yok ya?

Mehmet Öztekin: 3-5…

Kaan Çaydamlı: Bir ara mete sayıyordu.  Numaratör vardı, her gün numaratör basıyordu (Kahkahalar)

Ulvi: Çocuk ne değiştirdi hayatında?

Kaan Çaydamlı: Çocuk acayip bir şey! Route 66 yaptım, Chicago-Los Angeles yaptım ve gelip evlenmeye karar verdim… Sergül 7 yıl boyunca bırakmadı beni… Çocuk da çok acayip bir şey tabii… Gerçi kimseye tavsiye etmiyorum, çok zor bir şey…

Sinan: Kaç yaşında?

Kaan Çaydamlı: Daha sekiz aylık, çok tatlı!

Ulvi:  Değiştirdi mi seni?

Kaan Çaydamlı:  Değiştirdi tabii!  Bu filmin beni çok heyecanlandıran kısmı, herifin bir gün bunu seyredecek olması! Ne bileyim, kitabı ona adamış olmam falan çok önemli şeyler bunlar… Ama bir tedirginlik yaşamıyor da değilim…  Babası ile ilgili bu kadar bilgiye sahip olan bir çocuğun hayatını şimdiden s.kiyor muyum acaba? Biraz karışık bir duygu yani…

Ulvi: Zor bir şey…

Kaan Çaydamlı: Sürekli yüzleşiyorum.

Sinan: Çocuk için çok can sıkıcı olmalı… Büyüdükçe hayal edebileceği her şeyi yapmış bir baba!  

Kaan Çaydamlı: Eh, böyle şeyler hayal ederse tabii…

Mehmet Öztekin: Muhtemelen çok standart bir adam olacaktır.

Ulvi: Zannetmiyorum! Aynı şeyleri ben de söylüyordum, bu adam çok steril, küfür etmez bir herif olacak diyordum. İçip ona buna b.k atan bir babadan nefret edecek diyordum ama öyle olmuyormuş.

Kaan Çaydamlı: Seninki öyle olmamış olabilir de…

Sinan: Niye çocuk yaptın?

Kaan Çaydamlı: Bu konuda da düşünmedim… Düşünmedim, yaptım yani! Tabii ekonomik anlamda çok rahat bir adam değilim, çok para kazanmıyorum. Bir çocuğun getireceği bir yük var ama istedim… Yeğenimle olan ilişkim beni değiştirdi sanırım. Ben çocuklarla hiç bir zaman ilişki kuramadım fakat bir yaz yeğenimle iki üç ay geçirdim ve kardeşimi, Gökhan’ı anladım. Bütün hayatını değiştirdi herif. Bunun Amerika sonrası olmasının sebeplerinden biri de odur… Gökhan’ı, Nihan’ı gördüm. Bir de hakikaten kopuyorsun, binlerce kilometre yoldan sonra bir tür meditasyon hali oluşuyor… Döndüğümde çok hazırdım…

Sinan:  Bu bir durulma emaresi mi, kök salma emaresi mi?

Kaan Çaydamlı: Valla ben kök salabileceğimi sanmıyorum. Bu tedirginliği herhalde Sergül de hissediyordur…  Gideceğim yani ben…  Kesin…

Sinan: Çocuk bağlayıcı değil bu anlamda yani?

Kaan Çaydamlı:  Mümkünse beraber giderim herifle…  Gelmiyorsa da ne yapayım yani, en fazla döneriz diye düşünüyorum… Bunu çok ciddi düşünüyorum, hesaplaşıyorum bununla…  Evde kedi olmasından da çok farklı değil aslında bu durum…  Bir taraftan az önce konuştuğumuz şey, hayatım nasıl olacak? Mesela annem senin yazıyı okumuş… Senaryoyu okuyup,”Mehmet hiç küfür etmiyor, sen küfür ediyorsun.  Atahan’a okutma bunu sakın”  diye aradı annem…  Kriter de şu: Mehmet küfür etmiyor, sen ediyorsun! (Kahkahalar) Müdahale etmemek lazım, onun hayatı da böyle. Onun da böyle bir babası var ne yapalım? O yüzden KTN’nin başına da yazdım adama… “Babalarımızı affedersek ne kalır geriye?” diye… Bu konuda böyle düşünüyorum. Yani umarım affetmez… (Kahkahalar)

Sinan: Mehmet, senin niyetin var mı çocuğa?

Mehmet Öztekin: Olabilir. Kaan gibi değilim ben, her zaman çok iyi anlaştım çocuklarla.

Kaan Çaydamlı: Acayiptir o konuda!

Mehmet Öztekin: Çok severim! Öyle bir takıntım hiç olmadı benim. Yani evlenmeyeceğim, işte şu dönem geldiğinde evleneceğim, işte çocuk yapacağım-yapmayacağım diye…  Ben bütün bunların suyun akışı içerisinde yolunu bulan şeyler olduğuna inandım… Olmazsa niye olmuyor diye kafayı kırmam… Ama karşı da değilim.

Sinan: Çok şaşırtıcı! Tek eşliliğe prim vermeyen, evlilik kurumunu çok fazla önemsemeyen bir izlenim yaratıyorsunuz ama, konuştukça…

Mehmet Öztekin:  Belli bir dönem için öyle aslında.  Evet, yani o nereye kadar ki? Sonuçta bunun dibi yok ki? “Tamam, artık sakinleşeyim” diyorsun… Belki bu hayat tarzında rock&roll ile bir yere kadar gidebilirsin, yaşanması gereken şeylerin yaşanması gereken zamanda yaşanması güzel bir şey… Bugün en büyük lüksümüz motor… Motora biniyor, basıp gidiyoruz istediğimiz yere…  Bu saatten sonra kaç tane çentik attım olayına girmek anlamsız. Atmışsın atacağını zaten…  Bir o kadar daha atarsın istersen…  Bunu biliyor olmak belki bu rahatlığı gevşekliği getiriyor kim bilir? Bir yerden sonra neyi deneyimleyeceksin ki?

Kaan Çaydamlı: Aynı şeyi farklı bedenlerde tekrarlamak anlamsızlaşıyor.

Mehmet Öztekin: Yorar! Sadece yorucu olur.

Ulvi: Bağlanma korkun var mı?

Mehmet Öztekin: Yoo?

Ulvi: Veronica’da öyle bir şey de var çünkü?

Mehmet Öztekin: Evet vardı…  Peki var! (Kahkahalar)  Bende böyle bir sorun var,  aslında hep vardı… Belki Veronica onu açığa çıkardı, rahatlamamı sağlayan bir metin oldu. Yani böyle bir sıkıntı hep vardı.

Ulvi: Güven sorunu gibi bir şey mi bu?

Mehmet Öztekin:  Değil işte…  Bir kabuk problemi aslında, onu korumak istiyorsun. Aslında şahısla ilgili bir şey değil, senin kabuğunla olan, bağınla ilgili bir durum var orada.

Sinan: İçinde kar gibi bir bulut mu saklı? öyle bir şey koydun ki ortaya (Kahkahalar)

Ulvi:  Var, var bir bulut…  Adam sinemacı ya, bir tip çiziyor ve o olsun istiyor…

Sinan: Halbuki nefes alıyorsa, oda sıcaklığındaysa?

Ulvi: Yok, o anlamda değil. Pompa anlamında söylemiyorum. “Bir insan olsun, ben açığım, hazırım” diyor, “gelsin işte, evlenirim de, çocuk da yaparım ama böyle biri olsun” mesajı veriyor. (Kahkahalar)

Kaan Çaydamlı: Ben konuşabilirim burada. Mehmet nasıl beni gözlediyse ben de onu gözledim… Aslında Mehmet’in hep aşık olması gerekir, yapısında var o…  Aşık olmazsa hiçbir şey olmaz…  Ben bir parti gecesi hatırlıyorum, hatun Mehmet’in bacağına sarılmış ama bizimki “seninle yatmayacağım” diyor.

Mehmet Öztekin:  Çok yorucu, çok ızdırap veriyor bana… Ben o yoruculuğun korkusuyla, bir çok geceyi öyle kapatmışımdır…

Ulvi:  “İstemiyoruuuum!” (Kahkahalar)

Mehmet Öztekin: Evet çok yıpratıyor beni bunlar…  Üzülüyorum, kırılıyorum yani…

Sinan:  Ya bunları silelim tamam mı? Feci bir şey bu! “Kırılıyorum” falan! Nedir bu abi ya?  Sert çocuklar diye geldik şuraya! (Kahkahalar)

Mehmet Öztekin: Abi öyleyiz tamam ama (Kahkahalar)

Kaan Çaydamlı: Bütün sert çocuklar aslında böyledir abi, sert çocuk görmemişsin sen (Kahkahalar)

Mehmet Öztekin: Ya işte yaşadık yani…  

Sinan: Adam (Mehmet) enikonu mahcup oldu, kızardı! Bakar mısın ya?

Mehmet Öztekin: Ya belki o çentik atma, sayma dönemini yaşadık ama mesela Kaan’ın endişelendiğini hatırlarım… İşte bir akşam sohbet ederken “ya bu gece de Sopranos var, yatsam mı yoksa bekleyip izlesem mi?” dediğimde “eh seçeneklerin buysa, Sopranos izle” dediğini hatırlıyorum (Kahkahalar)

Kaan Çaydamlı: Bir sürü hikâyemiz var… Yani salona çıkıp sonra farklı odalara girdiğimiz… Sertlikse yani? (Kahkahalar)