“bir yolun yol olabilmesi için daha önce birilerinin yürümüş olması lazım…”
Sinan: Her ne kadar insanlar dinlemek ve okumak isterlerse de, filme gitsinler. Detaylar orada! İlginç ama, yayınladığınız metinlerde, kitaplarda öyle bir dünya var ki, her şeyin alabildiğine özgürce, serbestçe yaşandığı, anlatıldığı, böyle yaşanması gerektiğinin savunulduğu bir dünya. Bunları yayınlayanlar olarak da sizden beklenen böyle bir hayatı yaşıyor olmanız…
Mehmet Öztekin: Evet!
Kaan Çaydamlı: Bu metinlere, özellikle bizim yazdığımız metinlere baktığında bu söylediğin şey çok güçlü bir biçimde vardır…
Sinan: Ama benim şimdi gördüğüm “kentli iyi çocuklar”?
Kaan Çaydamlı: Evet?
Sinan: İçlerinde duygusal bir yan taşıyan, ileride çoluk çocuğa karışmayı isteyen, işte kalbinin prensesini arayan adamlar… Kayıtlara düşsün diye söylüyorum bunu. (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Şöyle bir gözlemim var benim: Türk erkeği coğrafya değiştirdiği anda kimi s.kecem diye bakınmaya başlıyor… Sosyal seviye fark etmiyor. Mesela Eskişehir’de çok yaşadım bunu. İstanbul’dan geliyorlar, “Ee abi? Kimi s.keceğiz burada?” Burası Eskişehir, ne bileyim kimi s.keceksin? Ben pezevenk miyim lan?” Yani hatunlar “İstanbul’dan birisi gelse de versek” diye beklemiyor ya? Ama böyle bir enerji yükleniyor. Herkes buna meyilli. Bir sürü hikâye var böyle.
Sinan: Bu biraz da sidik yarışına dönüşmüyor mu? Gençlerde bir şey ispatlama durumu var…
Mehmet Öztekin: Bu kendinle ilgili bir şey aslında… Motor meselesindeki gibi… Mesela çalıştığım dizide oyuncular arasında bir trend var, motora biniyorlar. Uzun yola çıktın mı diye soruyorum, henüz çıktım yanıtı almadım bugüne kadar. Hepsinin altında benim kullandığım motorlardan daha pahalı, daha büyük, daha dayanıklı motorlar var… Altyapısı yok yani bunun. Motor adeta bir aksesuar.
Kaan Çaydamlı: Biz şehirde binmiyoruz mesela? Çok zor bir kere…
Mehmet Öztekin: Evet, ben binerdim mesela Kaan eleştirirdi beni. Taksim’de ciddi bir kaza yaptım, ondan sonra ben de bıraktım. Çünkü şehir içinde bizimkiler gibi motor kullanmak sadece tehlikeli oluyor.
Ulvi: Ben de aynı. Geçen seneden beri iki motorum oldu, birine bir kere bindim. Diğeriyle bir kere Çeşme’ye gittim oğlanın yanına… Bir de hafta sonu uzun yol yaptık o kadar.
Kaan Çaydamlı: Biz iki tane Jawa alalım diyoruz, 250’lik.
Mehmet Öztekin: Sinan, işte o sorduğun konu, kendinle ilgili bir mesele… Neyi nereye koyduğunla ilgili bir mesele… Bir ispat çabası olabilir ama yani bunun nasıl bir tatmini olabilir ki? Ne kadar çok sayıda olduğunun önemi bir yerden sonra kalmıyor. Kişisel gelişimin için belirli sayıda ilişki yaşaman zaten gerekiyor ama belirli bir tecrübeden sonra artık ayrı bir sapkınlığın var demektir devam ediyorsan…
Kaan Çaydamlı: Sorunun olabilir tabii…
Mehmet Öztekin: Evet! Ya da bizim baktığımız gibi bakabilir ve en fazla eve gider Sopranos izlersin….
Sinan: Son bir soru daha soracağım ondan sonra bitireceğim…
Kaan Çaydamlı: Çevreye verdiğim rahatsızlığı bitireceğim diyorsun yani (Kahkahalar)
Sinan: İkinize de soruyorum bunu… Altıkırkbeş olsun, Underground olsun bunları bu bir entelektüel birikim olarak mı görüyorsunuz yoksa bir yaşam biçimi, ama empoze edilen bir yaşam biçimi olarak mı görüyorsunuz? Çünkü sonuçta kabul edin veya etmeyin, sizi rol model olarak kabul eden bir kitle var. Öyle veya böyle bu kitlenin hayatında bir önem taşıyorsunuz. Birileri sizi dikkate alıyor. Kaan’ın “işte ben istediğim gibi yaşadım” demesi gibi “bu bana ait bir şey mi” diyorsunuz yoksa bunu bunu “önerilir bir yaşam biçimi” olarak mı sunuyorsunuz? Hadi beylik bir şekilde bitireyim: Sonuç olarak, okuyucunuza, izleyicinize ne tavsiye ediyorsunuz?
Mehmet Öztekin: Ben şöyle bakıyorum. Kitabın önsözünde de koyduğum cümleyi referans alacağım şimdi… Kendi örnek aldığım adamlara baktığımda, kimleri takip ettiğime, kendi stratejimi oluşturuş biçimime baktığımda bu hesapların yapılmasının doğru olmadığına inanıyorum… Bana göre doğru yol benim yolumdur… O yolu da baştan çizemezsin, belirleyemezsin… Ama kendini ne kadar iyi hissettiğin, yaptığınla ne kadar huzurlu olduğun önemlidir… Vicdanen rahat hissettiğin yol aslında en doğru yoldur…
Sinan: Ama bu senin yolundur…
Mehmet Öztekin: Tabii, tabii! Benim yolumdur. Ancak bu söylediğim işin en basiti gibi görünse de aslında bunu yapmak çok zor… Çevre faktörleri o kadar etkili ki artık… Bütün bu baskı, bu hücum, bu taciz o kadar etkili ki; seni sürekli sorgulatıyor, sorguluyor ve her attığın adımda sana hücum ediyor… O adımı atmak güçleşiyor o zaman… Sürekli ayağına yapışan bir şeyler var! Sen “tamam bu yol doğru gibi” görüyorsun ama onların yönlendirmesine ne kadar kulak asıp asmadığının, bacağını nereye doğru çekip çekmediklerinin farkında olmayarak bir tarafa doğru gidebiliyorsun… Oraya gitmemek mesele! O huzurlu olduğun yol, ızdıraplı ve zor bir yola dönüşüyor… Altıkırkbeş’in yolu biraz böyle bir yol bence… Sırf doğru olduğuna inandığın için, herkesin saçma sapan bulduğu bir şeyi yapıyorsun… Sen o adımı attıktan sonra birden bire herkes onun savuncusu pozisyonuna geçiyor… Ama o adımı atana kadar kimse öyle durmuyor etrafında. Hatta herkes atma diye elinden geleni yapıyor. Kaybedenler Kulübü 11 yıllık bir inattır dedim ya? 20’li yaşlardaki halime baktığımda, çok baba adamlardan dört defa bu yorumu alan bir adamın bunu kaldırıp bir kenara atması ve bir daha da adını anmaması beklenebilir… Bu kendi adıma çok güzel bir şey ama şu anda herkes, ben hariç herkes bu filmin sahibi durumunda… Gurur duyuyorum, çok keyif alıyorum, tribe falan da girmiyorum. Ama durum böyle… Şu an sanki benim filmim değil gibi bir durum var ortada… Ve inanır mısın bundan daha keyif verici bir şey de yok benim için…
Sinan: Sen ne diyorsun Kaan?
Kaan Çaydamlı: Ya şimdi yol, yol diyorsun… Diyoruz… Bir şeyin yol olabilmesi için birinin daha önce bir kere yürümüş olması lazım… Bu önemli bir şey… Ben yol açmaktan bahsetmiyorum, ilk defa sen yürürsen yol açmış olursun… Programla ilgili olarak insanların hayatlarında rol model olma meselesi beni program sırasında da rahatsız etmiştir… Bir gün intiharla ilgili bir program yaptım. Bir daha da intihar kelimesini ağzıma almadım. Program boyunca intihar etmeye kalkan telefonlar yağmaya başladı ve kayıtsız kalamayıp programı kapatıp gittik… Bir sürü insanın hayatını aslında geri dönülmez biçimde değiştirdiğimizin somut örneklerini gördük. Çok genç insanların hayatlarını… Ben bunu ilk fark ettiğimde rahatsızlık hissettim ama bugüne kadar yaptığımız hiçbir şey, asla “birilerinin hayatı nasıl etkilenir” kafasında olmadı. Hala daha öyle… Hiç şey umurumda değil! Bir şeyler yapıyoruz işte… Bu filim yapıldı, 300 bin kişi seyretse çok hoşuma gider, 500 bin kişi seyretse çok hoşuma gider, 3 bin kişi seyretse az bulurum ama fark etmez… Mehmet’in dediği gibi, bu adam 11 yıl taşıdı bunu. Bu filim çıktı ortaya. Tolga inandı buna, bir para buldu… Ciddi bir para buldu, koydu ortaya. Biz ne gerekiyorsa yaptık, her türlü desteği verdik. Aslında olmayacak bir şey yaptık biz de. Ne sorarlarsa cevap verdik, ne isterlerse koştuk. Yani sahiplendik! Tolga bunu 1 milyon gişe yapsın diye yapmış olabilir, ama bizim olayımız bu değildi… Radyo programı için de aynı şeyi söyleyebilirim… Sonuçta entelektüel bir iş yapıyoruz. Bir şeyleri şüphesiz ki etkiliyoruz. Kimsenin basmadığı, basmayacağı, basmayı göze alamayacağı şeyleri bastık, basacağız… Hakikaten, net olarak buradaki kriter sadece bu… Bunları okuyabilmekle ilgilidir bizi tetikleyen şey… “100 tane çocuk bunu okuyup hayatı değişecek” ile ilgili değildir… Okuyucuya karşı sorumluluğumuz olsa, başına o cümleleri yazmayız… Okuyucuya sorumluluk hissetsek, Hobbit’in kıçına “or.spu çocuğu olmayın” notunu koymayız… Böyle bir kaygımız yok! O notu koyduk diye belki 50 bin tane, 100 bin tane az sattık Hobbit’i… Mümkün! Okullar almadı. Olay bu yani…
Sinan: Biraz da duymak istediğim şey şuydu… Bütün bunlar entelektüel bir grup insanın kendi gelişim yolculuğudur… Bir cinayet romanı yazan adam, cinayet işlememiştir. Sen de intiharla ilgili bir metni entelektüel saikle yayınlayabilirsin ve okuyucu da aynı biçimde, entelektüel saikle, okuyup bilgilenmek için alır o metni… Entelektüel adam “intihar nedir”i okuyabilmeli, tartışabilmelidir… “Uyuşturucu nedir”, “Uyuşturucu kültürü nedir” i okuyup tartışabilmelidir… Bunları yayınlamak, bunları empoze etmek değildir… Altıkırbeş, Poetix işte entelektüel merak konularını koyuyor okuyucusunun önüne…
Mehmet Öztekin: Evet! Kesinlikle!
Kaan Çaydamlı: Tabii ki de merak ettiğimiz için…
Sinan: Bu mudur Ulvi?
Ulvi: Budur!
Sinan: E teşekkür ederiz o halde… Çok keyif aldık.
Kaan Çaydamlı: Biz teşekkür ederiz.
BİTTİ!