Kaybedenler Kulübü: Bir Kadıköy Röportajı

0
1454

“çok örtüşen şeyler var programın yapıldığı dönemle bugün arasında. şimdi erbakan öldü, çocukları beceriyor bizi…”

Sinan: Kaan’ı kim oynadı?
Mehmet Öztekin: Nejat İşler oynadı.
Sinan: Nasıldı?
Mehmet Öztekin: O da benim için enteresan bir hikâye… Nejat’la filmden önce yaptığımız konuşmalarda Nejat’ın elektriğinden, enerjisinden, söylediği şeylerden benim anladığım şey şuydu: Nejat bambaşka bir şey oynayacak! Yani ne Kaan olacak, ne Nejat olacak… Ben bunu hissettim… Fakat filmi izledikten sonra şunu açıkça ifade etmem gerekiyor: Kaan, Kaan’ı kendisi oynasaydı bu kadar oynayamazdı!

Kaan Çaydamlı: Biz filme başlamadan önce Nejat’la oturduk masaya. Bana tek bir soru sordu… Geçti karşıma ve şunu söyledi: “Sana tek bir şey soracağım. S.ktir et hepsini, sen nasıl bir şey istiyorsun?” Olaya böyle yaklaşan bir adam görünce zaten endişe edecek bir durum da kalmadı. “Yürü” dedim… Başka söylenecek bir şey yoktu zaten… Dolayısıyla özel bir durumdur Nejat…
Ulvi: Oyunculara nasıl karar verdiniz? Niye Nejat? Niye diğerleri?
Mehmet Öztekin:
 Valla ben Nejat’a sürekli itiraz ettim. Bunu da ilk defa görüyor olacak, eğer okursa röportajı…
Sinan: Hmmm… Kafandaki kimdi?
Mehmet Öztekin:
 Benim kafamda nedenini hiç bir biçimde bilmediğim şekilde Mete Horozoğlu vardı.
Sinan: Enteresan?
Mehmet Öztekin:
 Niye dersen bilmiyorum ama Mete Horozoğlu çok Kaan oldu benim kafamda. Ha, bunda Nefes’teki performansı, o kopukluğu etkili olmuş olabilir. Adamın başka bir düzlemde Kaan’ı da böyle çıkartabileceğini düşündüm. Mete konusunda ne kadar ısrar ettiysem, Nejat konusunda da o kadar itiraz ettim. Nejat’a itiraz etmemin sebebi, belki aslında bugün başarılı diye ifade ettiğimiz şeydi…  Nedense böyle bir filmde herkesin aklına ilk nejat gelir diye düşündüm. Açıkçası böyle şeyleri de  pek sevmiyorum. Ben her zaman en son akla gelecek adam oynasın diye düşünürüm. Cast direktörü Luisa çok ısrar etti Nejat konusunda. Tolga daha nötrdü…
Kaan Çaydamlı:  Anladığım kadarıyla Nejat çok eminmiş?
Mehmet Öztekin: Tolga, “Nejat’a gönderelim senaryoyu, bir okusun” dedi.  Adam okur okumaz prodüksiyon şirketini bastı. (kahkahalar)  Bunu benden başka kimse oynayamaz, benden başka birini oynatmaya kalkarsanız da arıza çıkartırım, problem yaratırım,  yıkarım, bayıltırım falan dedi…
Kaan Çaydamlı: Çok samimi olarak söylediği bir şey var Nejat’ın: “ben on altı yaşımdan beri bu role hazırlanıyorum”! Nejat Nişantaşı’nda caminin avlusunda plak tezgâhı açardı, o zamanlar o Nejat’ın bu Nejat olduğunu bilmiyorum tabii, çok plak alıp verdik birbirimizden. Plak depolarında çok takıldık. “Sizi çok dinlerdik” diyor… “Hiçbir bokumuz yoktu, evde bir radyo sadece… Tüpte su kaynatırdık ev ısınsın diye, Kaybedenler’i dinlerdik” diyor… Yani aslında aynı yerlerden, aynı hayatın içinden gelmişiz… Aynı yerlerde takılmışız…  
Ulvi: Müzikleri de Can yaptı, biraz da Can’dan söz edelim…
Kaan Çaydamlı:
 Filmin, daha doğrusu programın 7-8 tane parçası var. Bunları dinleyen fanlar oluştu. Bu çok enteresan bir şey… Program bugün bile insanlarda karşılığını buluyor…
Ulvi: Ekşi Sözlük’te “Kaybedenler Kulübü Şarkıları” listesi var…
Kaan Çaydamlı:
 Evet bir sürü şey var! Brit’in tabiriyle insanlar tekrardan yeni bir moda girdiler. Bizim 68’imiz gibi bir mod! Bu bana çok ilginç geliyor.  Ben hiç bir zaman dinleyemedim bizim programı. İnsan kendi sesine katlanamıyor zaten. Fakat bu gün internette dolaşan o yedi tane programı dinleyenlerden bir sürü mail alıyorum. “Abi diğerlerini nereden buluruz? DVD yapın” diye… Birden insanlar böyle konuşmaya başladılar. Daha filmle ilgili hiç bir şey seyretmediklerini özellikle vurgulamak istiyorum… İlginç yani… Hani “yeniden yapılırsa olur mu?” sorusuna bir tür cevap aslında… Demek ki hakikaten böyle bir şey yapılmalı tekrar. Biz yapalım anlamında söylemiyorum bunu…  Çok örtüşen şeyler var programın yapıldığı dönemle bugün arasında. Erbakan vardı, onun çocukları vardı o zaman. Şimdi Erbakan öldü, onun çocukları beceriyor bizi! Aslında daha da beter bir dönem! Daha beter nefes aldırmıyorlar! Dolayısıyla herkesin böyle bir şeye ihtiyacı var gibi geliyor bana. Birilerinin çıkıp bu cesareti göstermesinde fayda var. Tabularla ilgili konuşabilmesinde, bunların yeni yarattığı tabularla taşak geçebilmesinde, kendisiyle alay edebilmesinde… Bak, en önemli özelliğimiz buydu bizim. Biz neysek oyduk. Kendimizle alay ediyorduk. Erken boşalıyorsak, erken boşalıyorduk orada da! Bir sürü acayip iş yaptık. Canlı yayında Viagra testi yaptık mesela? Viagra yeni çıkmıştı. Durduk, ulan bunu denesek ne olur acaba dedik ve denedik… Şimdi böyle bir şey yapsak ne olur acaba?
Ulvi: Yaptırmazlar!
Mehmet Öztekin:
 Evet yaptırmazlar!
Kaan Çaydamlı: O zaman da yaptırmazlardı aslında?  Çok ciddi şikayetler gidiyordu. Allahtan bizden kayıt istiyorlardı da, biz bir kayıt yapıyorduk o tarihli, onu gönderiyorduk. (Kahkahalar). Fake kayıtlar yapıyorduk yani… Şimdi meselenin bir tarafı bu… İlgimi çekiyor, gözlemliyorum. Programın kavranışıyla ilgili olarak, Tolga’ya ve tüm ekibe yansımasıyla ilgili olarak bir şey söylemek istiyorum.  Mesela Tolga’yı Kuşbeyin’le tanıştırdığımızda inanamadı! “Böyle bir insan var mı yahu?” diye şaşırdı. Karısına anlattığında, karısı “yok canım, böyle birisi olamaz” demiş.  Kuşbeyin’e gidelim dediğimizde, eli ayağı titriyor adamın. (Kahkahalar) Oturup bir saat yemek yedik. Acayipti! Bir gün gidelim hakikaten; o karakterler, o insanlar, o insanların ilişkileri hala daha çok acayip geliyor. Tolga gibi bu dünyanın dışındaki, steril taraftaki, işte şu kadar gişe yapmış filmleri olan, ne bileyim bambaşka bir hayat yaşayan bir adama “ya böyle insanlar var mı?” dedirtiyor program. Can da bu insanlardan biridir tolga için. “Müzikleri kim yapsın?” konusu gündeme geldiğinde, “Bizim Can var mimar, birlikte çalışıyoruz” dedik.  3-0 mı? 5-0 galibiz şu anda! Bu da lütfen kayda girsin! (kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Yok, yok! “Müzikleri kim yapsın?” diye  bir tartışma olmadı bile… Müzik konusu daha hiç konuşulmuyorken…
Kaan Çaydamlı: Yahu ben detaya girmiyorum, Can’la ilgili bir şey söylüyorum.
Mehmet Öztekin: Pardon, sen devam et o zaman…
Kaan Çaydamlı: Nasıl yapılsın ayrı bir hikaye, ama Can’a, Cavit’e ulan yapar mısınız dediğimizde, hiç bir soru işareti yoktu aslında. Normalde birisi Can’a “şu film müziğini yapsana” dese, Can “s.ktir git!” der… Direkt yani! Diğer tüm karakterler için de böyledir bu… İnsanlara sadece “hadi abi” dedik o kadar… Brit’e gel konuş dedik. İnsanlar geldiler işlerinin güçlerinin arasında, konuştular. Zaten Tolga’yı en fazla etkileyen şeylerden biri de insanların bu tavrı oldu sanıyorum.  İnanamadı yani… Böyle insanlar var ve böyle bir şey yaşanmış. Anlamaya çalıştı, çok çaba gösterdi.  Benim görebildiğim kadarıyla montajcısından bütün sete kadar herkes, çok fazla içine girdi olayın.  Herkes filmin jargonuyla konuşur oldu, oyuncusundan tut ışıkçısına kadar…
Mehmet Öztekin: Bunlar çok kaliteli adamlardı ama… Mesela Tolga’yı çok etkileyen karakterlerden biri de Gülşen’di… Gülşen diye bir fan… Onunla da sohbet ettik. Tolga şöyle bir hesap yaptı, programın yayınlandığı sıralarda Gülşen 15-16 yaşlarında olabilir en fazla. “Yahu sen anlıyor muydun ki bu adamların laflarını o yaşlarda? Bu adamlar ağır bir takım laflar ediyorlar, gerisi zaten geyikti. Hadi bir dinledin, iki dinledin… Ama seni bu kadar bağlayan, bu kadar etkileyen, yıllarca takip etmene neden olabilecek ne olabilir ki?” dedi… Gülşen, “evet, anlamıyordum ama ağır ve derin bir şeylerden bahsettiklerini biliyordum ve bu çok enteresan geliyordu bana” dedi… Biz bunu filme koyduk mesela… Tolga’nın bundan çok etkilendiğini biliyorum…  

Sinan: Allah Allah ya? Şimdi bu Kaan’a sağdan bakıyorum, soldan bakıyorum, önden arkadan bakıyorum… I-ıh! Ben film yapılacak bir adam göremiyorum? Sen ne görüyorsun bu adamda yahu? (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Vaay, başarılı!
Mehmet Öztekin: Evet sert girmeye başladı! (Kahkahalar)
Ulvi: Sen şimdi Kaan’ı tanımıyorsun. Ben de Özgür sayesinde tanıştım. Herhangi bir şekilde Kadıköy çarşıya gir, herhangi birine, manava falan Kaan Çaydamlı de… Göreceksin bak, bir Kaan Çaydamlı kültü vardır…  
Sinan: Şimdi oraya gireceğim, gireceğim… (Kahkahalar). Yani bakıyorum, ulan ben çirkin bir herifim, benden iyi bir karakter olur da… Bu adamdan ne olur? Ne gördün bu adamda?
Mehmet Öztekin: Yaa… (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Kadınlara sormak lazım! (Kahkahalar)
Sinan: Anladık heteroseksüelsin! (Kahkahalar) Altını çizdik! Reportare özel notu! Adam heteroseksüel, umutlanmayın! (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Pek methini duyduk! (Kahkahalar) Ya ben biraz Tolga kıvamında girdim bu ortama. 18-19 yaşlarında, “film yapacağım” diye ortalıkta gezinen bir adamdım. Su halkaları gibi halkalar vardı etraflarında. İşte birinci halka, ikinci halka… Ben çok içlerinde değildim, her biriyle tek tek ilişkili olmama rağmen… Kaan dışında hiç biriyle öyle yoğun ve özel bir samimiyetim olmadı… Çok garip bir grubu oluşturuyordu bu insanlar ama hiç biri ayırdında da değildi bu acayipliğin… Ayırdında olup olmamak umurlarında da değildi zaten. İnsanlar yaşıyorlardı sadece ve hiç kimse, hiçbir şeyi yadırgamıyor, garipsemiyordu…
Sinan: Neden çok fazla içlerinde değildin peki?
Mehmet Öztekin: özellikle tercih ettiğimi söyleyebilirim. Farklı bir atmosfer vardı ve o atmosferin içine birden bire dahil olma ihtiyacı hissetmedim. İçlerindeymiş gibi davranmak benim yapabileceğim bir şey değildi…

Sinan: Daha açık sorayım, g.tün mü yemedi içlerinde olmayı?
Mehmet Öztekin:
 Yoo? O anlamda dışında değildim, çok da içlerindeydim. Ama ilişki kurma boyutunda geride duruyordum birazcık…  Yoksa her şeyin içindeydim, ortasındaydım yani…
Kaan Çaydamlı: Mehmet’in konumu farklı yalnız, bunun altını çizmek lazım. Mehmet bir gün çıktı geldi. “E hoş geldin, sen yukarıda kal” dedim kaldı. Bizim Mehmet’le ilişkimiz hep şu kıvamdaydı: Ne bileyim motorla Antalya’ya doğru yola çıkardım, 60 kilometre kala arardım “Mehmet ne yapıyorsun?” diye… “Ulan bugünlerde bekliyordum senin telefonunu” derdi. Gider bir şeyler yer içerdik, sonra yola devam ederdim… Yani bizim aslında çok daha geride kurulmuş bir ilişkimiz var ve Mehmet zaten “evdeki adam”dı hep… O “evdeki adam” olarak zaten  Mete ve Kaan’ın takıldığı yerde yaşayan bir adamdı…  Bizimle ama bizden başka bir yerdeydi…
Sinan: Sence niye çekti kendini o zaman? Bu kadar güçlü bir şekilde ait hissetmesine rağmen? Aslında bu yapının bir aktörü olduğunu da söylüyor bir bakıma?
Kaan Çaydamlı:
 Hayır! Bu yapının üstündeki! Bu yapının üstündeki bir noktadaki adamlardan biriydi Mehmet…  Onu izleyebiliyordum…
Sinan: Ama sen bir marjla ifade ettin? “Ben daha da dışarıdan bakıyordum” gibi bir ifade kullandın?
Mehmet Öztekin:
 Hmmm… Şuydu… Sinemayla çok fena kafayı kırmış vaziyetteydim. Film yapmaya takmıştım. Bu bana göre daha çok gözlemci olmayı ve bir şeyleri o şekilde yaşamayı gerektiriyor… 
Kaan Çaydamlı: E biz de yeterince yaşıyorduk zaten… Gözünün önünde yaşıyorduk…
Mehmet Öztekin: Evet…
Kaan Çaydamlı: Fotoğraf çekiyordu Mehmet… 
Mehmet Öztekin: Evet… Çok iyi fotoğraf çekmek, çok iyi bir kare çekmek bir tutkudur. Bunu tercih edebilirsiniz… Bu bir gün batımıysa mesela; anlık bir şeydir, saniyelik bir şeydir… Onu izlemeyi de tercih edebilirsiniz fotoğrafını çekmek yerine… O anı izleyip tadını çıkartmak da isteyebilirsiniz, o anın tadını çıkartmayı bir yana bırakıp belgelemeyi, fotoğraflamayı da tercih edebilirsiniz… İşte ben fotoğrafı çekmeyi tercih ettim…
Sinan: Sezgisel bir şey mi bu? Sen aslında sinematografik bir şeyin içerisinde olduğunu hissettin ve kaydetmeye başladın bir anlamda?
Mehmet Öztekin:
 Evet, evet…
Sinan: Bu bambaşka, özel bir sezgi çünkü…
Mehmet Öztekin:
 En başından beri sinematografik bir durum olduğunun bilincindeydim…
Sinan: Ve onu gözlemlemeye başladın?
Mehmet Öztekin:
 Evet…
Kaan Çaydamlı: Dışardan geldi zaten Mehmet… Bunun dışında, bir ilişki de yaşıyorduk…  Bir gün Antalya’ya gittim, tanıştık. Sonra bir dönem Antalya’ya yerleştim ama bu kez Mehmet Antalya’da değildi… Ama sürekli ilişki halindeydik… Bu Bodrum’a yerleşti, ben Antalya’ya yerleştim. Sonra ben bir gün Bodrum’a gittim, bir ay falan sürdü. Her sabah yola çıkıyordum ama bir türlü gidemiyordum. (Kahkahalar) Bu adamın da atlayıp bana gelmesi böyledir yani. Gelip hani bir düzen kurup, filim milim bilmem ne derken, birden şu kadar zaman… Anlamadık ki…
Mehmet Öztekin: Ha bak o etkileyici bir hikayedir. Ben Bodrum’da birileriyle böyle kitap mitap falan bir takım işler yaparken Kaan geldi. Bir uzun takıldı, sonra gitti. Sonra bir daha geldi. İkinci gelişinde, yanında çalıştığım insanlara “ben bu adamı götürüyorum” dedi. (Kahkahalar) Bitez’de balık yiyorduk, hiç unutmuyorum. Kaan’la atlayıp İstanbul’a geldik.