“kimsenin hayatına müdahale etmedim. kimseden de bir şey beklemedim. birileri gitti, birileri kaldı… ne bileyim, babam da böyle bir adamdı işte!”
Sinan: Neyi temsil ediyor peki Kaan’lar? Özgürlük mü? Başka bir şey mi?
Mehmet Öztekin: Gerçekten, çok samimi söylüyorum, böyle bir konumu yoktu. Antalya’da Kelepir’in önünde karşılaştık ilk kez. İşte 5 dakikalık bir sohbetimiz oldu. Önceden tanışmış olmamama rağmen çok garip bir diyalog oldu aramızda. Sonra o gece yemekte karşılıklı oturduk, biraz daha sohbet ettik…
Sinan: Tanıştığınız ilk gün mü?
Mehmet Öztekin: Evet… İlk gün, ilk…
Sinan: Önceden ününü duyduğun Kaan diye bir adam… Ve tanıştığınız ilk gün aranızda güçlü bir iletişim kuruldu.
Mehmet Öztekin: Evet, bir arkadaşım bahsetmişti bana Kaan’dan. O gece oturduk, Kaan’da bir huzursuzluk vardı. “Ben İstanbul’a dönüyorum” dedi, kalktı masadan çıktı gitti…
Kaan Çaydamlı: Hasan da vardı, ben oturamıyordum…
Mehmet Öztekin: Çok sıkıntılıydı… İstanbul’a gitmek üzere kalktı ve gitti…
Sinan: Eee? Bu mu çekici geldi yani?
Mehmet Öztekin: Çekici falan değildi yahu! Biz bir de bunun arkasından…
Sinan: Kaan, ters ters bakma bana öyle! (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Girecek bak şimdi sana (Kahkahalar)
Sinan: Bak, ben gelirken gusül abdesti alıp geldim! (Kahkahalar) Adamla buluşacağım yani! Büyük olay! Bu hissi anlamaya çalışıyorum yahu! Bu adam bir peygamber kendi camiasında… Kadıköy undergroundunda bir peygamber! Şimdi gerçekten öyle mi değil mi anlamaya çalışıyorum işte?
Ulvi: Şöyle söyleyeyim, ben eski Kadıköylüyüm. Kaan’ı tanımadan önce duyardım hep… Kelepir’den bilirdim ve benzer ortamlarda olduğum için aşinaydım… Şimdi Sinan da bir nevi Tolga Örnek…
Mehmet Öztekin: Haaa anladım!
Ulvi: Sinan Şenol’la tanıştığında bile şok geçirdi. Şimdi Şenol’un peygamber gibi bahsettiği bir adam, Kaan! İnternete girdiğinde yine böyle bir adam profili var ve Sinan da “ne buluyorlar bu adamda, ne var bu adamda” diye merak ediyor tabii… Adamın Kadıköy’de bir hegemonyası va
Kaan Çaydamlı: Var tabii! Kahveciler falan tanıyor (Kahkahalar)
Ulvi: E var yahu! Gir ekşi sözlüğe, Kaan Çaydamlı yaz da bak… Yok efendim “arkadaşıma gidiyordum, zilde Kaan Çaydamlı yazıyordu, aynı apartmanda oturuyormuş, komşuymuş” falan…
Mehmet Öztekin: Ben şöyle bir örnek vereyim. Bir adam hakkında, halen yaşayan bir adam hakkında, o anlattığı şeyin aslını anlatayım yani… Antalya’da araba kullanıyorum. Dedeman’dan Şirinyalı’ya doğru gidiyorum. Anlattığım beş yüz metre mesafe Dedeman’ın önünde trafik ışıkları vardır. Kırmızı yandı, durduk. Yanımda da İstanbul’dan ressam bir arkadaşım var… Müthiş bir bahar havası var Antalya’da… Camım açık, havaya baktım, açık, çok ılık, sevimli bir hava… “Kaan bugünlerde düşer Antalya’ya motorla” dedim… Hareket ettik. Bir sonraki ışıklar 200 metre kadar ileride… Bir sonraki ışıklara geldik, Kaan aradı… “Ben Korkuteli’nden iniyorum aşağıya yavaş yavaş” diye… Şimdi bu soruna cevaptır aslında… Hani kaç adam tanıyorsun bunu böyle yapabilecek? Havalar güzelleştiğinde motoruna atlayıp İstanbul’dan çıkıp Antalya’ya geleceğini 200 metrelik bir mesafede teyit eden bir adamdan bahsediyoruz… Bence bu kadar basit! Yaptığı işler; altıkırkbeş, kaybedenler kulübü falan…
Kaan Çaydamlı: (Sinan’ı işaret ederek) Bu yine anlamadı… Kesmedi bu herifi şimdi anlattıkların ama bu arada benim g.tüme çok şey girdi (Kahkahalar) Mehmet şimdi konuşmaya başladı!
Ulvi: E bir yerlere geliyoruz işte…
Mehmet Öztekin: Ben gelmeyeyim oraya diyordum! (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Ya hikâye şudur… Bir insandan bir şey beklememek… Karşında bir adam var… Ulvi de benim için öyledir mesela. 20 yıl görmem ama işte 20 yıl oradadır bu adam. Bir şey beklemem, bir şey etmem ama bir gün Kadıköy’de gördüğümde otururuz; içeriz, s.çarız, sonra gider, iki yıl görüşmeyiz… En son ne zaman görüştük Ulvi?
Ulvi: Çok oldu…
Kaan Çaydamlı: Bu bir davranış biçimi! Biraz böyle Richard Brautigan’vari bir şey var burada. Bunu anlamak biraz g.t ister yani… Şimdi bunu anlayan insanlar zaten bu şeyi yakalıyor. Bir sürü insan oldu benim hayatımda böyle. Kaç tanesi kaldı dersen; Mehmet kaldı, Şenol kaldı… Bir adamda bir pırıltı varsa, o bana geçiyorsa o adam OK’dir. O adamın herhangi bir şey olması, herhangi bir şey yapması gerekmiyor artık. Dolayısıyla ona adam gibi davranmak kaçınılmazdır. Böyle formüle ediyorum bunu… Tamam mı? Başka türlü nasıl cevaplanır bilmiyorum.
Ulvi: Kaan’ın şöyle bir durumu var mesela… Benim çok samimi arkadaşım falan değil. Hayatımda Kaan’la baş başa da oturmadım, hep birileri vardı yanımızda… Ama ben şu duygudayım: Cuma günü Kaan’ı arayıp “hari gel motorlara atlayıp bir yere gidelim” diyebilecek kadar yakın hissediyorum… “Ne paylaştın bu adamla daha önce?”dersen, paylaşmadım hiçbir şey…
Sinan: Nasıl bir güç bu?
Kaan Çaydamlı: Bu güç işte g.tüne giren şemsiye! (Kahkahalar) Güçle ne alakası var bunun? Güç falan değil bu…
Ulvi: Bu samimiyetle ilgili bir şey… Adamı görüyorsun ve iyi hissediyorsun, yakın hissediyorsun… Bu herif beni s.kmez, bu heriften bir kötülük gelmez diyorsun…
Mehmet Öztekin: Bu aslında hakikaten sıkıntılı bir durum! Özellikle Kaan formatında bir adam için çok sıkıntılı bir durum… Bizim kavgalarımız da bu temelde olmuştur Kaan’la… Ben biraz daha materyalist davranırım mesela. Hayatındaki birçok adama karşı uyarmışımdır onu ve o çok sert tepkiler vermiştir. “Neden, nasıl böyle şeyler düşünüyorsun?” diye kızmıştır bana… Mesela “bu adama dikkat et” dediğimde çok sinirlendiğini hatırlıyorum.
Kaan Çaydamlı: İşte bunlar hep g.tüme girmiştir benim!
Mehmet Öztekin: Bazen kalkıp üstüme yürüyecek falan zannettiğim durumlar olmuştur yani… Bu kadar zırhı olmayan bir adamın mesela Ulvi’ye bunları söyleten, öyle hissediyorum dedirten hali de odur aslında… Ben öyle bir adam değilim, hiç olmadım. Belki o demin sorduğun sorunun karşılığı da buydu… Bu gruba girmek te öyle bir adam olmayı gerektiriyordu… Devrim de böyle bir adamdır mesela, şimdi düşünüyorum da…
Kaan Çaydamlı: Kalanların hepsi öyledir…
Mehmet Öztekin: Yani!… Ama bu bir gözlem… Brit bana Kaybedenler Kulübü kitabını imzalatırken, Brit’le ilk yalnızlar partisi gecesi konuştuğumuz bir detaya ilişkin mevzuyu yazdım oraya. Bu, Brit’i çok etkiledi, bu detayı nasıl hatırladığıma inanamadı… Dediğim gibi; günbatımını izlemek mi yoksa fotoğrafını çekmek mi arasındaki tercihti benim için…
Kaan Çaydamlı: Bak, kimse kimsenin hayatına müdahale etmiyor… Bu adam film mi yapmak istiyor, film yapsın o zaman… Bu herif reklamcılık mı yapmak istiyor, reklamcılık yapsın… Birlikte film yapalım, bilmemneyi birlikte yapalım diye bir şey yok… Doğal olarak gelişiyorsa gelişiyor… Izdırap şurada: Çok fazla şey yaptık biz! Hakikaten hep bir şeyler yaptık… İlk günden beri… Mehmet’le “Uluma”yı yaptık… “Buruk Acı”yı yaptık. Ben ne anlarım sinemadan? Ama bu herif “yapacağım” dediğinde, “hayır yapma” demeyen bir adamım sonuç itibariyle… Çünkü biliyorum, yapacak yani… Ve iyi yapacak!
Sinan: Gerek duyduklarımdan, gerek okuduğum ve anlattıklarından yola çıkarak anlıyorum ki bir rol model haline gelmişsin… Kabul et veya etme…
Kaan Çaydamlı: Bir sürü insan için öyle, doğru…
Sinan: Şenol’la da konuştuk. Etrafında o halkalar var hep. Beraber olduğun insanlar var…
Kaan Çaydamlı: Hiç umursamadım ben o halkaları anladın mı? Sihir burada! Yani roman kahramanı yaptılar… Bir kere radyoda adını anmadım. Eskişehir’e gitmiş oturuyorum, yanda birisi bizim programdan bahsediyor. Acayip şeyler anlatıyor. Hiç müdahale etmedim bunlara. Radyoda da etmedim, özel hayatımda da etmedim… Bu adamlar bir şey yapıyor, yapsınlar a.q. yani! Bu adamlar altıkırkbeş’in bilmem nesinden bir şey alıp bir şey yapıyorlar, yapsınlar ulan! Yapsınlar! Bu umursamamak ta değil aslında…
Sinan: “Ben kendimi yaşıyorum” diyorsun yani?
Kaan Çaydamlı: Yani bazı adamlar girebiliyor işte… Yoksa, bana yaklaşmak çok zordur aslında… Yanılıyor muyum Mehmet?
Mehmet Öztekin: Evet, zordur…
Kaan Çaydamlı: Şenol’un hikâyesi öyledir mesela… Şenol “abi, ben bilmem neyim” diye gelmedi… Bir gün çıktı geldi, baktım herife, “ben gidiyorum, dükkâna sen bak” dedim. “Ne zaman gelirsin?” dedi. “Ne bileyim, üç aya gelirim herhalde” dedim… Motorla çıkıyordum… Şimdi “niye Şenol?” dersen, bu kelimeyle ifade edilebilecek bir şey değil… Şenol’du çünkü… Geldi ve girdi oraya… Bilmem anlatabiliyor muyum?
Sinan: Anlamaya çalışıyorum.
Kaan Çaydamlı: I-ıh! Zor senin anlaman! (Kahkahalar)
Sinan: Okuyucu daha zor anlayacak… (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Senin suratına bakıyorum ben ama… (Kahkahalar) Abi ne bileyim yahu, ifade edilebilir bir şey değil herhalde bu…
Sinan: Sonuç itibariyle ortada öyle veya böyle heyula haline gelmiş bir şey var. Dolayısıyla böyle “bunu anlamanız zor” deyip çıkamazsın işin içinden. Üstelik filmi de yapıldı artık bunun. Şimdi muhtemelen ikinci kuşak fanlarını, ikinci dalgayı göreceğiz. Bu artık, “bunu anlayamazsın, bu da böyle bir şeydi” denebilecek bir şey değil…
Kaan Çaydamlı: Belki de sihir buradadır! Ben hep bendim… Anlatabiliyor muyum? Sihir buradadır belki de… Anlattım işte, bazen ben de şaşırıyorum… Öyle adamlar gelip gitmiş ki? Başka biri olsa, belki bir iki defa görüştükten sonra iş bağlamaya kalkardı falan… Benim hiçbir zaman böyle bir tavrım olmadı…
Mehmet Öztekin: Ya biliyorsun, reklam işi yüzünden hayatımıza çok fazla insan girdi… İngiliz yönetmenler geldi, takıldık beraber. Amelie’nin sanat yönetmeni üç gün bizim evde kaldı, Kaan’la beraber yaşadığımız evde… Alman görüntü yönetmenleri, İspanyol yönetmenler, Amerikalılar geldi gitti. Onlarda da aynı şey oldu. Onlar da bu ortamın içine girdiklerinde mesela beat generation konusunda onlardan daha bilgili oluşumuzu falan şaşkınlıkla karşıladılar. Adamın bilmediği bir sürü şeyi biliyorsun onun üstüne de bir de sebepleri sonuçları üzerine konuşuyorsun. Ne anlatmaya çalıştılar, ne yaşadılar kafa patlatıyorsun. Mesela objektif sinema koleksiyonuna katıldım. Çok yeni, Los Angeles’ta. Böyle bir bağlantıyla oldu bu da… Buraya gelip bizimle takılıp, Radika’da rakı içen bir yönetmenin aracı olmasıyla oldu yani…
Sinan: Bir tür modern cemaat durumu…
Mehmet Öztekin: Bütün bunlar biraz da demin anlattığım kişilikle bağlantılı…
İçimizden Geldi: Tatlı Niyetine… “Bahama Kuşkusu”
“her yolculuk başladığı yerde biter. her adımda aslında başladığın yere yaklaşıyorsun…”
Sinan Kaan’la yaş anlamıyla da yakın olduğumuz için ilginç gelen bir nokta var benim için… 80’li yılları yaşadın sen, onun öncesinde çok yoğun bir politizasyon dönemi vardı Türkiye’de ve 80 sonrası o politizasyonun bizim kuşağımızdaki etkileri farklı biçimlerde devam etti. Herkes farklı kanallarda ifade etti kendisini. Sen bambaşka bir alanda, acayip bir özgürleşme alanında kendini buldun ve ifade ettin. Anladığım kadarıyla bu da fazlasıyla karşılığını buldu… Radyo programıyla buldu, altıkırkbeş ile buldu… Sen bambaşka özgürlük alanlarını keşfetmeye başlarken, insanlar da seninle beraber keşfetmeye başladı… Senin iç dünyanda bu açılım, bu özgürleşme nasıl gerçekleşti?
Kaan Çaydamlı: Bilmiyorum? Oldu işte… Bilmem?
Sinan: Yok abi! Böyle “bilmiyorum” diyerek çıkamazsın işin içinden…
Kaan Çaydamlı: Babam da öyle bir adamdı belki? Ne bileyim ben yahu? Ki hakikaten öyle bir adamdır babam da yani (Kahkahalar)
Ulvi: Bak bunu başlığa çekmek lazım! (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Dimi? (Kahkahalar) İster İstemez!
Sinan: Bir şey ver bana Kaan! Bir şey ver!
Kaan Çaydamlı: Ne boktan sorular soruyorsun yahu! Şimdi bunu ifade etmek zor… Ne bileyim… Mesela Kuşbeyin acayip bir insan… Biraz oraya geliyor. Refah Partisi o dönem ortalığın anasını s.kiyor! Herkes Çağdaş Yaşam’a gidip, “ben de bir şey yapayım abi” kafasına giriyor. Bir şey yapmak için oraya gidiyorlar… Bizim programı Kuşbeyin diye bir adam arıyor. Herif Sultanahmet’te yaşıyor. Acayip mistik bir ortam! Etrafındaki herkes mümin… Dinle çok ilişkili yaşıyorlar. Din, hayatlarının çok önemli bir kısmı… Tolga “niye dinledin bu adamı?” dediğinde, Kuşbeyin “ya bir gün Recai Kutan kesin paçalı don giyiyordur, Deniz Baykal da slip giyiyordur dedi, nasıl dinlemezsin böyle bir programı?” diyecek kadar esprili bir adam… Olayı böyle karikatürize edebilen bir adam… Oturup programda ney çalan bir adam… Böyle bir sürü adamla tanıştık. İlişkilendik. Hala daha ilişkimiz var… Kitaplarını bastık. Onların o yanlarıyla ilgilenmiyoruz ki biz? Bizim hayat tarzımızı da onlar biliyorlar… Böyle bir hayat bu… Motora binmek, rock&roll, pompalamak falan filan… Bütün bunların altındaki şeyi hissetmekle ilgili bir şey bu…
Mehmet Öztekin: Bak şimdi, örneğin Kuşbeyin “Tekamül bir süreçse, birbirlerine bu derece zıt olanlar aslında aynıdır” kafasında bir adam… “Dünyada sana en uzak yer sırtındır” diyen bir adam…
Kaan Çaydamlı: Biz de bunu radyoda bir başka şekilde ifade ediyorduk… Ne diyordum ben? Başlayan her yolculuk…?
Mehmet Öztekin: Bir kürenin üzerinde başlayan her yolculuk…
Kaan Çaydamlı: Her yolculuk aynı yerde biter… Attığın her adımda aslında başladığın yere bir adım yaklaşıyorsun…
Sinan: Kaan, konuşmak seni niye bu kadar sıkıyor?
Kaan Çaydamlı: Bu konularda sıkılıyorum… KTN’lerden birine yazdığım gibi, bunlar aslında üstüne konuşulmayacak şeyler… İçmek lazım! Konuşmamak lazım! Bunlar öyle şeyler aslında… Çünkü bunlar bilinçle ilgili şeyler değil, bunlar sezgiyle ilgili şeyler… Ben mühendisim sonuç itibarıyla… Formasyonum da mühendislik formasyonu, ama sanat hep sezgiyle olmuştur… Sezgi hep arkadan gelen bilimin önünde olmuştur…
Sinan: Bir mühendisle bağdaşmayacak bir görüş değil mi bu?
Kaan Çaydamlı: Alakası yok! Eğer sezgi yoksa, o bilimsel hayali kuramazsın… Hayal gücünden bahsetmiyorum, sezmekten bahsediyorum… Bir adamı gördüğümde, bir şey sezdiğimde tamamdır yani… Bunu sorgulama durumum yok. Bir gün kıçıma bir şey sokana kadar, ya da ben onun kıçına bir şey sokana kadar… Hayat bu… Böyle bir şey yani… Bunu anlatmak için yazıyoruz zaten…
Sinan: Kaybedenler Kulübü vizyona çıktıktan sonra ilgi odağı olacağını, başka kesimlerin ilgi odağı olacağını da biliyorsun değil mi?
Kaan Çaydamlı: Bunu hiç s.klemedik bugüne kadar… Zaten ilgi odağıydık biz…
Sinan: S.klememiş olabilirsin ama…
Kaan Çaydamlı: Bunu anlatmak zorunda değilim… Ulvi’yle sen olduğun için konuşuyorum burada! Anlatabiliyor muyum?
Sinan: Anlıyorum ama sonuçta seni daha önce tanımayan, senin ne yaptığını, nasıl yaşadığını bilmeyen insanların önüne bir şey geldi şimdi… Bu filmle birlikte bu adam (Mehmet) dedi ki “böyle bir insan kitlesi var, böyle bir adam var ve bu adam böyle yaşadı, bu adam bunları söyledi”… Şimdi filmle birlikte bütün bunları önümüze koydu bu adam…
Mehmet Öztekin: Evet doğru…
Ulvi: Onu bırak, benim oğlum 10 sene sonra bu filmi seyredecek ve diyecek ki “baba sen Kaan’ı tanıyor musun? nasıl bir adam?”
Sinan: Oraya da gelme… Bırak onun on sene sonrasını… Bugün ben bakıyorum, bambaşka bir dünya benim için sizin yaşadığınız… Düşün ki aynı kuşağız…
Kaan Çaydamlı: Sen ne yaşıyorsun Allah aşkına (Kahkahalar)
Ulvi: Yine konuşmaya başladı (Kahkahalar)
Sinan: Aynı kuşağız ama senin kanalın bambaşka, benim kanalım, falancanın kanalı bambaşka… Dolayısıyla bu filmle birlikte benim önüme böyle bir şey koyan adamdan yola çıkarak seni merak ediyorum…
Kaan Çaydamlı: Tamam dostum, bak problem burada! Sen merak ediyorsun! Merak etmesen seninle zaten ilişki kurabiliriz… Ama sen merak ettiğin sürece seninle bir ilişki kurma ihtimalimiz yok bizim. (Kahkahalar)
Sinan: İlişki kuramayız canım zaten (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Cevap olarak söylüyorum yahu… Kaldı ki ilişki de kurarız canım ayrıca (Kahkahalar)
Sinan: Hiç sanmıyorum (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Beğendim yani (Kahkahalar)
Sinan: Sanmıyorum! Gerçi çok enteresan bir adamsın ama… (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Allah razı olsun da…
Sinan: Tartıyorsun karşındakini…?
Kaan Çaydamlı: Ben seziyorum abi! Asla tartmak diye bir şey yok…
Sinan: Algıdan söz ediyorum… Algı bu…
Kaan Çaydamlı: Bazen yanılabiliyorsun… Ama yanıldığın yere kadar da yanılmıyorsun aslında… Yanlış mı söylüyorum?
Mehmet Öztekin: Yo… ben başta söylediğim şeye dönebilirim burada. O Serdar Ortaç klibine… Abi kimin nasıl durduğuyla ilgili bu… Farklı yerlerden bakıyor olabilirsiniz, farklı janrlardan olabilirsin. İşte yine Kuşbeyin iyi bir örnek bu anlamda. Kendi durduğum yerde ne kadar sağlam durduğumla, hayata nasıl baktığınla ilgili bu… Kendi değerlerinle ne kadar barışık olduğunla ilgili…
Kaan Çaydamlı: Ne kadar dürüst olduğunla ilgili kendine karşı…
Mehmet Öztekin: Şimdi de bu adamlar işte biz Kaybedenler Kulübü diye bir program yapıyoruz, bu da biraz ilgi görüyor diye bunu bir tribe dönüştürselerdi şu anki durumlarında olamazlardı…
Ulvi: Ortada kalmamışlardı zaten öyle bir tribe girselerdi…
Mehmet Öztekin: Evet olmazdı… Bunu giyinmeye kalkarsan giyinemezsin… Ha, bu zaten tek başına bir şey de olamaz… Mesela altıkırkbeş yayın çok önemli bir faktördür. Bu elbisenin dikilmesinde önemli bir yeri vardır. Kaan’ın fotoğrafçılığı da bir faktördür… İşte Richard Brutigan’dan bahsediyor mesela… Beat Generation’dan bahsediyor… Basılmış kitaplar, okunmuş kitaplar üzerine konuşulanlar, o edebiyat sohbetleri… Bütün bunların hepsi ama hepsi etkilidir… Mesela Kaan ayda bir Enis Batur’la yemek yiyordu… Standart bir şey, adeta bir ritüeldi… Oruç Aruoba ile Mehmet Güreli ile haftada bir yemek yiyordu buluşup… Şimdi baktığın zaman bu adamlar bir sürü şeyi belirliyorlar… Bu ülkede kimin ne okuyacağına karar veren adamlardan bahsediyoruz… Yani bütün bunlar bir radyo programından ya da işte Kadıköy’de takılmaktan ibaret bir şey değil… İstesen de bundan ibaret bir şeyle bu etkiyi yaratamazsın… Ancak bütün bunlarla birlikte o elbise üzerine giydirilir ve zaten o zaman istesen de çıkartamazsın bu elbiseyi… Bu açıdan, Sinan sen haklısın tabii o agresyonla gelmekte… Doğal olarak kurcalıyorsun “ne yani bir radyo programı, üç beş hikâyeden ibaret mi her şey” diye…