Kaybedenler Kulübü: Bir Kadıköy Röportajı

0
1454

“neye inanırsan inan, bunları okumazsan eksiksin yahu! bunları şimdi bilmezsen, sonra keşfetmeye çalışmak zorunda kalırsın…”

Sinan: Bütün bunların, bunca çabanın, riskin karşılığını bulduğunu düşünüyor musunuz?
Kaan Çaydamlı:
 Böyle bir soru yok! Bunu düşünerek hareket ediyorsak, edemeyiz zaten…
Mehmet Öztekin: Filme de koyduğumuz şeyle bir örnek vereyim sana. İki tane örnek yaşadım ben… Altıkırkbeş’te bir  Cortazar‘ın “Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı”ı basıldığında…
Kaan Çaydamlı: Yıllar önce…

Mehmet Öztekin: Çok uzun zaman önce…  Cortazarın daha c’si geçmiyor Türkçe’de… O güne kadar kimse Cortazar ismini anmış değil. Yayınlandığı dönem için sert bir metin. Hele Türk okuyucusu için… Düşünüyorum da, okunması mümkün değil…
Ulvi: Hala öyle…
Mehmet Öztekin:
 Tabii… Onu bastık ve “matbaadan gelen kitap yığını karşısında sigara içeriz” geyiği olmuştu… Otranto Şatosu için olmuştu bir de… Kubin’in “Diğer Taraf”ı için de olmuştu ki zaten “gözden kaçanlar- göze kaçanlar” diye bir parti de yapmıştık Kubin için… Kaan’ın “önemli metinler basmamız lazım” takıntısı vardı o zaman… Hayretle karşılıyordum. Dört yüz tane sattı Alfred Kubin! Diğer Taraf müthiş bir metindir ya?… (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı: Temel metinlerden biridir! Onu okumadan bu çocuklar nasıl hayal kurabilirler anlamıyorum!
Sinan: Militan bir yanın var… Özgürlük militanlığı! Biliyorsun ki “bunu okumaları lazım”! Yahu niye okuması lazım? “E okuması lazım abi! Çünkü başka türlü olmaz!” diyorsun…
Kaan Çaydamlı:
 E ama kriter biziz işte oğlum! Kriter biziz burada! Hep dediğim gibi, neyi okumak istediysek onu bastık!
Mehmet Öztekin: Enteresan tabii… Hani bütün bunlar tamam, bunlar sert metinler, iyi metinler…  Ama mesela Otranto Şatosu iyi bir metin değil… Ama özel bir metin… Gotik edebiyatın ilk metni…  Şimdi lafa baksana, gotik edebiyatın ilk metni demek ne demek yahu?
Kaan Çaydamlı: Şu da önemli tabii… Gotik edebiyat nedir? Devrim yahu o tarihte öyle bir şey yazmak!
Mehmet Öztekin: Adam diyor ki kötü metin, ama basmamız lazım yani…
Sinan: Abi riske giriyorsun? Ticari olarak riske giriyorsun?
Mehmet Öztekin:
 Riske falan girmiyorsun abi! Direkt uçurumdan atlıyorsun! Yani risk bile yok! (Kahkahalar) Batmak konusunda risk yok!
Sinan: Üstelik mahkemelerde sürünmek! Ne adına yahu? Neymiş, mutlaka okumaları lazımmış!
Kaan Çaydamlı:
 Ya işte bu soruyu sorduğun anda yapamazsın diyorum!
Sinan: Abi ben sana bu soruyu soracağım, sen de bunu bana açıklayacaksın… Ne adına?
Kaan Çaydamlı: Elimde değil oğlum ya! Ne yapayım? (Kahkahalar)
Sinan: Dışarıdan mı destekleniyorsunuz? Para mı alıyorsunuz, ne yapıyorsunuz? (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı:
 Keşke! Keşke birisi parayı verse de…
Sinan: Geleneksel Türk ahlak yapısını, aile yapısını ve sistemini bozmaya dönük dışarıdan destek mi alıyorsunuz nedir yani?
Kaan Çaydamlı:
 Bak hep dediğim bir şey var… Yine bir Kuşbeyin örneği vereceğim… Hayatımızdaki çok önemli bir insandır… Rahatsız oluyorum bu örneği vermekten ama yani o adam bu kitapları her gönderdiğimde okuyup, bununla ilgili en olmadık yerde bir cümle söyleyip, bana bunu okuduğunu ve onu niye bastığımızı gayet iyi anladığını o kadar ince bir şekilde ifade eder ki… Hikâye budur! Biz aslında senin dediğin gibi bir şey yapmıyoruz… Neye inanırsan inan, yani bunları okumazsan eksiksin yahu… Bunları bilmezsen, sonra tekrardan bunları keşfetmeye çalışırsın…
Sinan: Niye yayıncılıktan daha kolay bir alana girmedin ki?
Kaan Çaydamlı:
 E mühendislik yaptım ya işte? (Kahkahalar)
Mehmet Öztekin: Aslında çok güzel bir örnek var… Aynı yıllarda, 90’ların ortalarında Afa Yayınları’nın bastığı “Blöfçünün Rehberi” serisi vardı… Yani böyle de takılabilirsin anlatabildim mi? Hakikaten, Blöfçünün Rehberi 16 kitaptı yanlış hatırlamıyorsam,,,  O 16 konuda süper atar tutarsın… Bu, böyle olmayı tercih etmekle ilgili bir şey… Samimiyetle ilgili… Kaan’ın yaşadığı en büyük hayal kırıklıklarında biri herhalde Cehennem Meleği’ni basarken Harley Davidson Türkiye’nin yaptığı terbiyesizliktir mesela…
Ulvi: Ben niye bilmiyorum onu?
Mehmet Öztekin:
 Şimdi Hells AngelsHarley Davidson için çok önemli bir gruptur tüm dünyada…
Kaan Çaydamlı: Tasarımları onlar yarattı… Orta ayağı…
Ulvi: Evet o uzatma ayağı?
Mehmet Öztekin:
 Şimdi Cehennem Meleği basılacak, Altıkırkbeş almış haklarını… Harley Davidson Türkiye ile bağlantıya geçti heyecanla…  İşte hani “böyle bir şey yapacağız” diye…
Kaan Çaydamlı: Saçma sapan bir tavır aldılar… “Bunlara bulaşmak istemiyoruz” falan dediler… Tuzları kuru tipler tabii… Harley’i alıp, 5 bin kilometre yol yapıp…
Ulvi: Harley’i Bodrum’a kamyonetle gönderip (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı:
 İspanya’ya gönderip… (Kahkahalar) Uçakla İspanya’ya gidip takılan heriflerdi… Ama bu böyle bir kültür değil ki? Türkiye’de böyle oldu… O yüzden Harley’e binmekten nefret ettik burada…  Bir tek Amerika’ya gittiğimde bindim Harley’e… E tabii iyi makine! (Kahkahalar)
Ulvi: Amerika’da iyi makine! Motor konusuna ayrıca gireceğiz tabii…
Mehmet Öztekin:
 İşte şimdi bu Blöfçünün Rehberi durumuna giriyor… Yani blöfçüsün! “Motorcuyum” diyorsun ama motorcu falan değilsin aslında… Bunu giyinebiliyorsan giyin, giyinemiyorsan da giyinme… Kasma yani onu giyineceğim diye…
Kaan Çaydamlı: Yani öyle kreasyonlar yapıp, fularlar bilmem neler falan filan yapıp, Bebek’te aşağı yukarı… Ya tabii bunları söylemem çok çirkin kaçıyor…
Ulvi: Yoo? Hiç de çirkin değil, gayet doğru şeyler…
Kaan Çaydamlı:
 Kötü hissediyorum bunları söylerken… Aslında 5bin dolar verdiler “HOG’dan çıkın” diye… Harley’i aldığında doğal üyesi oluyorsun ya Harley Owners Group’un… Bunlara para verdiler yani…
Mehmet Öztekin: Hatırlıyorum onu!
Kaan Çaydamlı: Amerika herhalde bu imajdan biraz rahatsız oldu ki bir şeyler değişiyor… Yoksa daha mı rahat alınabiliyor bilmiyorum ama bu da komedi mesela… Hells Angels yani Cehennem Meleği dediğimiz şey outlander, kanun dışıdır… Yani silah kaçakçılığı yapar, drug dealer’dır, kavga eder, ne bileyim kadın satar…  Çünkü benzini almak için bir şey yapması lazım… Yolda olmasını engellemeyecek bir iş yapması lazım… Organize suç çetesidir bunlar aslında… Ama şimdi burada bu bir tür kulübe dönüştü…
Ulvi: Zenginler kulübü!

Kaan Çaydamlı: Yani işte bara gidelim hep beraber, yeleklerimiz olsun, içki içelim, karı indirelim… E o zaman “şu malı satalım dağıtalım” dediğinde “nasıl yani?”! (Kahkahalar) MC’ysen her yola geleceksin! Başkan aradığında gidip adam öldüreceksin… Gruptan attıysan, kolunda dövmeni taşıyorsa hala, herifi yakalayıp o deriyi oradan kazıyacaksın… Yani şimdi kalkıp bunlar doğru şeylerdir demiyorum… Bu hikâye şudur: Vietnam! İkinci dünya savaşından sonra işsiz güçsüz Amerikalılar ucuz diye motora bindiler. Hepsi faşist zannedilir… Halbuki savaş sonrası Almanya’dan gelen kasklar ucuzdu.  Ucuz Alman kaskı, kemeri getirdiler…  Ucuz diye satın aldılar, çünkü paraları yoktu. O yüzden Alman kasklarını taktılar yani… Keith Richards’a silah çektiler. Ginsberg’le çiftlikte takıldılar, ot içtiler, “s.ktiğimin i.neleri” falan diye konuştular.  Umurlarında değildi çünkü…
Mehmet Öztekin: “One Percenter” öyle çıkıyor ya işte? Amerikan Motosiklet Derneği’nin açıklamasıyla çıkıyor, Yani “tüm Amerikalı motorcular için yüzde birin yarattığı bir saçmalık tüm motorculara mal edilmiştir” dendiğinde bütün motorcular yüzde bir! Ben oradanım arması takmaya başlıyorlar…
Kaan Çaydamlı: Organize Suç Mahkemesi, organize suç şubeleri bunları halletmek için kuruldu…  Çok organizeler çünkü! İnanılmaz bir durum var, hiyerarşi var. Askeri düzen! Rütbe almak mesele, rütbeyi aldığında hakkını vermek mesele… Biz bunu yaşadık mesela… Burada bir MC’ ye üyeydik. O zaman MC’ydi hakikaten. Mehmet’in motoru çalındı bizim başkanı aradık, çocuklardan birini görevlendirdi. Koydu beline silahı, gitti Marmara Ereğlisi’ne ve o motor geldi!  “vereceksiniz motoru” dendi ve geldi…  Öyle değil mi?
Mehmet Öztekin: Evet iki günde geldi motor!
Ulvi: Aslında Harley’i kurtaran grup ta bu gruptur… Batıyordu Harley!
Kaan Çaydamlı:
 Evet,  şimdi artık onun da böyle bir gücü yok. O da başka bir şeye döndü…
Ulvi: Motor hayatınızın neresinde? Biraz onu konuşalım…
Kaan Çaydamlı:
 Aslında konudan kaydık biraz…  Mehmet’le bizim çok ortak hikayemiz var…  Bu provokatörün (Sinan) soruları yüzünden…
Ulvi: O sürekli siyasete bağlamaya çalışıyor (Kahkahalar)
Kaan Çaydamlı:
 E ama hikâye kaçtı! Ben çok ortada kaldığımı hissettim…
Ulvi: Bir şeyin kaçtığı yok. Hoş, kaçması da önemli değil zaten. Yemek konuşalım, günlük hayattan konuşalım, neden hoşlanıyorsak ondan konuşalım… Motordan konuşalım…
Kaan Çaydamlı:
 Yok, bizim Mehmet’le çok fazla ortak hikâyemiz var…  Altıkırkbeş te dahil buna… Altıkırkbeş’te birlikteyiz, bir sürü şeyde birlikteyiz… Bunları konuşacağız diye düşünmüştüm… Ben şey kaldığımı hissettim biraz…
Sinan: Altıkırkbeş’e geldi madem laf, soracağım… Altıkırkbeş’in okuyucu kitlesi seni tatmin ediyor mu?
Kaan Çaydamlı:
 Ne y.rrak bir soru bu şimdi yaa! (Kahkahalar) Ne bileyim abi? Kim ki o kitle?
Sinan: İlgilenmiyorsun yani?
Kaan Çaydamlı:
 İlgilenmiyorum tabii… Nasıl ilgileneyim ki? Bu ölçülebilir bir şey değil ki zaten? Bazı kitapları üç bin kişi alıyor, bazı kitapları dört yüz kişi alıyor…
Sinan: Sayısal olarak sormadım… Hani şu “bunu mutlaka okumalılar” dediğin kitleden söz ediyorum… Nitelik olarak seni tatmin eden bir okuyucu mu bu?
Kaan Çaydamlı:
 Aslında yayınevleri takip edilmiyor Türkiye’de… Bu da yanlış! Biz de yanlışız… Yayınevi dediğin ne bileyim bir gün Burrougsh ’u, bir gün Harper Collins’i basar, öbür gün ne bileyim Wiley basar, öbür gün bilmem kimi basar… Yani bir hizmettir o… Bir de yazar yaratırlar… Şimdi Türkiye’de iki ciddi ızdırap var: Mesela Kanun-i Sultan Süleyman çıktı, ortalık Hürrem Sultan! Bir çizgi roman pornosunu bekliyorum ben! (Kahkahalar) Yapılması lâzım! Kanuni Hürrem’i nasıl düdükledi: Grafik roman! Bu işler bir garip… NTV grafik roman kafasına girdi ama grafik romanla alakası yok, o başka bir iştir! Hamlet bastı 20.000 sattı bu s.ktiğim ülkesinde! Niye lan? Yani Sheakspeare okumaya bu kadar meraklıydık da, niye okumadınız? Her tarafta var? Tiyatrosu da oynuyor, filmi de oynuyor? Böyle bir şey var memlekette… Bir takım trendler yaratılıyor sonra onun boku çıkartılıyor. Dolayısıyla biz biraz farklıyız… Bizi yayınevi gibi algılamıyor insanlar… Yani biz bir şey yapıyoruz ve onu yaptığımız için orada ona bir bakmaları gerektiğini düşünüyorlar… Çoğunlukla bir şey de  anlamadan!