Editörlük dediğin bir “oldurma” hali…
1998’de “telsiz dinleyerek” başlayan gazetecilik macerasının ilk adımları meşhur Bab-ı Ali yokuşunda atılmış. Milliyet Gazetesi’nin Cağaloğlu bürosunda. Adliye muhabirliği, Semra’nın deyişiyle, “arkadaşlarının ittirmesiyle” DGM muhabirliğine dönüşmüş. İstanbul İletişim Fakültesi Gazetecilik mezunu. Gazeteciliğin muhabirlik yanıyla ilgilenmiş hep. Hani herkes “köşe yazarı” olmak ister ya, öyle bir hayali olmamış hiç. “İnsan meslekte ilerler, belki çok ileri yaşlarda, o da şart değil, istiyorsa ve iyi de yapıyorsa yazabilir tabiî” diyor.
Mesleğe başladığının ilk 8 ayında maaş falan almamış. Milliyet’e girdiğinde önce Doğan Heper, ardından Yalçın Doğan gelmiş gazetenin başına. “Gazeteye yeni başlayanları öyle hemen 212 kadrosuna almak gibi alışkanlıkları yoktu her ikisinin de” diyor. 3 yıl beklemek zorunda kalmış kadrolu çalışabilmek için. “Ben ortalarda fazla görünen bir muhabir değildim, bütün gün DGM de haber peşindeydim. Yazı işleri ile fazla ahbaplık ilişkim olmadığından akıllarına pek gelmedim herhalde” diyor gülerek. 5 yılın sonunda bir Almanya macerası olmuş, DW’de (Deutsche Welle) çalışmış.
“DW, 29 dilde yayın yapan dev bir kuruluştu. Türkçe servisinde 6-7 kişiydik. Hayatımda ilk ve son mesleki eyleme DW de katıldım. Sendikaların eylem kararıyla yayını durdurup bahçeye çıkmıştık. Müdürümüz ‘ben size karışamam, hakkınızdır’ demişti. Yasal haklar önemsenen bir kavramdı. Türkiye’de hasta da olsan giderdin gazeteye. En fazla “gel biz sana çorba ısmarlarız, çay ısmarlarız, toparlarsın” denirdi. Almanya’da öyle değil tabiî. En basiti hasta olduğun zaman işe gitmeme hakkın korunuyor. Habercilik açısından da farklıydı anlayış. Bir konu, gerçekten doğrulanırsa, kanıtlanırsa yazılabilirdi. Mesela Madrid patlaması olmuştu ben Almanya’dayken. Ben gelen görüntülerde beyaz bir araç görmüş ve bunun El Kaide işi olacağını düşünmüştüm, kısa bir süre önce İstanbul’da Neve Şalom ve HSBC’ye yönelik peş peşe düzenlenen bombalı saldırılardaki o büyük patlamaları hatırlayıp bağlantı kurarak. Ama hayır, bu açık ve net biçimde doğrulanmadan, tahmine dayalı olarak yazamazsın, dediler. Bizdeki gibi öyle yaz gitsin, olmuyor yani. Şüphende haklı olabilirsin fakat o şüpheyi kanıtlamadığın sürece haberleştiremezsin.”
Kısa süren Almanya macerası aslında tam bir “deneme” hali… “Eh, 5 yıl Milliyet’te çalıştım, dünya görme hakkımı kullanmak istedim sanırım” diyor. Ama sadece 8 aylık bir dönem bu. 8 ayın sonunda yeniden Türkiye’ye dönmüş. Peki neden dönmüş? “Masa başına çakıldım Almanya’da. Biraz ailemi özledim. Ama en çok da köreleceğim ve Türkiye’ye döndüğümde iş bulamayacağım endişesi ağır bastı. Biraz da gençtim sonuçta, insan o yaşlarda kafasına eseni yapıyor…”
Türkiye’ye dönüşte önce Sabah’a geçmiş ama kısa süre sonra Tempo Dergisi’ne geçiş yapmış. Tempo’da 3 yıl editörlükten siyaset ve toplum haberlerinden moda- magazin röportajlarına kadar adeta daldan dala konmuş. Tempo kapanınca kısa süreli bir işsizlikten sonra Akşam Gazetesine geçmiş. “İş konusunda şanslıydım ben, öyle çok uzun süreli işsiz kalmadım. İsmail Küçükkaya yönetimindeydi Akşam, çok para yoktu, hatta 2-3 ay maaş alamadığımız zamanlardı. Ama çalışıyorduk işte… Derken ana akım medyanın dışında bir şeyler denemek istedim. Bianet’e, ardından Agos’a geçtim. Nihayet, bunca gezip dolaşmadan sonra yeniden Milliyet’e döndüm ve son 3 yıl Milliyet’te çalıştım. Ta ki işten çıkarılana kadar, 3 yıl!”
Dönmüş Milliyet’e ama döndüğü Milliyet “küçülmüş” bir gazeteymiş artık:
“Döndüğümde Demirören’lere geçmişti gazete. Baktım, 40 kişilik İstihbarat servisi 10 kişiye düşmüş. Yazı İşleri daralmış. Az para, az elemanla çok iş yaptırma dönemi başlamış. Eskinin o kast sistemi de daha az hissedilir hale geldi, insan unsuru ortadan kalkınca” diyor. “Yine de ilk zamanlar iyiydi, politika sayfalarından sorumlu editördüm. Yabancı bir yere dönmemiştim sonuçta. Tanıdık isimler vardı. Onlar beni biliyor, ben onları tanıyordum. Kendimi anlatmak zorunda kalmadım. Tahir abiden (Özyurtseven) çok şey öğrendim. Sonuçta bu iş sürekli bir öğrenmeyi gerektiriyor. Sayfa yaparken tıkanıyorsun, sayfa oturmuyor bazen. Öyle zamanlarda tecrübeli birileriyle olmak kendini iyi hissettiriyor insana”
Son 3 yıl, zaman içerisinde tavsamayı da getirmiş beraberinde… “Demirören’e bağlamak doğru değil belki, çünkü bir gençleştirme operasyonu daha öncesinde başlamıştı sektörde. Daha az maaşa, kadrosuz ve daha çok çalışacak gençleri tercih etmeye başladı sektör. Gençleştirme politikası denilen şeyle gazetelerin içleri de boşalmaya başladı. Tabiî Demirören’ler gazetecilikten gelmediği için bunu bir fırsata dönüştürdü. Medya sitelerinde yapılan haberlere göre en son gazetecilerle yaptığı toplantıda ‘bayilere gidip satışı arttırın’ dediği söyleniyor. Sanırım ‘gazeteyi istersem bir dakikada kapatırım’ demiş. Eğer bunu gerçekten söylediyse vahim bir durum.”