Sinan: Kamuoyu sizi balıkçı adıyla tanıdı ve daha henüz çözüm sürecinin adının bile geçmediği, şiddetin çok yüksek düzeyde seyrettiği bir iklimde birden bire balıkçı ismiyle karşılaştık. Kimsenin cesaret edemeyeceği bir işe girişip, çözüm konusunda aktif rol aldınız. O dönemde kullandığınız dil devlete ve PKK’ye karşı eşit mesafede duran bir dildi. Son dönemde ise açıkça devletten yana, PKK’nin karşısında bir dil kullanıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
İlhami Işık: Neler yaşandığına dair meseleye tümüyle hakim değilsek, sadece gördüklerimiz üzerinden bir değerlendirme yapıyorsak böyle bir görüntünün ortaya çıkması doğal. Dışarıdan böyle görünebilir ama benim açımdan böyle değil. Sorun şurada; o günün koşullarında devletin problemin çözümüne yönelik o güne kadar değişmeyen sert kabuğunu kırmak ve devleti değişime zorlamak esastı. Devletin “ben değişiyorum” mesajları vermesiyle birlikte, o değişim esaslarının daha fazla büyütülmesi, kalıcı hale gelmesi adına ciddi anlamda teşvike ihtiyaç vardı. Benim devlete yönelik kullandığım dil budur. Dünün devletini sürekli eleştiriyordum çünkü o her türlü eleştiriyi hak eden, hatta bırakın eleştirmeyi, kınanmayı hak eden bir yapıdaydı. Bu yapıdan kurtulmak isteyen, sorunları hiç değilse tartışılabilecek bir ortama dönüştüren bir devlet karşısında ise teşvik eden bir dil gerekliydi.
Sinan: Ben değişmedim, devlet değişti diyorsunuz yani?
İlahim Işık: Bir devrim yaşandı. 100 yıldır hiçbir şeyi kabul etmeyen, her türlü diyaloğu reddeden, hatta bırakın reddetmeyi, buna karşı şiddetle cevap veren, toplumu her yönüyle tek tipleştiren; tüm inançlara, etnik yapılara, mezheplere karşı tek tipleştirme siyaseti izleyen bir devlet vardı. Solcuya, sağcıya, milliyetçiye, komüniste, Kürd’e, Türk’ün kendisine düşman bir devlet anlayışı hakimdi. Mesela 12 Eylül’de bir solcu olarak benim işkence görmem normaldi ama ülkücülerin işkence görmesini hiç anlayamadım. Kendisiyle barışık olmayan, düşmansız yaşayamayan, düşmanı yoksa bile düşman üreten bir devletle karşı karşıyaydık. Böyle bir devletin Kürt sorununu konuşma zeminine gelmesi benim açımdan bir devrim! Birileri devrimi kanlı devrim olarak tanımlar. Ben ona hiç inanmadım. Hatta onların bir devrim olmadığına inandım. O sadece bir elbise değişimiydi ve her zaman çok daha zalimlerin işbaşına gelmesiyle sonuçlandı. Tarih bize bunu gösterdi. Diktatörlere karşı çıkıp, inanılmaz diktatoryal rejimler kuran siyasal yapıları, muhalifleri, mağdurları gördük. Hele ki Ortadoğu’da! İkincisi, aynı şekilde Türkiye’de Kürt meselesinin kendisini şiddetle ifade etmemesi gereken bir dönemde, “ben bunu şiddetle hayata geçireceğim” diyerek organize olan bir örgütle karşı karşıyaydık. 70’lerde, 80’lerde Kürtlerin kendilerini ifade edebileceği hiçbir zemin yokken, Stalinist, Leninist ideolojik anlayıştan ötürü “devrimler ancak şiddetle olur” anlayışıyla şekillenen, sürekli şiddetle beslenen, devletin fotokopisi gibi düşmansız yaşayamayan, yoksa bile düşman yaratan bir örgüttü bu. Düşman bulamadığında kendi içindeki muhalif sesleri tasfiye ederek düşman üreten bir örgüttü. İşte o örgüt de kendisini değişim ve dönüşüme açıyordu ki bu da benim açımdan bir devrimdi.
Sinan: Kürt siyasetindeki tek sesliliğin nedeni devletin 80 darbesinin ardından Kürt siyasetini tarümar etmesi, sivil-demokratik siyaset yapan herkesi tasfiye etmesiydi ama? Devlet bir anlamda PKK’yi tek başına bıraktı tercihen Kürt coğrafyasında? Karşısında alternatif siyaset kalmayan PKK’nin de tek seslileşmesi normal değil miydi?
İlhami Işık: Tabi çok güçlü, şiddetle aralarına mesafe koymuş, seçimlere katılan ve belediye başkanlıkları da kazanan çok sayıda Kürt yapı vardı. Diyarbakır’da Mehdi Zana böyle bir isimdir mesela… Ağrı’da da öyle oldu. Batman’da da şiddete başvurmadan belediye başkanlıkları kazandı örgüt. Fakat “Kürdistan’da zorun rolü” diyerek kendisini şekillendiren, antiemperyalizmi, anti sömürgeciliği silahlı bir ayaklanmayla hayata geçireceğine inanan, bunun için de öncelikle sömürgecilerin ayaklarını yok etmeyi hedefleyen bir yapı vardı. Sömürgeciliğin ayakları olarak da aynı etnik yapının, yani yine Kürtlerden oluşan ağaları, beyleri, şeyhleri yok etmeyi hedefliyordu. Bugün bakıyorsun, örgütün temel omurgasını bunlar oluşturuyor aslında. Sırf ideoloji adına, kendisini kabullendirme adına binlerce kişiye karşı bir kıyım gerçekleştirmiş bir örgüt! Böyle bir örgüt de sırf devlet gibi kendisini değişim ve dönüşüme hazırlamaya başladı. Silahlı mücadelen vazgeçmenin eşiğinde bir örgüt haline geldi. Bu da benim için bir devrimdi. Devlet ve örgüt, akılcı bir çizgiye geldiğinde çözümü konuşabilmeye başladık.
Sinan: Çok merak ediyorum, iki taraf birden, size nasıl ve neden güvendi?
İlhami Işık: Bazen derler ya hani, bir şeyin izahı öyle birkaç kelimeyle olabilecek gibi değil. Bu “niye Atatürk var” gibi bir soru. Daha rütbeli bir sürü insan vardı ama Atatürk çıktı… ? Niye Tayip Erdoğan var mesela? Bu ülkede koca koca profesörler, bilim adamları varken değil mi? Şimdi PKK’yi eleştirenler ya ideolojik olarak eleştiriyorlardı ya da biat ediyorlardı. Aynı şekilde devleti de ya ideolojik olarak eleştiriyorlar ya da biat ediyorlardı devlete. Benim ne devletle ne de PKK ile böyle bir ilişkim olmadı. Ne ideolojik olarak kaba biçimde eleştirdim ne de biat ettim. İki taraftan da düzeyli, insani ilişkilerim oldu. Bu insani ilişkilerin etkisi oldu sanırım. Ben de bilmiyorum açıkçası. Ben de sordum bu soruyu, “neden ben?” diye. O kadar üniversiteler, bilim insanları var. Ama galiba onlar görevlerini layıkıyla yapmış olsalardı bana iş düşmezdi.
Sinan: Bir boşluk doldurdunuz yani?
İlhami Işık: Evet zannederim öyle oldu. Yol açıcılık, eleştiri, iki tarafa da eşit olmalıydı. Ama maalesef devlet kendisini değişime ve dönüşüme çok hızlı açtı. PKK ise maalesef açamadı. Bunu görmek çok acıya mal oldu benim açımdan. Düşünsenize çözüme 15 gün kaldı, 10 gün kaldı diye gün sayıyorduk. Müthiş bir inanç vardı. Çünkü söylenenler, verilen sözler o yöndeydi. Ama biz bunları konuşurken, silahsızlanma kongresini tartışırken, geri çekilmeyi konuşurken Kürdistan coğrafyasında, güneydoğu’da şehirlerde müthiş silah, bomba, militan yığınağı yapıldı. Tüneller kazıldı, bağlantı yolları açıldı. Bu öyle 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar olan süreçte yapılacak şeyler değil. Çok zaman alacak şeyler bunlar. Meğer daha ilk günden, biz çözüm için konuşmaya başladığımızda bir yandan bu yığınaklar başlamış.