Keskin Zeka, Sivri Dil: Terzi Yamağı

0
938

Sinan: Magazinle ilgili değilim, o yüzden “Barbaros Şansal” bana çok magazin gelirdi eskiden, seninle ilgili haberlere bakmazdım. Ama uzun bir süredir seni önce magazinle politik hat arasında gidip gelen bir yapıda görmeye başladım. Son birkaç yılda ise artık neredeyse tamamen politik bir hatta oturmuş görünüyorsun. Bu enteresan geliyor bana?

Barbaros Şansal: Magazinde de hep politiktim ama ben? Mesajlarım politikti yani…

Sinan: Ya biz işe az biraz mürekkep yalamışlar “magazin mi aman geç” deriz malum. Magazin takip etmek, entelektüel zaaf gibi görünüyor ya sonuçta? Ama özellikle twitter’da son dönemde temasımız arttıkça politik yanını daha fazla görmeye başladım. Şaşırtıcı olan, eskiden basbayağı Kemalist bir adamdın?

Barbaros Şansal: Hâlâ Atatürk devrimlerini çok önemsiyor ve inanıyorum. Ama ben hiçbir şeyin “ist’i” değilim. Mesela “ateist” değilim “ate”yim. Bunu her yerde söylüyorum. Ate’ist değilim, İslam’ist değilim, faş’ist değilim, komün’ist değilim, materyal’ist değilim, Kemal’ist değilim. Hem zaten Kemalist diye bir şey yok. Kim uydurmuş bunu? Kemal kim? Kemal Sunal mı?

Sinan: Bak ne bizim ne kendinin başını belaya sokacak, birilerini üzerimize sıçratacak şeyler söyleme tamam mı? Aaaa!!

Barbaros Şansal: Aman peki! “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” diyeyim o zaman. Tayyip Erdoğan o şekilde telaffuz ediyor ya, Sayın Cumhurbaşkanıma yaranmak için ben de öyle söyleyeyim madem! Atatürk ve dava arkadaşlarının dönemin konjonktürüne göre çok büyük başarıları var. Hasta adam haline gelmiş, çürümüş bir İmparatorluğu toparlayıp, aydınlığa, batıya, çağdaşlığa entegre etmeye çalışan, kadının seçme ve seçilme hakkından devlet işleyişine kadar büyük devrimler yapılmış. Tabii ki Rus devriminin, Stalin’in çok büyük etkisi var. Zaten yıldız sosyalizmi temsil eder. Hilal de işte sonradan konmuş. Aslında mavi üzerine sarı güneştir Türk bayrağı ama itirazlar üzerine kırmızı beyaza dönüyor. Sevaplarıyla günahlarıyla böyle bir süreç var. Atatürk bir peygamber değil ki? Zaten peygamberlere de inanmam o ayrı… Atatürk’ün ruhani bir kutsiyeti yok benim için. Kaldı ki Atatürk’ün manevi kızı Ülkü, benim anneannemin ikinci eşinden olan dayımın karısı. Rahmetli Özal bir gün Harbiye Ordu Evinde, biz prova yaparken, şöyle bir dizime vurup Semra Hanıma seslendi. “Semra gel, gel” dedi. Benim dedemden Osmanlı tarafım var ya, “Bu var ya bu, babası Osmanlıydı zaten, şimdi de ne yaptı etti Atatürk’e de akraba oldu. Bu, bu ülkenin başına bela olacak bak” dedi. Benim öyle körü körüne Kemalist diye tarif ettiğim bir duruşum yok. Ben laik demokratik sosyal hukuk devletine inanan bir insanım. Burada da bana öncü olarak görebileceğim en yakın isimler Atatürk ve dava arkadaşlarıdır. Tabii bu, dava arkadaşlarının hepsini onaylıyorum bir savaşa döndürdükleri için bunu, bayraklar tabutların ambalaj malzemesi haline gelmeye başladıkça, ben biraz daha iç sesimi dinlemeye başladım. “Bu insanlar ne istiyor?” demeye başladım ve içlerine girdim. Şimdi tabii Ayça Şen’in tesettür hikâyesi gibi, “işte bir arkadaşım oldu da, bu kitabı yazdım da” gibi anlaşılmasın yani. Cidden anlamak istedim. Gerek BDP’den, gerek HDP’den, hatta daha radikallerle de bir sürü kontağım oldu. Özellikle de Gezi sürecinde bir sürü Kürt tanıdım. Tezlerini kendi ağızlarından dinledim ve her şeyin aslında bana anlatıldığı gibi olmadığını görmeye başladım. 

Sinan: Gezi pek çok insanda kırılma yarattığı gibi sende de yarattı yani?

Barbaros Şansal: Gezi Türkiye’nin en büyük kırılmasıdır. Gezi, Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal ve sosyal olayıdır. Daha bu hafta AKP’li bir bakan, “Gezinin ilk üç gününe saygı duyuyorum” dedi. O 29’undan itibaren biliyor. Ben 27 Mayıs gecesi girdim. Gökmen’in belgeseli benimle açılıyor biliyorsun. “Bugün 27 Mayıs 2012, 1960 27 Mayısında da bu meydana tanklar girmişti şimdi de belediyenin iş makineleri giriyor” diye. Aslında biz “Ayağa Kalk Taksim”e bir yıl önceden başlamıştık.

Gezi tabii çok önemli bir kırılma noktası, 10 milyonu sokağa çıkaran, Cumhuriyet tarihinin en büyük hareketi ve toplumu kaynaştıran bir hareket. Yani LGBT’si, anti kapitalist Müslüman’ı, komünisti, Kürtçüsü, Türkçüsü, Atatürkçüsü hamamcısı… Hamamcılar Odasıyla Tuvaletçiler Odası geldi düşünün! Hepsini bir araya getirmiş ve bir komün oluşturabilmiş dev bir olay!  68 Paris komünü gibi bir komün oluşturabilmiş bir yapı. Herkes bana “ay gezi bitti mi?” diyor…

Bir daha Gezi yok! Yani Gezi misyonunu tamamladı. Ödevi ve görevi bitti onun. Gezi, büyük bir maskeyi düşürdü. Bunun travmaları bir iki sene sürecek. Artçıları gelecek bir süre daha ve ancak birkaç sene içerisinde oturacak. Çünkü bizler öyle çok bilgi, görüntü, ses kirliliği içerisinde yaşayan toplumlarız ki, algılarımız dumura uğruyor. Karpuz tadında, kavun renginde, salatalık kokusunda şekersiz sakıza para verir olduk. Eşeğin önüne havuç bağlanmış gibi… Öyle bir toplum olduk yani… Gerçekleri biraz puslu gördüğümüz için de anlamak zaman alıyor. Gezi ve sonrasında tanıdığım İnşaat işçisi arkadaşları kaybettik Ankara’da. Kobanê’de bir sürü can kaybettik.

Barbaros Şansal

Kıbrıs’a gitmeden, 10 Mayıs’ta İstanbul’da oynadığım son oyunun gelirini Kobanê’ye aktardım. Sahnenin tamamında Kobanê fotoğrafları vardı. Hâlâ saklıyorum. Orada gördüm ki Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi, Hristiyan, Müslüman, erkek, kadın, travesti, transseksüel, eşcinsel… Neyi paylaşamıyoruz biz? Sen zıt, ben zıt, ata kim versin ot? O zaman dedim ki diyalog kurmayı deneyelim. Gezi bu berraklaşmayı sağladı. Düşünsene, bir kolumda TGB yönetisi, bir kolumda HDP İl yöneticisi arkadaşlar vardı ve bir araya geldiğimizde hiçbir sorun yaşamıyoruz. Perinçek’in partisinde çalışan arkadaşla, Demirtaş’ın partisinde çalışan arkadaşla aynı kafeteryada oturuyoruz, izliyorum, gülüşüp şakalaşıyorlar, dostluk kurabiliyorlar. Benim misyonumun bu olması gerektiğini düşünüyorum artık. Birleştirici olmalıyım, ayrıştırıcı değil. Mağdurun yanında durmalıyız, mağrurun değil! Marakeş’te tatildeyiz, çok ünlü, çok zengin bir iş adamı var, ismini söylemeyeceğim şimdi. Oturuyoruz sabah kahvaltısında. Churchill’in kaldığı otel, Mamunya. “Yanlış yapıyorsun, güçlünün yanında olma zamanı” dedi bana. “Güçlünün yanında duran kazanır” dedi. O, güçten söz edince, “dur bak aklıma geldi, sana bir şey anlatayım” dedim. Bizim bir defileye kadınlar geldi. O kadar çok kadın ve o kadar çok çanta vardı ki… Ben fark etmedim, bir gazeteci arkadaş dikkatimi çekti, ne kadar çok çanta var diye… Baktım, hakikaten her kadında bir çanta. Ama çantaların bir kısmı yerde, bir kısmı sandalyede, bir kısmı da kucaktaydı. Ben böyle anlatınca, o ünlü işadamı sordu tabii “ne demek istiyorsun?” diye. Sandalyede duranlar emanet, çalınmasın diye… Kucakta duranlar orijinal, ama onların hepsi davetegidiyorum.com (*) dan kiralıkmış! (*) site ismi bu değil tabii/ reportare)“Nasıl yani?” dedi iş adamı… E işte çantasından mücevherine kadar gecelik kiralıyormuşsunuz o siteden deyince iş adamı, “hanım koş, kap şu tableti, bul şu siteyi, bundan sonra o kadar masraf yaptırma bana, kirala şuradan” deyiverdi. Türkiye’deki sanayicinin, yatırımcının bakış açısı işte bu! Bu yüzden güçlünün yanında duruyor. El şeyiyle gerdeğe girmeye alışkın çünkü. 

Sinan: Senin altyapın, sınıfsal kökenin düşünüldüğünde… 

Barbaros Şansal: Ne varmış benim sınıfsal kökenimde? Ben halk çocuğuyum!

Sinan: Ha ha ha! Osmanlı halk çocuğu. 

Barbaros Şansal: Ana tarafım daha da beter! Eczacıbaşı! 

Sinan: Demek istediğim, sen zaten çok kültürlü bir yapıdan geliyorsun? Bunlar senin için yeni bir şey olmasa gerek? “Ötekilerle” ilk kez karşılaşmıyor olmalısın? Gezi’nin senin ruhunda bir yarılma yaratması şaşırtıcı değil mi? 

Barbaros Şansal: Hayır, katiyen! Düşündüğün gibi bir insan değilim. Bir kere ilkokula yatılı başladım. Anne baba, çok evlilikler olduğu için. Bak hiç kendime ait bir çocuk odam olmadı. Hiç aile evim olmadı. Ben hep babaanne yanında, anneanne yanında, yatılı okulda büyüdüm. Zaten 17 yaşında ayrı eve çıktım. Varlıklı bir sevgilim vardı, o yardımcı oldu. Yatılı okuldayken bazen hafta sonları çocukların aileleri gelir alırlardı. Cumartesi öğlene kadar okul olurdu o zamanlar. Cumartesi öğlen alınıp, Pazar akşam okula bırakılırdık. Bazı hafta sonları kimse almazdı beni, koca yatakhanede tek başıma kalırdım. Yani ben öyle medyanın beni anlattığı adam değilim. 

Sinan: Valla hiç öyle bir imajın yok?

Barbaros Şansal: Hiç ilgilenmedim beni nasıl anlattıklarıyla. Biliyorum, beni çok antipatik bir kimlikle anlattı bu pezevenkler yıllarca. Nerede benim kimliğim ortaya çıktı biliyor musun? Rahmetli Ufuk Güldemir zamanı, Haber Türk’te yaptığım “toplu iğnede”… Selma Türkeş’in evinde Mahsun Kırmızıgül ile karşılaştım, beni görünce ayağa kalktı, ceketini ilikledi, “ben sizi çok yanlış tanımışım beyefendi, Habertürk’teki programınızı izledikten sonra, size saygım sonsuz” dedi. Ama ne oldu? RTÜK o programı yayından kaldırdı. Sonra SkyTürk’de Yalçın Küçük, Enver Aysever ve Nihat Genç ile Çengelli İğne’yi yaptım. Ç’yi orak—çekiç yapıp, üstüne de apostrof koydum.  7. Bölümde programın kaldırıldığını telefonla bildirip kovdular zaten. Sonra Show TV’de “Bugün Kime Giydirsem” i yaptım. Oradan da kovdular. Artı1’e girdim, oradaki programı da kaldırdılar, paramı da vermediler üstelik. E Ulusal Kanaldan da 3-2-1’i kaldırdılar. Aydınlık’taki yazılarımı da kaldırdılar. Yahu Halk TV’den bile yayın yasağı aldım. Yani o medyanın insanlarda yarattığı algının adamı değilim aslında.

Sinan: Ben çok kültürlülük, “multiculture” anlamında söylemiştim. 

Barbaros Şansal: Doğru, çok kültürlü bir ortamdı. 1980 itibarıyla ayrılmak zorunda kaldım ve 9 yıl dönemedim Türkiye’ye. Tabii 4 sene Londra, 2.5 sene İsviçre, Fransa, Almanya… E orada evliliğim, ayrılmam… Orada çalışma hayatım, yaşamam falan… Tabii beni çok kültürlü bir insan haline getirdi.

Sinan: Dolayısıyla farklı kültürlerle teması olan bir insan olarak, burada “ötekilerle” ilişki kurma, onlarla empati kurmada bir sıkıntı yaşayacağına ihtimal vermiyorum? 

Barbaros Şansal: Ha, ben Gezi’den önce de sosyaldim. Her zaman yürüyüşlerde, LGBT aktivitelerinde, Galatasaray’daki eylemlerde beni görürsün zaten. Ama Gezi bana başka bir şeyi öğretti. Önyargılarımı ortadan kaldırdı. Kalan önyargılarımı… 

Ulvi: Ne tür önyargılar vardı? 

Barbaros Şansal: Vardı… Mesela Kürtlere karşı vardı, İslamcılara karşı vardı. 

Sinan: Bu biraz beyaz Türk olmaktan kaynaklanıyor…

Barbaros Şansal: Ay hiç de beyaz Türk değilim! Suriyeli, Tripolili bir geçmişim var yahu. 

Sinan: E Kürtlere olan önyargın neden kaynaklanıyordu peki? 

Barbaros Şansal: İşte içinde bulunduğum zümreden tabii… Devamlı Kürtleri kötüleyen bir zümre olduğu için algı oluşuyor. Ama bak hiçbir zaman herhangi bir Kürtle, Kürt olduğu için tartışmadım ben. Ya da bir Müslüman’la…  Kimse böyle bir şey söyleyemez. Ama Gezi’de ben o insanların da etnik ya da inanç kimliklerini bir kenara bırakabildiklerini gördüm. Gezi’den önce yoktu bu.

Sinan: Onlarda da vardı tabii önyargı…

Barbaros Şansal: Onlarda da var. Bir keresinde biriyle konuşuyoruz, “bu işler diplomatik yolla çözülmeli, masada çözülmeli” dediğimde “biz boşuna mı çıktık dağa” dedi. “Git o zaman dağda leş ol!” dedim, kıyamet koptu! HDP kınama yayınladı falan. Fakat Gezi bir ergime noktası yarattı toplumda. Hiç beklenmedik bir şekilde üstelik. Eğer CHP müdahale etmeseydi, Gezi devrimi yapabilirdi. 

Sinan: Yok artık! O kadar?

Barbaros Şansal: O kadar! CHP’nin müdahalesi Gezi’yi bozdu. Çok içinde olduğum için söylüyorum. CHP müdahale etmeseydi, nemalanmaya kalkmasaydı orada, Gezi devrimini yapacaktı. Ülkü Ocakları çekilmeyecekti o zaman. Ülkü Ocakları vardı Gezi’de. 

Sinan: Nasıl bir şey çıkardı Gezi’den? 

Barbaros Şansal: Yani şöyle bir şey çıkardı, bu kadar gecikmezdik iktidarın gerçek yüzünü görmek için. Bu kadar can kaybetmezdik. Bu kadar soygun, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet olmazdı. En azından bir kısmı daha engellenmiş olurdu. Saray inşa edilmemiş olacaktı en azından yani. Atatürk Orman Çiftliği yemyeşil yerinde durabilecekti. 

Sinan: Bu röportaj da kavgaya neden olacak. Niye bu kadar kavgacı bir adamsın ya?

Barbaros Şansal: Değilim aslında, bak beni öyle yansıtma, ben Panter Emel değilim! Onlar benimle kavga ediyor. 

Sinan: Yapma Allah aşkına, bu kadar insan herhalde akşam yatıp, sabah ne yapsam da Barbaros’la kavga etsem diye kurmuyor kendi kendine? 

Barbaros Şansal: Şimdi iki tip insan var biri şey gibi, Türkiye’de meşhur olmak istiyorsan birilerine bulaşacaksın.  İşte sinemacı olacaksan Türkan Şoray’a bulaşacaksın. Hülya Avşar gibi. Modacı olmak istiyorsan da Yıldırım Mayruk ve bana bulaşacaksın. En popülere bulaşılarak meşhur olunuyor ya bu ülkede? Yani bak, Tuğba Ekinci’nin attığı tweet gibi. 

Sinan: Pardon, Bülent Ersoy da meşhur olmak istemiyordu herhalde? Ondan ne istedin? 

Barbaros Şansal: Bülent Ersoy benim 45 yıllık arkadaşım. Paramı ödemedi kavga ettik. Geçen gün televizyonda da söyledim. Dernekten attılar beni o tartışma yüzünden. Atsınlar! O dernek nasıl kuruldu? Burhan Kuzu beyefendi bunlara “yeni anayasa yazılmasına yardımcı olacaksınız” deyip kurdurdu. Bunlar da inandılar. Aha Belgin Çelik hayatta git sor, Ankara da. “Siz dalga mı geçiyorsunuz? Ne anayasası?” dedim ben bunlara. “Aa, bize görev verdiler, eşcinsel haklarını yazacağız yeni anayasaya” dediler. Akşam peruğu takıp Ayrancı’ya çıkıyorsunuz, ne hakkı? Sana devlet bir tane oda, iki tane makam masası verdi diye sen kendini müdür mü zannettin yani. Neyse dernek meselesi mühim değil de, Bülent benim paramı ödemedi. Bir de kalktı laf etti, o başlattı yani. “Ben onu sesimle gömerim, küreğimle döverim” gibi laflar. İnşaat amelesi misin ayol sen? Assolist bir hanımefendisin! Ne biçim laflar o laflar? Bir kadının ağzına yakışır mı? Sinirlendim ben de. Kameralar takip etti, yanımda da Hollandalı bir avukat arkadaşım var, hanım. “Bak, ben kamburlarımı zımparalamadım, benim mavi nüfus kâğıdım duruyor” dedim. Eşcinsel kavgası da böyle olur kardeşim. Ne diyecektim yani, “ağzını burnunu kırarım” mı diyecektim? “Koyarım, sokarım” gibi lafları da sevmem,hiç hoşlanmam öyle laflardan. Neyse, sonra geldi zaten, dikiş diktirdi yine.

Sinan: Ha ha ha! Bu sefer parayı aldın mı bari?

Barbaros Şansal: Aldım! Kavga ederek aldım hem! Kapıya geldi, şoförü şoförüme verdi parayı. Kendi de arabada oturdu. Al işte bunu da aynen yaz!