Keskin Zeka, Sivri Dil: Terzi Yamağı

0
938

Sinan: Yıldırım Bey’le bu kadar uzun yıllar birlikte çalışmak, birlikte yaşamak? Nasıl bir şey? 

Barbaros Şansal: Hiç kavga etmeyiz. Asla! Ha, iş için gerilim olur arada. Ama tartışma değil, münazara düzeyinde. O da burada kalır. Eve taşınmaz. Günümüz ne kadar gerilimli olursa olsun, buradan çıktıktan sonra arabaya biner, güle oynaya gideriz eve. 

Sinan: Türkiye’de böyle büyük ustaların rahle-i tedrisinden geçenlerin bazıları, bir süre sonra “tamam, ben oldum” der ve kendi kanatlarıyla uçmaya başlar. Senin “tamam ben oldum” diyeceğin ve artık kendi markanı oluşturacağın bir gün gelecek mi? 

Barbaros Şansal: Yıldırım Mayruk gibi bir markanın ortağıyken Yıldırım Kavruk gibi bir şey yapmak çok ahmakça değil mi? Bay Vitali ölünce Cem onu Takko yapmaya kalkıştı mı? Bu bir marka…  Bu toprakların, Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği en önemli ulusal markalardan biridir Yıldırım Mayruk. Poşeti sokağa düşmemiş, 1 liralık reklam, ilan vermemiş ama bütün kamunun ismini, logosunu bildiği 50 yıllık bir müessese burası… 26 yıldır çok kafa yordum bu işe ben. Dolayısıyla öyle bir çırpıda kenara atılamaz. Bak bir başka proje de bu 50 yılın arşivini bir üniversitenin bünyesine aktarabilmek. Türkiye’nin 50 yıllık tekstil arşivi bu. Eğer finans olarak güçlü bir eğitim kurumu bizimle bağlantıya geçer ve anlaşırsak, ben de bu arşivi bir üniversite bünyesine aktarmak istiyorum. 

Ulvi: Kıbrıs’ta sakin ve huzurlu bir hayat istiyorsun ama bu arada sosyal ağlarda sanki Türkiye’deymiş kadar aktif ve yoğun biçimde yer almaya devam ediyorsun?

Barbaros Şansal: Ya sosyal medya lazımlık gibi bir şey arkadaşlar. Herkesin içine sıçıp rahatladığı bir şey gibi oldu. Benim açımdan ampullü radyo gibi. Bir müddet sonra o da geçecek, yerine başka bir şey çıkacak. Daha önce ICQ , IRC falan vardı, sohbet odalarında buluşuyorduk. Bu da geçecek. Şu an yoğun kullanıyorum tabii… Ama 200-300 bin takipçim varsa 500-600 bin de engellediğim vardır. Bütün o milletvekilleri, kaymakamlar falan hepsi engellidir bende. Bir tane trol yakalamışsam, bütün takipçilerini ve takip ettiklerini de engellerim. Hiç üşenmem. Orada da gerçek hayatta nasılsam öyleyim ve samimiyim çünkü. Sahte bir Barbaros Şansal kimliğim yok yani sosyal medyada.  

Kıbrıs’taki projelerim hayata geçtikten sonra bunlar benim çok daha az zaman ayırabileceğim şeyler olacak. Çünkü Kıbrıs’ta yapılması gereken çok fazla şey var. Özellikle endemikler üzerine çalışmak istiyorum. İnanılır gibi değil ama bitkilerden yılanlara Kıbrıs’da 300 den fazla endemik tür var ve bunların hepsinin koruma altına alınması gerekiyor. Çok fazla konu var ilgilenilmesi gereken. Dolayısıyla burada öyle büyük paralar kazanacak bir ortam ve nüfus yok ama insanı mutlu edecek, meşgul edecek çok fazla konu var. E zaten çok fazla da ihtiyacım yok artık. Belirli bir gelirim var. Yeni insanlar tanımak beni daha fazla mutlu edecek. Yenileneceğim. Yoksa burada çürüyeceğimi hissediyorum arkadaşlar. Bunaldım gerçekten.

Bakın 1963 yılıydı İstiklal Caddesine ilk çıktığımda… Babaannem terziydi, onun yanında başlamıştım. Yıllar içerisinde 1970’lerde okula başladığımda Lazzaro Franco’lar, Markiz Pastanesi, Piknik… Yıllar içerisinde birer birer kayboldular. Yerlerini köfteciler, börekçiler, pideciler, makyaj malzemesi satan yerlerden oluşan bir güruh doldurdu. Kafasına saç ektiren Arapların semti haline geldi. Bana ait bir kent değil artık burası. Biz bu kenti kaybettik. Kentini kaybeden, ülkesini haydi haydi kaybetmiştir. İstanbul’da kurtarılmış bölgeden kurtarılmış bölgeye kurbağa gibi atlaya atlaya yaşamak istemiyorum. Sıkıldım bundan. Bak Kıbrıs’ta bütün gün parmak arası terliğim, şortumla dolanıyorum. Ha bir geceye, bir davete giderken pantalonumu ceketimi de giyerim ama burada ne giyeceğim derdi bile yok. Ne yiyeceğim derdi yok. Evime gelen birilerine aman peçetem kolalı mı derdim yok. Kıbrıs’taki insanların böyle dertleri yok. Ha, Kıbrıs’ta da yok mu öyle insanlar? Var ama onlarla da benim işim yok. Aman da villacığım, havuzcuğum diyenlerle yok işim. Zaten öyleleri de benimle anlaşamaz. Küçük, sakin bir hayatım olacak Kıbrıs’ta. Yıldırım Bey var, yardımcım da geliyor, kedim köpeğim de geliyor. Herşeyi alıp gidiyorum Kıbrıs’a. Sadece 1 tane dairem var satmadığım, geride ne varsa satıp savdım. O daire de Cemal Reşit Rey’in dairesiydi, satmam onu. 

Sinan: Her şeyin planlı… Bu kadar planlı programlı olmak sıkıcı değil mi? 

Barbaros Şansal: Hayır? Bak, planlı programlı derken, küçük küçük hedefleri üst üste koyarak plan yapıyorum ben. Senin o sıkıcı diye söylediğin, ne bileyim 20 yıl sonrasını planlayanlar için belki. Benimki öyle değil. Bir gün Yıldırım Bey’i kaybedersem, o zaman düşünürüm ne olacağını. Şimdi her şey küçük zaman dilimleriyle yapılmış küçük hedef ve planlamalardan ibaret. O zaman da ne yaparım, bilmiyorum, düşünmüyorum. Belki Kıbrıs’ta kalır yaşamaya devam ederim. Eğer Kıbrıs benim için zorlaşırsa, belki kalkar Zürih’e ya da Paris’e gider, orada yaşarım. Bilmiyorum. Dünya vatandaşıyım ben. Dünyanın neresinde olursa olsun yaşayabilirim. Her yerde iş bulurum. Ne olacak, hiç param kalmasa, bir apartman kapısına çömelir, elime makasımı iğnemi ipliğimi alır, paça bastırır yine karnımı doyururum. 

Sinan: Dağınık bir aile yapısında, eşcinsel bir çocuk olarak pek çok tehlikeyle karşı karşıyaydın aslında. Savrulabilirdin? Büyük hatalar yapabilirdin? Ama o dağınıklıktan istikrarlı, meslek ve ün sahibi bir adam yarattın?  

Barbaros Şansal: Hata yapmam! Bak; “ama, fakat, lâkin, keşke” kelimeleri benim ağzımdan hiç çıkmadı. Be kelimeler benim terminolojimde yer almaz. Ben yaptığım her şeyi bilinçli yaparım. Bilinçsiz yaptığım şeyden de pişmanlık duymam, neticede ben yapmışımdır. İlk kararımı verir, uygularım.

Sinan: Nasıl bir kararlılık, kesinlik bu böyle?

Barbaros Şansal: Öyle yaratılmışım. Risk almayı severim. 

Sinan: Risk almayı sevdiğinin farkındayım.

Ulvi: Ama bir kontrol mekanizması var bir yandan da? 

Barbaros Şansal: Bakın arkadaşlar, İş sorumluluk isteyen bir şey…  Müşterinin gelinliğini, teslim etmek zorunda olduğun gün teslim etmek zorundasındır. O gün, o salonda giyecek o gelinliği. Ertelemesi yok, ama’sı, mazereti yok… Bu, mesleğin getirdiği bir disiplin. Bu disiplin, insanın hayatını da bir şekilde forme ediyor. 

Ulvi: Beylik bir soru sorayım. Barbaros Şansal, boş vakitlerinde ne yapar? 

Barbaros Şansal: Boş vaktim yok ki benim? Boş vakit kavramına karşıyım zaten. Ne demek boş vakit? Vakit nakittir ve boşu olmaz. Her vakitte bir şey yaşar, yaparsın… Bahçeye çıkar ortancaları biçersin, sularsın. Bir köşeden su mu sızmış, orayı tamir edersin. Ütü yaparsın… Herkes ne yapıyorsa onları yaparsın. Bazısı “boş vakitlerimde müzik dinlerim” falan diyor ya…  Yok öyle bir şey. Müziği arabada da dinlerim, çalışırken de dinlerim. Porno da seyrederim, ne bileyim. Porno seyrettiğim zamanı da boş vakitten saymam hani… 

Sinan: Süper, ben de beylik bir soru sorayım o zaman. Duygusal mısındır? Yoksa hep mantıkla mı hareket edersin?

Barbaros Şansal: Mantıksız olsam zaten bu yaşa getirmezlerdi beni. Anladım ben senin nereye getireceğini lafı… Duygusallık vardı tabii ama o artık çok gerilerde. Onlar çok öncede kaldı… Yok artık öyle kırmızı panjurlu ev, mum ışığı falan… Çoktan bitti… Daha mantıklı bakıyorum ilişkilerime. Ay söyletme beni! Tahrik oluyor muyum, zevk alıyor muyum diye bakıyorum artık! O kadar!  

Sinan: Kıbrıs’ta projeler devreye girene kadar, bu geçiş döneminde hayat nasıl geçiyor peki?

Barbaros Şansal: Valla internette sansür olmadığı için çok keyifli!  Her tür radikal, marjinal, pornografik siteye girebiliyorum. Bu büyük bir özgürlük! Sonra dostlarım var Kıbrıs’ta… Biliyorsun sen zaten onları: Çiğdem Dürüst, Nevzat Anayasa, Arzu ve Ersel Tatlısu çifti. Ali Emrah, bizim Bilbay Eminoğlu… Aklına kim geliyorsa… Hande Koç, Çağkan Kabataş…  Şimdi ismini sayamadığım bir sürü insan var.  Beni hiç yalnız bırakmıyorlar. Daha sabah bekliyorlar twitter’dan ilk uyarı gelsin ki, uyandığımı anlasınlar… Hemen bir mesaj geliyor. “Geliyorum!”. Hemen arabayla alıyorlar beni, birlikte kahvaltı ediyoruz falan.  Güzel çok güzel… Akşamları bazen yemeğe gidiyoruz. Ben bazen Büyük Han’ın orada takılıyorum çocuklarla. Kendime ayırabildiğim kitabım üzerinde çalışıyorum. İnşaatla ilgileniyorum. İşte seramik bakıyorum, mutfak dolabı bakıyorum. E projelerle ilgili insanlarla görüşüyoruz. Ön görüşmeler falan yapıyoruz. Kıbrıs’ı biliyorsun, zaman buradaki gibi işlemiyor sonuçta…  Ayol çamaşır makinesinin kapağında bir arıza oldu, servis çağırdım. Saat 11’de geleceğim dedi adam. Saat 1’de aradım, “Vallahi yoldayım geliyorum” diyor ama arkadan televizyon sesi geliyor. Böyle… Ama beni rahatsız etmiyor. İstanbul’da bir günde yaşadığım stresi orada bir ayda yaşıyorum. Zaten Kıbrıs adası dünyanın üçüncü en uzun ömürlü insanların olduğu adaymış…