Çay bahane, kitap ve dostluk şahane…

0
409

Ulvi Yaman: Söyleşiye biraz Moda Kitap öncesinden bahsederek başlamak istiyorum, Uluslararası İlişkiler mezunusun hatta bu konuda master da yaptın, biraz bize Hakan’ın Adıyaman’dan  başlayıp Moda Kitap’a gelen sürecinden bahseder misin? Neler yaptın Moda Kitap öncesi, sahaf, kitapçılık işi nereden çıktı sonra?

Hakan Tunç: Kitapla hatırladığım ilk ilişkim ilkokul öğretmenimizin Bremen Mızıkacıları’nı sınıfta bize okuması. Sonrası köye gezici kütüphanenin geldiğini anımsıyorum. O yıllara ait kitap okuduğumla ilgili hiçbir anım yok. Lise bitene kadar kitap okuduğumu anımsamıyorum. (Ortaokul yıllarında köye gelen gezici kütüphaneden aldığım Karacaoğlan şiirlerini arabesk şarkı sözleriyle harmanlayıp köy çeşmesi başında havalandırmayı okumak saymıyorum tabi.) Lise (meslek lisesi) bitti. Planım ertelemeden askere gitmek, dönüşte ise hayata karışmaktı. Nihayetinde bölümün altın çocuklarından biriydim, herkes bana iş verirdi. Hani derler ya “hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir” diye. İşte ben bu planları yaparken, çocukluk arkadaşım (şimdi felsefe öğretmeni) Mehmet Emin Şimşek çıkageldi. Bir konuşmamızda, neden üniversiteye gitmek istemediğimi sorguluyor; üniversiteye gitmem, ailenin zaten kalabalık olduğunu, kardeşlerime de kendime de yeni bir yol açma fırsatını değerlendirmem, en azından bunu dememem gerektiğine beni ikna etti. Hayat o günden sonra Cemal Süreya’nın Dostoyevski ile tanışması hikayesinde olduğu üzere bir daha eskisi gibi olmadı. Babama daha üç gün evvel üniversiteye gitmeyeceğimi, askerlik zamanı gelesiye kadar bir yerlerde çalışıp sonra askere gideceğimi, dönünce de tornacı olarak hayatıma devam edeceğimi söylemiştim. Bu ani fikir değişikliğine en çok da babam sevinmişti sanırım ama taşrada sevinç pek paylaşılan, belli edilen bir şey değildi. En azından aile içinde öyle olduğunu sanıyorum. Herkes dışarıda muhteşem eğlenceli insan ama evde bambaşka. Buna rağmen babam ve annem konusunda şanslıydım, eğitim için imkanlarınca ve akıllarınca ellerinden geleni esirgemediler. Babam köylüydü ama hepsine kıyasla ufku daha açıktı. Hayatım boyunca tüm arkadaşlarım hep babam gibi bir babaları olmasını istediler. Bu duyguyu hep sevdim. Neyse hasılı duygusallaştım bak. Dur konuya döneyim yoksa ağlayacağım. İşte Mehmet Emin’in kafamı açması ile hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Okumak, kitap belasına bulaşmam tam anlamıyla lisenin bittiği o yaz oldu. Kitabına çaylar, kahveler dökülsün Mehmet Emin, şarapsız kalasın Mehmet Emin…  Sene 1996. O yaz hızlıca okudum. Mehmet Emin’in çantasında o yaz ne varsa onları okudum. Yaşar Kemal, Doğan Cüceloğlu, Erdal Atabek, Erdal Öz ve şu an anımsamadığım bir iki sıkıcı dünya klasiği…

Sudan çıkmış balığın karada yaşadığı çırpınma ve hayatta kalmak çabası ile meslek lisesinden mezun olup üniversiteye girme çabası çok benzer. Herkesten daha fazla çaba göstermem gerektiğini tam ne zaman anladım bilmiyorum ama sonra fark ettim ki durmadan okuyorum ve okumadığım zamanlarda ders çalışıyorum. Birinden kaçmak için diğerini, diğerinden kaçmak için ötekine sarıyordum. Evden çıkıp dershaneye giderken bile yolda yürürken kitap okuyor yahut yaprak test çözüyordum. Bu rutinde bir gün düşüp el bileğimi bile kırdım. (Bu arada o zamanlarda Adıyaman’da muhteşem bir çıkıkçı vardı ve bileğim eskisinden daha şahane şimdi.)

Bir göz odada yaşıyorum, Adıyaman’daki o yılların öğrenci evlerini görmeniz gerekti. O şartlar hem bir kırbaç hem de bir engeldir. Mesaj kişinin hayatla olan kavgasına göre değişiyor. O bir göz odada ders çalışıp, yatıp, şiir, roman okuyor, arkadaşlarımı misafir ediyorum. Bir piknik tüpüm var, onunla hem aş pişiriyorum hem su ısıtıp banyo yapıyorum. Hep aynı odadayım. Yine geldik mi drama. Burayı hemen geçiyorum. Sene 1998, sonuçlar açıklandı, Uluslararası İlişkiler kazanmışım. Şehrin binalarına asılan çarşaf çarşaf afişlerde adım yazılı ilk sıralarda. Babam havalara uçuyor. Vali, kaymakam olacağım diye mutlu. Ama öyle olmadı, adım karakollarda okunur olunca, fırçalarını az yemedim. Bana ayrı fırça atıyor, okuldan ya da emniyetten arayıp beni şikayet ederlerse onlara ayrı basıyor kalayı. Siz kimsiniz de benim oğlumla ilgili böyle konuşuyorsunuz falan diye… Geçenlerde birlikte yolculuk ettik; 20 yıl sonra öğrendim emniyet müdürlerine, okulun bölüm ve rektör yardımcılarına bastığı kalayları. Sonra arayıp babamdan özür dilediklerini falan… Neyse, hasılı kitap okumak tehlikeli bir şeydir, buradan tüm okuyuculara sesleniyorum, her an başınız belaya girebilir, benim girdi, kendimden biliyorum, dikkat edin.

Okul yılları ışık hızıyla bitti ve hayat bambaşka bir şekil almaya başladı. Oysa bize öyle söylememişlerdi, üniversiteyi okuyunca tüm kapılar önümüzde açılacaktı… Hiçbir kapı açılmadı ve ne yazık ki kapıları duvarları yıkıp, kendi yolumuzu kendimiz bulmaya çalıştık. Kitap işine böyle başlayacağım. Ama oraya daha var.

Uluslararası ilişkiler bitirince insan ne olur? Ne iş yapar, ya da yapabilir? Bilmiyorum, o kadar geniş bir yelpazede okuyup eğitim alınca her şeyi yapabilirmiş gibi geliyor ama her şeyi yapabilen hiçbir şey yapamaya da bilir… İlk iş deneyimimde başarısız oldum. Kocaeli’nden kaçtım adeta. İstanbul’da Kadıköy’e geldim. Tezgah cenneti, işte aradığım hür ortam. Bir arkadaşımın yanında durmayla başladım. Geçen yazlarda ara ara kısa süreli tezgahtarlıklar yapmıştım. Sokakta kitap satmıştım. Sonra iki yıl kadar sokakta bir şeyler sattım; incik boncuk, terlik, kırtasiye, kitap, gümüş, tütsü vesaire… Bu arada sokakta tutturabilene o kadar şahane bir hayat var ki… Hayat sokakta!

Liseden sonra askere gidecektim ya, işte yedi yıl sonra gidiyordum artık. Askerde, özellikle acemilikte epey kitap karıştırdım. Sonra askerlik bitip İstanbul’a geri döndüm. Ve yine sıfırdan başlıyordum. Altı ay kadar bir firmada çalıştım. Bir işletmede çalışmak, bambaşka bir deneyim oldu benim için. Bir süre sonra kendimi yine bir başka girişimin içinde buldum. Bir yıllık çırpınmalar sonucunda yine başarısızlığı kabul ettim. Yüksek Lisans yapmaya o zaman karar verdim ve aynı bölümde yüksek lisans yaptım. Yazdığım makaleler övgü almış, hoca vasfındaki intihalciler tarafından kitaplarına yazım hatalarıyla alınmıştı. Adım kitaplarında hiçbir şekilde geçmez. Ama doktora başvurumda kendine hoca diyenler, yüksek lisansımı yetersiz bulup kabul etmediler. Siz siz olun, vasıfsızların sizi tartmasına izin vermeyin. Neyse… 2011 yılı sonuna kadar birçok yerde farklı iş kollarında ve pozisyonlarda çalıştım. Moda Kitap’tan 3 yıl kadar önce kitapçılık girişiminde bulundum ama sürdüremedim. 2 yıl bir firmada çalıştım, peşinden işten atılmakla anlaşarak ayrılmak arası bir şekilde işsizler ordusuna katıldım. Aylar süren iş arayışları, saçma sapan iş görüşmeleri ve ahlaksız iş teklifleri sonunda neden kendi işimi yapmıyorum ki dedim… Bu arada bir web sayfası kurucusu ve yöneticiliği yapıyorum. Web sayfası Reportare gibi bir mecra, yazılar, haberler ve dahası… Bunu basılı bir dergi mi yapsam diye düşünüyorum. Burak Eldem’in gece gündüz kafasını şişiriyorum. Bir yandan da yayınevleri ve dağıtım firmaları hakkında bilgi topluyorum. Sonunda caydım, girişimi, girişime girişmeden batmaktan kurtardım. Tabi bu noktaya gelmezden önce zaten Moda Kitap ismini kullanıyordum sosyal medya mecralarında. Bir gün kitapçı olacaktım. Ve o bir güne çok az kalmıştı. Evde 3000 kitap biriktirmiştim. Son ayrıldığım işten aldığım 7 bin TL para ile tüm borcumu, harcımı ödedim. Borcum da kalmadı param da.. Tek varlığım evdeki kitaplardı. Günde iki kitap satsam yeterdi, böylece yıllarca hayatta kalabilecektim. Bütün mücadele zaten her şeye rağmen hayatta kalmak değil mi? Ne yapacaksak önce hayatta kalmalıyız, sonra yapacağımız diğer şeyleri yaparız. Kendi devrimimi yapmak üzereydim. Bir sabah uyandım ve şöyle bir tweet attım; “Arkadaşlar Kitap lazım mı? Bulunmayan kitap yoktur, bazısı zaman alır.”

1
2
3
4
5
6
Önceki İçerikO artık tüketici değil üretici
Sonraki İçerikCOVID- 19 Sonrası İçin Önceyi Anlamak
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project