Ulvi Yaman: Türkiye’de kitap zaten pahalı bir nesne, birçok sebebi var, bunu biliyoruz. Birçok insan mesela öğrenciler özellikle sahaflardan ikinci el kitapları daha ucuz olduğu için tercih ediyorlar, kimimiz ise piyasada baskısı kalmadığı için ikinci el kitap tercih etmek zorundayız. Eskiden birinci el kitapla sahaflardan aldığın ikinci el kitaplar arasında ciddi bir fiyat farkı olurdu, zamanla bu makas kapandı. Birinci baskı, imzalı kitapları bir kenara koyuyorum ve anlıyorum, onların ayrı bir meraklıları var, koleksiyonerler var ama böyle bir özelliği olmayan kitaplar da artık piyasada baskısı olmadığı için anormal fiyatlara satılmaya başladı. Bunu neye bağlıyorsun?
Hakan Tunç: Bunun birden fazla nedeni var; ilk nedeni yayınevlerinin kitabı yeniden basmamaları yahut yaptıkları baskıların yetersiz olması. Kitap ve dünyası bir kültür hizmeti olmaktan çıkıp bir ürüne dönüşünce, yayınevlerinin de kitapla olan ilişkisi değişti. Hepsini aynı kefeye koymak istemem. Hala kitap basımını bir kültür hizmeti olarak gören, bu işe gönül ve tüm imkanlarını iyi metinlere yatıran insanlar, yayınevleri var ama öte yandan yayıncılık alanı artık dev bir pasta. Çok satan yazarlara ödenen transfer ücretlerinin 2 milyonları aştığı bir piyasa artık bu. Ödenen telifler bir yana ödenmeyenler bir yana. Çevirmenlerin, redaktörlerin çilesi; aylarca, yıllarca ödemelerini alamamaları bu konudan bağımsız belki ama aklıma geldikçe söylemeden geçemiyorum. Sonuç olarak, yayınevleri kitabı artık bir yatırım aracı olarak ele alıyor ve yayınevleri için satılan ve satılmayan kitaplar var. Satılanlar da ikiye arılıyor çok satanlar ve diğerleri…
İşin ikinci ayağı ise sahaflar ve ikinci el kitap satanlar. Sahaf kişi iyi kitabı, değerli kitabı biliyor ve ona uygun değeri biçiyor. Bu kişiler zaten o kitabın neden o fiyatlara satıldığını ya da satılması gerektiğini de okuyucuya aktarıyor ve okuyucu bunun ardındaki nedenselliği bilince kitabın fiyatına ve değerine ikna oluyor. Diğer yandan ise demin bahsetmiş olduğum kitabın artık bir piyasa aracı olmasına gelip dayanıyor ve ikinci el kitap satan kişilerin de bu durumu fark edip buna göre konumlanma ve fiyatlama politikası belirliyor. Ve tabi bazen kişilerin kendi öznel fiyatlandırma politikası da olabilir bu. Bunları bilemeyiz, belki bir gün hepsi çıkıp fiyatlandırma politikalarını bize izah ederler…
Üçüncü ayağı da online satış mecralarının kullanılmaya başlanması. Burada şöyle bir şey oluyor: Temsilen x kitabının baskısı tükeniyor. Baskısı tükenince mübarek formula araçları gibi, 0’dan 100’e 4 saniyede çıkan araçlar gibi fiyatı arşı alaya çıkıyor. Baskısı tükenen bu x kitabı misalen geçen hafta 20 liraya satılıyor. Dükkana sürekli kitap gelip gittiği için, bir süre sonra x kitabından bir tane daha gelior. Kondisyonu geçende satılan gibi diyelim. Kitabın baskısı tükenince, (bir yandan da okuyucuya bir şey oluyor, “bana bu kitabı bulun, kaç paraysa razıyım” diyen bir garip okuyucu/alıcı kitle de var.) işte bu noktada satıcı 20 tl olan kitabı zaten geçenlerde satmış ve piyasada baskısı yok ve giderek de azalıyor, bir daha basılıp basılmayacağı belli olmayan kitabın fiyatı adım adım yükseliyor. 40, 70, 120, 200 tl… Baskı yoksa vicdan da olmuyor fiyatlamada.
Eskiden nasıl oluyordu, sahaf kişi yıllar içinde yetişirdi. Çıraklığı 15-20 yıl süren, kalfalığı da bir o kadar zaman alan bir meslekti. Kişi, sahaf kişisi olana kadar 30-40 yılını buna ayırmış, elinden binlerce kitap geçmiş oluyordu… İyi kitap, değerli kitap, sahafiye kitap, prestij kitap nedir, bunlar neye göre değerlendirilir, nasıl fiyatlanır, bunları yıllar içinde öğrenir ve peşinden gelenlere de zaman içinde aktarırdı. Okuyucunun da kitap ile ilgili kafasına takılanları aydınlatırdı. Ama şimdi sahaflardan ziyade dijital mecraların satıcıları var. Elindeki kitap kaç para eder diye değerleyecek bilgisi, birikimi, donanımı yok. Ne var? Satış yaptığı mecra! Kitabın ismini giriyor, fiyatlar önüne seriliyor, aynı kitabı 2 TL’ye fiyatlayan da var, 100 TL olarak fiyatlayan da… İşte bu baskısı tükenen kitaplar bu mecralarda satıcıların iş yapma anlayışına göre fiyatlar bambaşka noktalara çıkabiliyor.
Fiyatları belirleyen nedenlerden biri de okuyucu. Türlü türlü okuyucu var. Birinci baskı, imzalı kitap arayan, belli bir konuda ya da yazardan kitap arayan, mavi kapak takıntısı olan, ille de ciltli kitap arayan, prestij kitap peşinde koşan… Bazısı kitabın baskısının tükendiğini duymasın. Allahım, fellik felik hiç gezmediği kadar kitapçı, sahaf gezip baskısı biten kitabın peşine düşüyor. Herkesi “aman bana bu kitabı bulun” diye tembihliyor. Çoğu zaman bu nevi fetişist okuyucular aracılığıyla kitabın baskının tükendiğini fark ediyor, öğreniyoruz. Bu okuyucu tipinin yarattığı suni dalga ister istemez fiyata yansıyor. Borsa spekülatörlerinin ekonomiyi dalgalandırması gibi bir şey. Sanıyorum ki en nihayetinde arz-talep dengesi buradaki fiyatları da belirliyor. Okuyucu bu baskısı tükenen kitaba bu nevi talepte bulunmazsa stok maliyetinin yaratacağı baskı fiyatlar üzerinde bir baskı unsuruna dönüşecek ve fiyatlar ister istemez aşağıya doğru çekilecek, yahut bir süre sonra gelecek olan yeni baskı arzı yeniden artıracağı için doğal olarak baskısı tükenen, yüksek fiyatlara ulaşan kitap da normal fiyatına gerileyecek. Özetle baskısı olmayan kitapta ısrar etmeyin, o kitap bir şekilde size gelir. O kadar para verilmez baskısı tükenen kitaplara. Baskısı olan o kadar çok kitap var ki…
Ulvi yaman: Çok fazla insanla muhatap olduğun için soruyorum, senin gözlemlediğin kadarıyla hadi Türkiye demeyelim çok geniş bir yelpaze olacak, gerçi tüm Türkiye’den müşterilerin var biliyorum ama daraltalım, İstanbul, Kadıköy özelinde müşteri profilinden biraz bahsedebilir misin? Kimler kitap okuyor, ne okuyorlar, tercih kriterleri ne, neler söylemek istersin?
Hakan Tunç: Bir kitabevinin/işletmenin okuyucuyu/müşteri yelpazesini belirleyen temel şey sahibi, kurucusu veya yöneticisi. Onun dünyaya bakışı stoktaki kitap çeşidini belirlediği gibi, türlerini de belirliyor. Bu belirleme zaman içinde okuyucu kitlesini oluşturuyor. Moda Kitap özelinde ise; henüz Moda Kitap olarak kitap satmaya başlamazdan evvel, evde biriktirdiğim, bir gün okurum diye aldığım binlerce kitap vardı. Senin evdeki binlerce kitap gibi. İşe başladığımda da bu kitaplarla başladım. Ve o zamana kadar sosyal medya kanallarındaki paylaşımlarım çerçevesinde bir küçük kitle oluşmuştu ve bu kitle ile benzer, paralel keyifler, endişeler, umutlar paylaşımlardaydım. Bu kitle zaman içinde büyüyüp çeşitlendi. Öğrencilerden işsizlere, akademisyenden doktorlara, işçilerden memurlara, avukatlardan esnaflara çok geniş yelpazede, dünyanı her yerinden okuyucularımız var. Moda Kitap’ın okuyucularını genel olarak toplam okuyucular içinde ‘iyi/nitelikli okuyucu’ diye tanımlıyorum. İçerik olarak iyi, nitelikli kitabı bilen, onu arayan, onu soran, onun üzerine çevresiyle paylaşımda bulunan, birikimini aktarmayı seven bir kitle olarak görüyorum. Bu kitle sırf kendi dar çevreleri için değil toplum için de fikir üreten, düşünen, endişe eden, sevinen, arayışta olan bir kitle. Kişisel gelişim safsataları, saçma spiritüel kitaplar, edebiyat ve diğer türlerde basılmış berbat birçok ‘çok satan’ kitaplar Moda Kitap okuyucu kitlesinin hiç talep etmediği kitaplar. Bu okuyucular genelde tüm kitap kategorilerinde iyi ve nitelikli olanı talep eden bir kitle. Bu nedenle de Moda Kitap’a gelir. Moda Kitap’a ulaşır. Bunlar üzerine Moda Kitap’la paylaşımda bulunmak, alışverişte olmak istiyor, bu bağı kurmuş olmayı önemsiyor, seviyor. Onun sevdiği kadar Moda Kitap da bunu seviyor. Ne kadar çok Moda Kitap dedim J
Ulvi Yaman: Yukarıda bahsettiğim ve senin bilinçli yarattığın persona yüzünden dışarıdan bakanlar seni, sürekli sosyal medyada goy goy yapan, lakayıt, geniş bir adam olarak görüyor halbuki arka planda Moda Kitabı dişinle, tırnağınla gece gündüz çalışarak nasıl bu hale getirdiğini ben çok yakından biliyorum. Görünenin aksine acayip bir iş disiplinin var, sabahın köründe dükkanı açıyorsun akşam kaçta yatmış olursan olsun, çay demleniyor, siparişler alınıyor, kargolarını yapıyorsun, hesap kitap tutuluyor, arşive yeni gelen kitaplar kaydediliyor, satılanlar düşülüyor, bir yandan sosyal medyada sürekli paylaşımların var, yeni kitap bulmak için dolaşıp duruyorsun. Tüm bunların yanı sıra dükkana gelen insanlarla ilgileniyorsun. Kendine iş olarak, meslek olarak kitabı seçmiş, kitap pazarlamayı seçmiş biri, bir işletme neler yapmalı, neler yapmamalı?
Hakan Tunç: Bu soruyu parçalarına ayırıp cevap vereyim. Öncelikle bu persona kurgu değil. Sürekli goy goy yapmıyorum, paylaşımlarım geniş bir yelpazede. Herkes kendi ilgi ya da duygu durumuna göre bu paylaşımlara dahil oluyor, reaksiyon gösteriyor. Geniş bir adam değilim ama ne olduğumu da tek bir kelime ile izah edemem.
İkincisi, dişimle tırnağımla, gece gündüz demeden çalışarak var ettim bu Moda Kitap’ı. Hem sosyal medyada hem bu mecranın dışında. 3000 kitapla başladım. Şu an stokta yaklaşık 25 bin kitap mevcut. Bugüne kadar yaklaşık olarak on yıl içinde 200 binden fazla kitap satmışım. Ve bunlar için tek bir kuruş bile borç yok. Bunların haricinde okuyucuların taleplerine göre ikinci el veya yeni milyonlarca kitabı kısa sürede tarayıp ihtiyaçlarına göre listeler hazırlayıp onlara sunabiliyor, ulaştırabiliyorum. Dükkan şu an iki katlı ve kiracı olarak girilen bu işyerini satın aldık. Bunlar sürekli goy goy yaparak, lakayıt davranışlar sergileyerek, geniş olmakla sağlanmıyor. İşimi seviyorum, ciddiye alıyorum ve çalışıyorum. Son 7 yıldır her gün sabah 09.00 akşam 21.00 arası açık bir dükkan var. Bunun arkasındaki günlük iş akışını, emeği bilmeden sosyal medyadaki günlük belli paylaşımlar üzerinden çıkarımlar yapmak hepimizi yanlış sonuçlara ulaştırır. Mehmet Deprem’in dediği gibi “önyargı zaman kazandırır ama yanılgılara da çok fazla yol açar.”
Sorunun bu son kısmını bir işletme ya da kişi ne yapmalı diye genişleteyim. Moda Kitap’a gelene kadar uzun bir yoldan (sadece iş deneyimi 10 yıl) geçtim ve ardıma baktığımda başarısızlıklarla doluydu. O başarısızlıkların nedenini şimdi biliyorum. İşte bu analizi yapınca sonuçta, ulaştığım yer bir başarı ise, başarıya neden ve nasıl ulaşmış olduğumu fark ediyorum. Gelmiş olduğum bu uzun yolu düşününce;
- Yaptığım hiçbir işi sevmemiştim.
- Çalışma hevesim, motivasyonum yoktu. Hiçbir işte çalışmak da istemiyordum.
- Hiçbir plan yapmıyordum. Korkarım tek bir planım bile yoktu. Hedeflerimi genelde gerçekleştiriyordum ama çoğunlukla bir günü/ayı daha bitirmek üzere geçiştiriyordum.
- Hızla ilerlemek istiyordum ama ilerlemenin hızlı olamayacağını anlamıyordum. Çok çabuk vazgeçiyordum.
- İşleri çoğunlukla erteliyordum ve ertelediğim işler için sürekli bahaneler üretiyordum.
Moda Kitap’ta ise;
- Yaptığım işi çok seviyorum. İnsanların bunu sevmesini de seviyorum. Okuyucularımızın yüzde 60’ı benzer bir iş yapmak hayaliyle yaşıyor. Ben onların hayalini yaşıyorum. Bir hayal yaşıyorum. Ve hiç bu kadar iyi hissetmemiştim kendimi.
- Hevesim hiç kaçmadı ve motivasyonum hep yüksek. Kaç saat çalıştığımı hiç hesaplamadım. Kendimi hiç çalışıyormuş gibi hissetmedim. Hobi dediğim şeyle uğraşıyorum. Hangi çocuk oyun oynamaktan sıkılır, bıkar. Ben de Moda Kitap’ta bir çocuk gibiyim.
- Moda Kitap’ta ilk günden kendime bir hedef koydum. Kitaplar aracılığıyla insanlarla bir bağ kurmak. İnsanlara aradıkları/istedikleri kitapları ulaştırmak. Kitap bu herkese lazım! Kolay olmadı ve ben de hiç vazgeçmedim.
- Hiç acele etmedim, sadece işimi doğru ve iyi yapmaya çalıştım. Önce kendim tatmin olmak istedim. Bugün Moda Kitap’ı sevmeyen insanlar bile işimizi doğru ve iyi yaptığımızı bilirler. Bunun daha iyi bir noktaya gelmesi için uğraş veriyorum.
- Hiçbir işi ertelemedim. Bugün çok çalıştım, az dinleneyim sonra yaparım demedim, yapmam gerekeni hemen yaptım.
Bu geçtiğim yol mutlak başarı yoludur diyemem. Her yiğidin yoğurt yiyişi başka onu da biliyorum. Lakin başarının tesadüfi olmadığını biliyorum. Bunu öğrenmem zaman aldı. En özet hali ise, çalışmak, çalışmak, çalışmak ve samimi olmak…