İkarus Sendromu

0
65

Göz alıcı mimari eserleri, ilk bakışta canlıymış hissi veren heykelleriyle Atina’da dikkatleri çeken, saygı gören bir zanaatkardır Daidalos. Adının anlamı da “Usta İşçi”dir zaten. Mimar ve heykeltraş olmanın yanı sıra her tür mekanik araç da yapabilen, yaratıcı, zeki, yetenekli bir mucit.

Atölyesinde yeğeni Talos ile çalışmaktadır o vakitler. Ustasını kıskandıracak kadar becerikli, çalışkan, dikkat çekici bir genç.

Efsane ya işte… Günlerden bir gün Talos ölü bir yılanın dişlerini kullanarak testere icat eder. Öyle bir iş çıkarır ki ustası Daidalos’u çok etkiler. Ama öyle sandığınız tarz bir etkilenme değildir bu. Daidalos kıskançlığından kendini dizginleyemez ve maalesef genç yeğenini Akropolis’ten aşağı atarak öldürür.

Hikayemiz de bu acı olayla başlar. Neticede ortada bir cinayet vardır.

Bir zaman sonra Daidalos kaçar mı sürgün mü edilir bilinmez ama kendini Girit Uygarlığında bulur. Burada Kral Minos’a sığınarak emrinde çalışmaya başlar.

Yeni yaşamında saray çevresine girer, tanıştığı bir cariyeye vurulur. Ondan İkarus ve Lapyx adından iki çocuğu olur. Girit’teyken de boş durmaz. Yine çok konuşulacak işler yapar. Kral Minos’un kızı Ariadne için bir dans alanı tasarlar. Böylelikle herkes tarafından daha fazla tanınır hale gelir, saygı görür, namı yayılır. Artık saray entrikalarının içinde yerini almıştır.

Doğa felsefecilerinin ortaya çıkışına kadar geçen sürede Antik Yunan çok tanrılı bir inanca sahipti. Kral Minos’da öyle. Bir gün denizler ve depremler tanrısı Poseidon’dan bir talebi olur. Girit, deniz ve deprem deyince anlayacağınız üzere Ege Denizi’nde çok eskiden beri bu sıkıntı varmış.

Minos adadaki tek egemen kişinin kendisi olduğunu düşünmektedir. Buna dair bir işaret göndermesi için deniz tanrısına yalvarır. Tabi kral bu abi, yakarışı karşılıksız kalmaz. Ve Poseidon olağanüstü güzellikle bir “beyaz boğa” gönderir.

Böylesi güzel bir yaratığı gören Minos onu kurban etmek istemez. Tutar sürüsüne katar. Gizlice başka bir boğayı halleder. Eh Poseidon bu, duyunca acır mı hiç? Tabii ki hayır. Küplere biner. Ve hemen aşk tanrısı Eros’tan okuyla Minos’un karısı Pasiphae’neyi boğaya âşık etmesini ister. Öyle de olur.

El netice işler karışır.

Pasiphae boğaya öylesine âşık olur ki boğa ile birlikte olmak için Daidalos’tan kendisi için bir ahşap düzenek yapmasını ister. Bu ilişkiden Minotor adlı belden yukarısı insan aşağısı boğa formunda bir yaratık doğar.

Minotor büyür ve herkese zarar veren bir yaratık olur. Doğal olarak kral onu kapatmak ister. Bunun için Daidalos’a başvurur. Daidalos bu yeni siparişinde adeta yeteneklerinin zirvesine çıkar ve asla kimsenin dönemeyeceği, karmaşık, tehlikeli bir labirent yapar. Tabi bu kral için çok etkileyicidir ancak aynı zamanda endişe kaynağıdır. Zira labirentin sırlarını bilen Daidalos bunu başkalarına da anlatabilir.

O dönemde Kral Minos’a yenilmiş olan Atinalılar haraç olarak yedi yılda bir en güzel yedi genç erkek ve yedi genç kızı Minotor’a kurban olarak göndermek zorundaydılar. Atina’da büyük bir sorun olan bu durumu değiştirmek isteyen genç biri sahneye çıkar: Theseus…

Theseus, Atina Kralı Egeus’un oğludur. Canavarla savaşmaya ve onu öldürmeye gönüllü olur. Zira Atina’yı bu beladan kurtarmak istemektedir. Kurban edilmek üzere gönderilen gençlerin arasına katılır. O dönemlerde Atina gemileri siyah yelkenlidir. Theseus babasına eğer muzaffer olarak dönerse beyaz bir yelken açacağını söyler.

Kurbanlar ve Theseus, Girit’e vardıklarında, labirente götürülürler. Minos’un kızı Ariadne, kurbanlar halka gösterilirken Theseus’u görür ve oracıkta âşık olur.

Aşk bu. Para pula maddiyata satılmış günümüz aşklarına da benzemiyor üstelik. Theseus’a labirentten çıkabilmesi için bir strateji önerir. Evlilik sözü karşılığında -ki kritik taahhüt budur- Theseus’a Hephaistos’tan aldığı ipi verir. Theseus dönüş yolunu bulabilmek için ipi girişte bir yere bağlar ve labirentte ilerlerken arkasında iz bırakır.  Minotor’u öldürdükten sonra da ipi takip ederek çıkar. Tabi bu kralı bozar.

Minotor’un ölümünün ardından, Ariadne ve Theseus Atina’ya gitmek için Girit’ten yola çıkarlar. Ama Theseus yolda Ariadne’ye verdiği sözden cayar ve onu Nakşa adasında terk eder. Erkek milleti işte…

Theseus Atina’ya yaklaşırken beyaz renkli yelkenleri de açmayı unutur. Kıyıdan siyah renkli yelkenleri gören babası Egeus oğlunun öldüğü düşünür ve acısına dayanamayarak denize atlar ve intihar eder. Bu olaydan sonra insanlar onun adını anmak için atladığı denize adını verir. Yani “Ege Denizi”… Theseus ise Atina kralı olur.

Kral Minos öfkelidir.

Girit’te işler daha bir karışır. Fatura Daidalos’a kesilir. Çünkü Minos labirentten çıkmalarını onun sağladığını düşünmektedir. Daidalos ve oğlu İkarus’u labirente kapatır.

Labirentten çıkabilmek için her şeyi dener Daidalos. Ancak Minos kaçışını önlemektedir. Sonunda labirentin derinliklerinde Minos’tan uzak olmak için kendine bir ev yapar. Minos ölse bile asla Daidalos’un peşini bırakmayacağına dair yemin etmiştir. Hatta öldükten sonra hayaletinin Daidalos’u labirentte aramaya devam ettiği söylenir.

Gel zaman git zaman nihayet aklına bir fikir gelir Daidalos’un. Balmumu ve tüylerden kanat yapıp havalanabileceğini düşünür. Hemen planını uygulamaya koyar.

Daidalos hazırlıklarını yaparken oğlu İkarus’u uyarır: “Gökyüzünde ne fazla yüksel ne de denize fazla yaklaş. Eğer yükselirsen güneş bal mumunu eritir ve düşersin. Eğer çok alçalırsan denizin nemi kanatlarını ağırlaştırır ve yine düşersin. Orta yolu bul ve dengede kal.”

Ancak havalanmaya başlayınca uçmanın cazibesine kapılan İkarus, babasının uyarılarına kulak asmaz. Gökyüzüne süzülmüşlerdir artık. O an yaşadığı özgürlüğün büyüsüne kapılır. Yükseldikçe yükselir. Ama bu yükseliş Güneş tanrısı Helios’u kızdırır. İkarus’un hareketini kendisine yapılan büyük bir saygısızlık olarak görür. Bal mumu erir ve kanat tüyleri bir bir ayrılır. Nihayet uçamayacak hale gelir İkarus ve denize düşer.

Talihsiz bir son… Boğularak ölür. İkaria adası da ismini İkarus’un düştüğü varsayılan yerden alır.

Daidalos Sicilya’ya kaçar, Kral Kokaros’un sarayında saklanır. Burada yine hünerlerini gösterir, kralın hazinesini korumak için sarayın duvarlarını sağlamlaştırır. Kral Minos ise Daidalos’u aramaya devam eder. Öyle ki onu bulmak için “salyangoz kabuğundan ip geçirebilene ödül vereceğim” diyerek bir yarışma açar. Kral Kokaros’un arzusuyla Daidalos bu yarışmaya katılır. Usta mimar ipi bir karıncanın gövdesine bağlayarak, kabuğun tepesinden açtığı bir delikten hayvanı geçirmeyi başarınca kimliği ortaya çıkar. Minos, mimarı almak için gelir. Gelir gelmesine ama Sicilya kralının kızları Daidalos’u korumaya kararlıdırlar. Ve bir gün banyo esnasında Kral Minos’un haşlanarak ölmesini sağlarlar.

İşte hikâyenin tamamı böyle. Şimdi bu efsaneyi durup dururken neden andık diye düşünenler olacaktır elbette.

Bu anlatıda esas çocuk İkarus.

Evet şu ülkede yaşananlara bakıldığında efsaneden çıkarılacak çok şey var. Bir kere İkarus’un kanatlarını kaybederek düşüşü hem mitolojik hem de sembolik anlamda çok farklı yorumlara fırsat veriyor.

Aşırı özgüven, ölçüsüz cesaret ve hırs. Kendini tanımayan, sınırlarını bilmeyen herkes için adeta bir sembol. Tabi son belli. Kontrolsüzlüğün ve hesapsızca yükselmenin bedeli acımasız bir düşüş…

İkarus gibiler bir daha bulunamayacakları bir denizin içinde kaybolup gider.

Yüzyıllar sonra bu efsane modern toplumun psikolojik sorunlarının tanılamasında da karşımıza çıkıyor: İkarus Sendromu…

Psikanaliz ve kişilik teorisinde ilk olarak Henry A. Murray aşırı hırslı karakter tiplerini tanımlamak için İkarus kompleksi görüşünü ortaya koyuyor.

Bu sendrom, genel olarak aşırı gurur, bireysel hırs ve kibirle bağdaştırılıyor. Sendrom çok büyük planlar yapan ancak bilgilerini, öngörülerini ve yeteneklerini abartarak kötü bir şekilde başarısız olan birçok insana vurgu yapmak için kullanılır hale geliyor.

Ben psikolog değilim, tabii ki bu konuda yetkinliği olanların çalışmalarını takip etmeli. Ancak bu İkarus sendromuna yakalanmış insanları tanıyamayacağım ya da fark edemeyeceğim anlamına da gelmemeli. Hayatın akışında böylesi insanlara çok fazlasıyla denk geldik. Ailede, mahallede, işte, okulda, üniversitede. Her yerde. Tabi politik alanda da. Hırslarının esiri olmuş, aşırı gurur ve narsist karakterlerle dolu şu politik dünyada son zamanlar yaşananları, bir politik partinin başına geçmek ya da iktidarda kalmak için yapılan entrikaları, zavallılıkları gözlemledikçe İkarus sendromunu daha bir anar oldum.

Elbette hepsinin balmumları eriyecek, tüyleri dökülecek.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz