BABİYAR’ı Anmak

0
383

Herkes Aushcwitz’i, Dachau’yu ya da Treblinka’yı bilir. Bunlar ölüm fabrikaları haline getirilmiş, nefret kaleleridir, endüstriyel katliamın tepe noktasıdır. Babi Yar’da ise her şey çok masumdur. Kiev yakınlarında küçük bir vadidir burası. Görünürde hiçbir şey yoktur…

Peki, Sovyet ideali etrafında birleşmiş Ukrayna’nın, Rusya’nın, Moldavya’nın, Belarus’un veya Baltık ülkelerinin Alman orduları tarafından derinlemesine vurulmuş topraklarında, her şey o kadar masum mudur?

Rus yazar Anatoli Kuznetsov henüz 14 yaşındayken etrafında gelişen insanlık dışı olayları günlüğünde biriktirmeye başlar. Seneler sonra birçok tanıklığın da ilave görmesi ile ‘Babi Yar: Belgesel Nitelikte Bir Roman’ isimli eserini hazırlar. 1966 yılında ilk kez yayınlanan kitap Moskova yönetimi tarafından sansüre tabi tutulur. Stalin’den başlamak üzere hiçbir lider, Sovyetlerin çöküşüne kadar geçen Soğuk Savaş yılları boyunca, Holokost süresince katledilen doğu Yahudilerinin kimliklerinden dolayı imha edildiklerini, ideolojik nedenlerden dolayı kabul etmemiştir. Resmi Sovyet söylemine göre, bunlar anavatanlarını korumak için canlarını feda etmiş kahraman yoldaşlardır.

Kuznetsov’a dönecek olursak, kitabını orijinal içeriği ile yeniden, bu kez iltica ettiği İngiltere’de çıkarır. Edebi hiçbir iddiası bulunmayan kitabın giriş bölümünde yazarın şu tespiti yer alır: “Bu kitaptaki her şey doğrudur. Burada değişik insanların anlattıklarına yer verdim ve onların her söylediğini yazdım. Dolayısı ile başlıktaki belgesel tanımlamasının dayanağı budur. Hiçbir edebi kaygıya yer vermeden, olayları, geliştikleri şekilde kaleme aldım…”

Tanıklıklar! Ve bulgular…

Ukrayna başta olmak üzere, 22 Haziran 1941’de başlayan Barbarossa Harekatı ile Nazi idaresine geçen tüm ülkelerde, katliamı araştırmayı kendine misyon edinmiş Peder Patrick Desbois, 2008’de ŞALOM gazetesinde yayınlanan söyleşimizde şöyle bir tespitte bulunmuştu:

Çalışmalarımız Ukrayna’dan Kafkaslara tüm doğu ülkeleri olarak nitelendirilebilecek coğrafyanın çok büyük bir toplu mezar olduğuna işaret ediyor. Beyaz Rusya’da, Baltık ülkelerinde, Ukrayna’da ve Kafkaslarda olay batıdakinden daha değişik seyreder. Unutulmamalıdır ki Almanların en önemli amacı Yahudileri tamamen öldürmekti. Bunu da doğuda çok büyük bir başarı ile uyguladılar. Önemli bir motifleri de Kafkasları ele geçirdikten ve buradaki Yahudi nüfusu tamamen yok ettikten sonra – ki bunu başardılar – Filistin’i vurmaktı. Almanların projesinde unutmamak gerekir ki dünyayı ‘Yahudi egemenliğinden kurtarmak’ vardır.”

Yeşermiş toprağın masumiyeti altında yatan yaşamlarından koparılan yüz binler vardır. Yalnız Yahudiler değil, Sovyet mekanizmasının ele geçen ileri gelenleri, Roman’lar, Yehova Şahitleri de katliamdan paylarına düşeni alırlar. Rus, Polonyalı ve Çek savaş esirlerini de unutmamak gerek… Bir de Kiev yakınlarındaki Pavlov Hastanesinde tedavi gören zihinsel engellileri de hesaba katalım lütfen…

Fotoğraf: Jewishvirtuallibrary Arşivi

1942 Ocağındaki Wansee Konferansından, Nihai Çözümün Reich’ın mutabakatı altına alınmasından çok önce, ‘Bir Kurşuna Bir Yahudi’ doğunun steplerinde can almaya başlamıştır. Peder Desbois ve ekibi, her yerde, Yahudi yaşantısının az ya da çok var olduğu her yerde, toplu mezarlara rastlamış, yaşanan trajedileri gün yüzüne çıkartmıştır. Babi Yar, yalnızca bunların en bilineni olmuştur: 28 – 30 Eylül 1941… Kiev’de yaşayan, kesin olmak gerekirse 33.771 kişi, Paul Blobel komutasındaki Sonderkommando 4A’nın önüne gönderilir… Sonuç malum. Kendi açtıkları çukurların önünde makineli tüfeklerin kustuğu kurşunlara hedef olurlar. Hayattan kopartılmış şekilde çukura düşerler, adeta istiflenirler. Şans eseri ölmeyenler, kontrol için aşağıya gönderilenlerce bulunup ikinci bir kurşuna hedeg olurlar. Neticede, bu Nazilere yaraşır bir katliam olarak tarihe geçer.

BabiYar ve burada ne olduğunu anlamadan yitip gidenler uzun seneler boyunca unutuldu. Bölgede can veren Yahudiler anısına bir anıt dikilmesi Moskova hükümetleri tarafından salt siyasi kaygılarla ret edildi. Gerçi ünlü Rus şairi Yevtuşenko yaşananlar hakkında içinden geldiği gibi söyledi; besteci Şostakoviç, bu şiirden hareketle 13. senfonisinde isyanını içinden geldiği gibi notalara döktü. Bunlar anlamlı, fakat yeterli değildi.  Nihayet 1991 yılında, Sovyetlerin yıkılmasının ardından, ölenlerin anısına Menora şeklinde bir anıt açıldı. Son dönemeçte, Zelensky Başkan seçildikten sonra ise aynı yere bir sinagog ile savaşta hayatını kaybeden Sovyet vatandaşları için konulan başka bir anıt eklendi.

Geçtiğimiz hafta içinde BabiYar anıtının hemen yakınındaki televizyon kulesi Rus ordusunun ateşine maruz kaldı. Aynı bölgede açılmayı bekleyen müze bu saldırıdan hasar gördü. Anıtı çevreleyen 140 hektarlık parkta da yer yer yangın çıktığı, ağaçların devrildiği BBC tarafından bildirildi.

Kiev arşın arşın ateşe verilirken insan soruyor haklı olarak… Neden savaş ? Neden işgal ? Sorunların çözümü için diplomasiye yeteri kadar şans tanındı mı ? Putin ordusunu Ukrayna’ya sürerken bölgenin Neo Nazi etkisinden kurtarılması için hareket ettiğini ifade etti. Peki, Ukrayna ne kadar Neo Nazi ?

2019’da başkan seçilen Vladimir Zelensky, Alman SS birlikleri tarafından katledilen üç Yahudi kardeşin hayatta kalan dördüncüsünün torunu. Elbette ki Yahudi kimliği ile seçime katılmadı. Ülkesini içine düştüğü problemli durumdan kurtarmak için bu işe soyundu ve %73 oy alarak göreve getirildi. Hedefi ülkesini batıya yakınlaştırmak, demokratik bir düzen kurmaktı. Ukrayna halkı bir komedyeni, bir hukuk insanını, ailesi Nazi silahlarının ucunda kaybetmiş bir Yahudi’yi başkanlığa getirdi. Nazi olmakla itham edilmeyen nice ülkenin yapmayacağını, veya yapamayacağını yaptı.

Yine Kuznetsov ile bitirelim.

Yazar, BabiYar’daki vahşete adadığı romanının sonunda şöyle diyor: “Burada sıra dışı hiçbir şey anlatmadığıma yeniden vurgu yapmak isterim. Bunlar bir sistem ile bütünleşmiş gerçeklerdi. Olaylar, insanların bugün gibi oldukları kadar yakın bir geçmişte oldu…”

Olaylar yeniden tekrar ediyor. İşgal, direniş, ölüm Ukrayna’da kol geziyor. Yine ve yeniden…