Acıyı Yalnız Omuzlamak Zorunda Kalmak: Topluluk Kaybı…
Sizi benim için ilginç kılan da bu. Herkesin mesafeli durmaya özen gösterdiği bir alanda, hastalıktan ölüme ölümden yasa uzanan tüm bu sürecin bir yolculuk olduğuna ilişkin farkındalığınız var. Bunun da ötesinde bu yolculuğa eşlik etmek için gönüllüsünüz…
Berna: Elbette kişisel hikayeler önemli burada Sinan. Hepimizin birer kişisel hikayesi var. Kendimi bildim bileli arka planda sorularım vardı. Neden yaşıyoruz, neden dünyaya geldik? Ama benim açımdan asıl kırılma oğlumun çok ciddi bir hastalık süreciyle başladı. Büyük bir mücadele verdik. Hayatta kalıp kalamayacağını bilemediğimiz çok büyük bir mücadeleydi bu. Ölüm evimin içine dalıveren davetsiz bir misafirdi. O misafiri nasıl ağırlayacağımıza dair bilgisiz ve beceriksizdim.
Beceri?
Berna: Evet bunu bir beceri olarak tanımlamayı seviyorum. Üzerinde kafa yorarak, çaba harcayarak, pratik yaparak, topluluklardaki pratikleri görüp izleyerek, öğrenerek geliştirilebilecek bir beceri… Eğer etrafınızda bir rol modeliniz varsa, gelenekleri olan bir topluluk içerisindeyseniz muhtemelen yaklaşımınız da farklı olacaktır. Benim yoktu. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı el yordamıyla bulmak zorundaydım. Beceri eksikliğimi bu noktada fark ettim. Topluluk kaybı yaşadığımı hissettim. Tabii ki ailem, arkadaşlarım etrafımdaydı. Bu, acıyla kalma kapasiteniz açısında önemli ve değerliydi. Hayatı daha çok mutlulukla, konforla, rahatlıkla tanıyan bir yerden baktığınızda (ki genel olarak çağın yaklaşımı bu yönde); hastalık, acı ve ölüm geldiğinde başka bir kapasitenin önemi artıyor. O mutluluk, konfor, rahatlık şemsiyesinin dışında kalan bir kapasite devreye giriyor. Topluluğun hayatınızdan çıkmasıyla birlikte daha güçlü biçimde hissediyorsunuz acı kapasitenizin önemini… Çünkü gerçekten çok büyük bir acıyla karşı karşıya kalıyorsunuz, tek başınıza taşıyabileceğinizden çok fazla bir acıyla… İşte orada topluluk desteğine ihtiyacınız oluyor. Aileniz, arkadaşlarınız… Ama toplulukları hayatınızdan çıkarmış, tek başınıza kalmışsanız?..
Acı bireysel bir duygu değil mi?
Berna: Elbette bireysel… Ama acıyı tek başına yüklenmek, tek başına göğüslemek zorunda kalmalı mıyız? Modern yaşam acıyla birlikteliği zorunlu olarak bireye, bireyin kendi kapasitesine bırakıyor. Topluluk hayatımızdan çıktıkça, bireyselleştikçe, yalnızlaştıkça artık sadece kendi kapasitemize güvenmek, dayanmak zorunda kalıyoruz ama kendi kapasitemizin de giderek zayıfladığını, yetmekte güçlük çektiğini de hissediyoruz içten içe… O noktada yeniden topluluğa, topluluk desteğine ihtiyaç duyuyoruz. Kendi oğlumla geçirdiğim o acılı süreç bu açıdan çok öğreticiydi, çok can yakıcı bir öğrenme, anlama süreciydi. Bu arada ben o zamanlar bunun profesyonel olarak yapıldığını, bir meslek olarak yapıldığını da bilmiyordum. Hiçbir deneyimim, hiçbir becerim yoktu. Uzunca bir zaman sonra, sanırım 2013 ya da 2014’tü, Hacettepe Onkoloji’nin kapısını çalıverdim ve onlarla vakit geçirmek istediğimi söyledim. Dediğim gibi hiçbir becerim, deneyimim yoktu. Sadece içten gelen bir dürtüyle gittim Hacettepe Onkoloji’ye. Orada tedavi görmekte olan çocuklar ve aileleriyle temas kurmak, onları tanımak, birlikte vakit geçirmek istediğimi söyledim. Sağ olsunlar kapılarını açtılar. Girebileceğim odaları, temas kurabileceğim aileleri tanıştırdılar. Olağanüstü sıcak bir tepkiyle karşılandım aileler ve çocuklar tarafından. İşte o an kendimi tamamlanmış hissettim Sinan…
Tamamlanmak? Açar mısınız biraz bunu?
Berna: Acıdan, acıyı paylaşmaktan söz etmiyorum tam olarak… Hayatın kendisinden, hayatın içinde tamamlanma duygusundan söz ediyorum. Nasıl anlatabilirim bunu? Hayat eşittir acı değil… Acı hayatın parçası evet ama sadece bir parçası… Çok düşündüm bunu Sinan ve “tamamlanma” olarak tanımlıyorum bu durumu… Kendimi daha dürüst hissettim örneğin… Daha adil hissettim… Yurt dışına taşındıktan sonra bunun eğitimini de alma fırsatım oldu. Böyle bir eğitim olduğunu bilmiyordum. Öğrenir öğrenmez katıldım ve ardından da hastaneye başvurdum. Hastaneye kabul edildikten itibaren, 2018’den sonra da artık “işim” diyebildiğim şekilde tamamen kalbimi, aklımı, birikimimi, deneyimimi koyarak çalışmaya başladım bu alanda.
Gerçekte mesleğiniz neydi?
Berna: Finans sektöründeydim. 20 yıl boyunca kurumsalda çalıştım. 2014 yılında artık kurumsal hayattan çekildim.
Böyle “eşlik” “doulalık” falan deyince insanın aklına hemen spiritüalizm geliyor haliyle. Çok yaygınlaştı çünkü son yıllarda özellikle de beyaz yakalılar dünyasında bu spirtüel meseleler… Herhangi bir ilginiz, bağınız var mı spiritüel konularla?
Berna: Şimdi spiritüeli tanımlamak lazım herhalde… Çünkü herkesin kafasında başka türlü yankılanıyor bu konu. Benim için spiritüel, ayaklarımı yere bastıran, dünyadaki varlığımı sorgulatan, aynı zamanda dünyada olma nedenimi ve varlığımı anlamlandıran bir kavram. Bu açıdan bakarsanız evet, spiritüel bir yanım, ilgim vardı, her zaman öyleydim diyebilirim.