BİR YOLDAŞLIK HİKÂYESİ: Eşlik | Yas ve Ölüm Süreçlerinde Destek Hizmeti

0
822

Doulalık: Bir Batı Özentisi mi?

Açık olmalıyım bu mesafeli durduğum bir mesele… Son dönemde beyaz yakalılar, özellikle de beyaz yakalı kadınlar arasında pek popüler spiritüel konular. “Hayatın anlamını buldum” falan diyen çok insana denk geldim ve bu ne yalan söyleyeyim biraz sinir bozucu bulduğum bir durum. Seküler kesim manevi açığını bunlarla doldurmaya çalışıyor gibi geliyor bana… Eşlik’in çalışmalarını incelerken, sizi dinlerken bir miktar bu tür kokular almadım değil ama daha yakından bakınca yaklaşımınızın derinliklerinde daha fazla bir şeyler olduğunu seziyorum. Sorularım o açıdan biraz “salakça” gelebilir size ama o mesafemde ısrar ederek ilerleyeceğim…

Berna: Rica ederim… Bu konuda genellikle ilk yaklaşımlar benzer biçimde oluyor. Mesela sıkça soruyorlar bana “Ölümden sonrası için ne düşünüyorsun?” diye… Çok ama çok kişisel bir alana girer bu konular… O yüzden hiçbir çalışmamda, hiçbir konuşmamda oralara girmemeye özen gösterdim. İnanırsınız, inanmazsınız… Neye inandığınızla bağlantılıdır o alandaki sorularınız da arayışınız da yanıtlarınız da… Ben hiçbir zaman o alanı dikkat odağına koymadım. Benim ilgilendiğim yer “orası” değil, “burası”! Ölüm anına kadar olan süreç benim ilgi alanım… Ölüme nasıl yaklaştığımızla ilgileniyorum ben.

Melike sizin yolculuğunuz nasıldı?

Melike: Benim yolculuğum da kendi kişisel hikayemle dokundu doğal olarak. Çok kalabalık bir ailede büyüdüm ben. Bilge, kederi de neşeyi de hissedip yaşayabilen, acıyla da sevinçle de kalabilme kapasitesi, topluluk yaşantısı çok kuvvetli bir ailede büyüdüm. Özellikle de kadınlar açısından… Çocukluğumdan itibaren çok fazla ölüme şahit oldum. Bu şahitliğin önemini anlıyorum şimdi geriye dönüp baktığımda. Acının, ölümün hayatın içinde, hayata dahil bir şey olduğu çocuk yaştan itibaren gösterildi bana. Bu açıdan çok şanslı addediyorum kendimi. Akabinde, ilerleyen yıllarda benim de kayıplarım oldu. Ailemin, birinci, ikinci, üçüncü derece yakınlarımın birer birer ölümlerine tanıklık ettim. Zaman içerisinde o kalabalık ailenin seyreldiğini gördüm. Geçmişte ailemin büyük kadınları, ailemizdeki, mahallemizdeki ölümlere eşlik ediyordu, zaman içerisinde ben kendimi aile fertlerimin ölümlerine eşlik ederken buldum. Fakat bunun bir “eşlik” olduğunu bilmeden… Kolektif, benim yaşamımın her anında önemli bir yer tuttu. Yaşamımın tüm köşe taşlarını içinde yer aldığım kolektifler oluşturdu diyebilirim. Öyle bireyci, kariyer telaşı olan bir insan olmadım hiçbir zaman. O yüzden kolektif yaşam hep daha çok ilgi alanımda oldu. Hayatıma anlam kazandırma kaygısı, bir anlam arayışı sebebiyle diyemeyeceğim zira anlamlarımı kendim yarattım hayatımda.  Zaman zaman matlaşma, dönemsel sorgulamalarım olmuştur mutlaka bireysel anlam arayışı meselesinde ama kolektif yaşam, hayatı kolektif yaşam içerisinde anlamlandırma gayreti son derece berrak oldu hep zihnimde. Bir noktada Berna ile kesişti yolumuz. Kendi yaslarımı yaşarken, işlerken tanıdım Berna’yı. Eşlikçilik kavramı bu şekilde yerini aldı hayatımda.

Berna: Ölüme yakın insanlar ve ailelerine nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir çalışmaya başladım 2020 yılında. Melike o çalışmaların ilklerinden birinin katılımcısı olarak çıktı karşıma. Yolumuz böyle kesişti. Zaman içerisinde birbirimizi daha yakından tanıma fırsatımız oldu. Aslına bakarsanız Türkiye’deki bu çalışmaların derinleşmesi o kadar da planlı gelişmedi. Pandemi döneminde online iletişim hepimize yeni fırsat alanları açtı. Ben kendi topluluk kaybımdan dolayı yeni bir topluluk oluşturmayı istiyordum ama yurtdışındaydım ve Türkiye’de bir topluluk oluşturabileceğime ihtimal vermiyordum. Fakat online iletişim imkânı bu topluluğun oluşmasını da olanaklı hale getirdi. Melike de dahil bir grup arkadaş kalbimizi koyduk ortaya. Böylece gönüllü olduğumuz bir platform doğdu.

Melike: Bir arkadaşım vasıtasıyla sosyal medyada gördüm bu çalışmayı. Benim gözüm kulağım 20’li yaşlardan beri hep gönüllü çalışmalara, kolektiflere, topluluk ve imecelere açık olmuştur. Ki o zamanlar internet falan da yok böyle… Hep yüz yüze iletişime alışkınım. Ama yıllar içerisinde değişen hayat şartları insanları birbirlerinden kopardı, uzaklaştırdı. Ben de ağır bir topluluk kaybı yaşadım bu yüzden… İçimdeki o topluluk ve hizmet etme ihtiyacını yoğun biçimde hissediyordum. Berna ile yolumuz kesiştiğinde, bu platform oluştuğunda birlikte daha fazla neler yapabiliriz diye düşünmeye başladık. El, kalp yordamıyla ilerledik.

Bu topluluğun merkezinde çok güçlü bir konumunuz var anladığım kadarıyla Berna? Bu suiistimale çok açık bir alan. Bu kadar suiistimale açık bir alanda, bu kadar merkezde yer almaktan ürkmediniz mi, endişelenmediniz mi hiç?

Berna: Bugüne dek birçok gönüllü organizasyonda çalıştım ben Sinan. Bunun ne kadar zenginleştirici ama aynı zamanda ne kadar da zor olduğunu fark edecek kadar deneyimim oldu. Dediğiniz gibi, zorluklar olacağını da öngördüm. Ama hayır, bu hiçbir zaman endişe duymama neden olmadı. Şu an sanırım birlikte çalıştığımız kişi sayısı 100’ü geçti, 130-140 kişi sanırım… Konu çok ağır. Ölüm çalışıyoruz, yas çalışıyoruz. Oraya gelen insanlar öylesine maskesiz bir yerden geliyorlar ki Sinan… Konunun kendisinden kaynaklanıyor elbette bu… Hal böyle olunca diğer oluşumlardan, organizasyonlardan çok büyük bir fark çıkıyor ortaya. Herkes çok maskesiz. Çünkü ölümü, acıyı, yası konuşuyoruz. İster istemez bir güven alanı oluşuyor ve insanlar bunu hissediyorlar. Çok özel anlarını paylaşıyorlar. Güven arttıkça paylaşımlar da artıyor, derinleşiyor. Bu güven alanı tek başına yaratılabilecek bir şey değil. Kolektif bir dinamikten söz ediyorum burada. Ben konuyla biraz daha fazla ilgilendiğim için merkezdeyim. Bu merkezde olma hali de aslında koordinasyondan ibaret. Herkesi tek tek, bire bir bildiğim için herkesi yan yana getirme, kaynakları bir araya getirme gibi bir işlevim var. Yoksa hiyerarşik bir yapı, hiyerarşik olarak merkezde konumlanma gibi bir durumum yok. Suiistimal gibi bir endişem de olmadı açıkçası. Gönüllülüğün doğasından kaynaklanan zorluklar, zaman zaman platformu da zorlayabilir kuşkusuz. Hatta zorluyor da… Ama dikensiz bir gül bahçesi hayal etmedim, etmedik. Çeşitli zorluklar yaşanacak elbet. Gönüllülük işi bu sonuçta… Mesela bazı arkadaşlar geliyor, belirli bir süre kalıp gidiyor. Hayat şartları değişiyor, hayatın başka yerlerinde olmak zorunda kalıyorlar ve ayrılıyorlar. Biz herkese sunabildikleri kadarı için, sunabildikleri süre için, emekleri için, açtıkları kalpleri için teşekkür ediyoruz…

Biraz fazla Amerikanvari diye düşündüm sizi araştırırken. İşte bir takım beyaz yakalı hanımefendiler, azıcık da spiritüel konulara yatkın hanımefendiler bir araya gelmişler diye düşündüm. Ama şu “doulalık” kavramı gözüme çarpınca bunun aslında bu coğrafyanın genetik kodlarında yer aldığını, ta kadim şamanlık dönemlerine uzanan bir geleneğin günümüzdeki sürdürücülüğü olduğunu fark ettim. Bir şekilde unutulmuş ya da adı konmadan, bilince çıkarılmadan, üzerinde düşünüp konuşmadan sürdürülen bir gelenek… İlk kez bu kavramı yeniden gündeme getirdiğinizde yadırganmadınız mı? Bu kadar insanı, hatta sağlık kuruluşlarını bir araya gelip birlikte çalışmaya nasıl ikna ettiniz?

Berna: Her şeyden önce insanların yadırgamasını, çekinmesini çok iyi anlıyorum. Hemen her gün yaşadığımız bir şey bu. İnsanlar mesafeli bu konuya… Ama benim rahatlığım şu ki, ben hiç kimseyi hiçbir şey için ikna etme çabasında değilim. Kaldı ki beceremem de bunu… Hani vardır ya o ikna kabiliyeti yüksek insanlar… Ben o beceriye sahip biri değilim, o yüzden de bununla ilgili hiçbir çabam yok. Hem neye ikna edeceğim ki insanları? Ben kendi çocuğumla ilgili bir şey yaşadım, bir şeyin içinden geçtim, hala daha geçiyorum. Bu noktada kendimce, kendi penceremden kavradıklarım var. Benim yaptığım şey sadece bu… Ne yaşadığımı ne hissettiğimi, neyin içinden geçtiğimi anlatıyorum sadece… Aynı yerde, aynı şeyleri hissedenlerle yan yana duruyorum. Bu bir bağ meselesi.

Melike: Aynı tür kuşlar birlikte uçarlar derler. Biraz öyle bir durum bu. Kalbi kırık, hastası var, ölümü var ve yakınlarında duygularını özgürce yaşayabileceği güvenli bir alan arıyor insanlar. Belki ağlayacak… Belki sessiz kalacak… Belki çığlık atacak… Bırakamıyor insanlar kendilerini. Bir alana ihtiyacı var ama bulamıyor o alanı, genişleyemiyor bir türlü… Ben de buna ihtiyaç duymuştum. Hepimiz böyle hissediyoruz aşağı yukarı…O yüzden ikna diye bir meselemiz yok. Olsa olsa anlaşılmak gibi bir dert olabilir. Anlaşılmak, duyulmak, görülmek, bilinmek ve ihtiyaç duyulduğunda erişilebilmek… Senin bir acın, bir kalp kırıklığın, bir kaybın var. Bilmek, anlamak istiyorsun. Çok insani bir mesele bu… Kimimiz daha başımıza gelmeden merak ediyoruz, kimimiz başımıza geldiğinde, kimimiz ise başımıza geldikten çok sonra…

Uzun sorumun ikinci bölümünden devam edelim lütfen… Doulalık kavramı üzerinde duralım.

Berna: Maddi manevi, zihinsel ve fiziksel olarak çok ama çok zorlayıcı bir süreçten söz ediyoruz. Bu denli ağır bir süreçte insanın kendisine gerçekten eşlik edecek birini, birilerini araması ile ilgili bir konu bu. Hani başlangıçta romantik ölüm hayallerinden söz etmiştim ya… Bakın şimdi gençler işlerinde güçlerinde, koşuşturma içerisindeler. Anne babaları henüz sağlıklıyken sorun yok da uzak olmayan gelecekte durum ne olacak? Evde ya da hastanede anne babasının yanında kim kalacak? Sağlık personelinin yoğunluğunu da dikkate alırsak bu meselenin daha da karmaşıklaştığını görebiliyoruz. Kaldı ki sağlık personelinin işi günlük kontroller, ilaç dozlarının ayarlanması ve takibiyle sorumlu. Sonra? Sonrası kocaman bir boşluk. Eşlikçilik dediğimiz şey, yaşadığımız çağda artık tamamen bir ihtiyaç. Sistemin ortaya çıkardığı bir ihtiyaç. Eskiden ihtiyacı bu kadar duyulmuyordu üstelik. Yaşlılar hatırlayacaktır, eskiden hastane bu denli hayatımızın içerisinde değildi. Ancak acil durumlarda işte bir ameliyat olacaksa falan başvurulurdu hastaneye. 1960’lara, hatta 70’lere, 80’lere kadar böyleydi bu. Annem 88 yaşında, o anlatıyor mesela… Eskiden mahallede biri hastalandığında öyle ambulans çağırmak, hastaneye gitmek falan bilmezdik biz diyor. Doktor çağırılırmış eve. Doktor gelir, muayenesini yapar, ilacını yazar gidermiş. Hastanın bakımı evde, yakınları tarafından yapılırmış.

Sonraki yıllarda sağlık alanında büyük ilerlemeler kaydedildi ve hastaneler artık hayatımızın parçası haline geldi. O zamanlara dek hastalar, yaşlılar, ölüme yakın insanlar evde, ailelerinin, komşularının yanında, onların desteğiyle bakım görürlerdi. Evde bir hasta varsa bütün mahalle ziyarete gelir, geçmiş olsun der, ihtiyaçları birlikte karşılamaya çalışırdı. Ölüme yakın bir yaşlı söz konusu olduğunda mahallenin büyükleri eve gelir, ziyaret eder, dua ederler, ölüme yakın olduğu düşünülen kişiye bir anlamda manevi destek sunarlardı.

Ben kendi çocukluğuma, aile deneyimime bakıyorum. Ani ölümler oldu mesela, hemen hastaneye gidildi, ardından hızla bir cenazeye götürüldüğümü, hatta bazen hiç götürülmediğimi hatırlıyorum. Çocuktum sonuçta… Bir zamanlar hayatımda dede, anneanne, babaanne vardı ve bir anda hayatımdan çıkıp gittiler. Benim için böyleydi tabii, büyüklerim için ise bire bir tanık oldukları, eşlik ettikleri süreçlerdi bunlar. Şimdiyse süreçler başka türlü, oldukça hızlı ve soğuk biçimde işliyor. Hastalandığımızda hastaneye yatmalıyız, hastalığımızın sonuna dek hastanede geçirmeliyiz bütün o süreci şeklinde yerleşik bir düşünce var artık. Biz bu kadar sık hastaneye, doktora gitmiyorduk. Ailem de gitmiyordu. Zaten hastaneler bu kadar yaygın, bu kadar erişilebilir durumda değildi.

Melike: Ben İzmir’de yaşadım, çocukluğumda hatırladığım kadarıyla 1 tane özel hastane vardı, sonra üç, beş çoğaldı özel hastaneler. Hal böyle olunca ya eve çağırırdınız doktoru ya da hastaneye gitmenizi gerektirecek kadar ciddi bir durum varsa gider, muayenenizi olur, eve dönerdiniz. Tedaviniz, bakımınız evde devam ederdi. Herkes bakım veren olurdu, bir şeyin ucundan tutardı. Ama nasıl? Çünkü bütün aile fertleri şimdiki gibi çalışmak durumunda değildi, birbirlerinden bu kadar uzak mesafelere dağılmamıştı aile fertleri, akrabalar.  Bu durumda organizasyon da giderek zorlaştı, hatta imkansızlaştı. Bir de tabii tıbbın ilerlemesiyle yaşam süremiz uzadı. Tedavi süreleri de uzadı. Bakım süreleri de uzadı. Modern tıp ömrü uzatıyor ama beraberinde bakım sürelerini de uzatmış oluyor. Ömür uzuyor fakat bakım gerektiren, bakıma ihtiyaç duyduğumuz süreler de uzamış oluyor. Tam da burada ailenin yokluğu, komşuların, mahallenin, bir topluluğun yokluğu daha çok hissettiriyor kendini. Dönüyoruz dolaşıyoruz topluluk kaybına ve topluluk ihtiyacına geliyoruz gene değil mi? Hastanıza, yaşlınıza evde bakacak, ilgilenecek kimse kalmayınca hastanede bakıma mecbur kalıyorsunuz. Tedaviye başlandığında tedavi, bakım süresinin ne olacağını bilemiyorsunuz çünkü. Evet, günümüzde sistemin ortaya çıkardığı bir ihtiyaç artık Doulalık. Eşlik | Yas ve Ölüm Süreçlerinde Destek Hizmeti de bu ihtiyaçtan doğdu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz