Ulvi Yaman: Uluslararası İmaj Danışmanları Derneği AICI’ın Türkiye’den ilk profesyonel üyesisiniz ve derneğin uzun yıllar bu bölgede başkanlığını yürüttünüz. Yine aynı dernek tarafından 2016’da yılın En Başarılı Yabancı İmaj Danışmanı ödülü olan Jane Segestron ödülünü aldığınızı biliyorum. Yurt dışını da yakından takip ediyorsunuz. Meslek ve mesleğe yaklaşım olarak çok farklı mu yurt dışı ve Türkiye? Yurt dışında insanlar daha kolay ikna oluyorlar mı böyle bir yardıma ihtiyaçları olduğuna?
Özlem Çakır: Şimdi kişi kendisi bu konuya ihtiyaç duyuyorsa, yani kişisel markasını geliştirmek, imajını yönetmek istiyorsa, kendisi tercih edip geliyorsa yurt içi veya yurt dışında olması, hangi milletten olduğu, kökeni, dini hiçbir şey fark etmiyor. Çünkü kendileri geliyorlar böyle bir ihtiyaç duydukları için, bir beklentileri var, bir hedefleri var, bir amaçları var ve o doğrultuda kendileri geliştirmek istiyorlar. Ama şirketleri yönlendirdiği zaman, kimi bunu çok güzel bir olanak, onlar için sunulmuş bir fırsat olarak görüyor. Şirketlerinin kendilerine yatırım yaptığını düşünüyor ve yatırım yaptığına göre de ileride bunun bir terfi konusu olabileceğini ya da kendisini başka bir alanda, başka bir yerde, daha iyi bir şekilde değerlendirecekler diye düşünüyor. Dolayısıyla orada bir resistans yok. Yine de zaman zaman, ki bu genelde kişilik yapısıyla ilgili, egosu çok kuvvetli insanlar olabiliyor az da olsa. Aslında ülkemizde çok görüyoruz ancak dünyada da görüyoruzdur eminim egosantirik insanları ama iş hayatında ben bunun her geçen sene çok daha fazla değiştiğini gözlemliyorum. Günümüzde artık bütün büyük kurumların üst düzey yöneticileri aslında o kadar çok eğitim ve koçluk alıyorlar ki bu egonun kendilerinin gelişiminin önündeki en büyük engel olduğunu görüyorlar. Geri bildirimler, testlerin sonuçları, raporlar, üçyüz altmış dereceler gibi çıktılar sonucu böyle bir yönleri varsa bile egosunu yönetmek üzere çalışma yaptığı için her geçen gün bu sıkıntı azalıyor demek mümkün. Ama geçmişte, özellikle “baby boomer” jenarasyonunda tabi daha az eğitimler olduğu için bu jenarasyonunun yönetici olduğu kurumlarda, evet egosu yüksek kişilerde bir resistans gördüm. Yurt dışında ise bu, gelişimin bir parçası olarak görülüyor. Özellikle Amerika için konuşabilirim, hiç böyle bir sıkıntı yok. Yani rastlamadım, uzun süre çalıştım mı orada diye sorarsanız; hayır ama pilot çalışmalar yaptım orada, staj yaptım ama böyle bir durumla karşı karşıya gelmedim. Zaten bu konunun çıkış yeri Amerika, dolayısıyla 80’li yılların sonlarından beri hem kurumsal dünyada hem siyasette imaj yönetimi çok çok önemli olduğu için Amerika’da herkes bunu kabul etmiş durumda. Çok ünlüler de stilistlerle çalışıyorlar ya da televizyon programcıları, sunucular, anchor’lar her alanda imaj danışmanlarıyla çalışıyorlar, ki onların daha fazla egosunun olması lazım ünlü oldukları için. Orada her zaman dışarıdan gelecek ve onların kişisel markalarını destekleyecek yardımlara, uzmanlara çok açıklar.
Ulvi Yaman: Gardrop yenilemekten gözlük çerçevesine, diksiyondan duruşa, beden diline, iletişimden, sunum tekniklerine kadar çok geniş bir alanda danışmanlık veriyorsunuz. Şunu merak ediyorum, her insanın yılların getirdiği bir takım alışkanlıkları var, bunları kırmak zor olmuyor mu? Bu ögrenme süreci sonrası veya yenilenme diyelim, nasıl içselleştirebiliyorlar, yapmacık durmuyor mu üzerlerinde?
Özlem Çakır
Şimdi benim her zaman söylediğim bir şey var bu konuda; birincisi ben danışanımı çok çok iyi tanırım ve çok çok iyi hissederim. Sadece tanımak yeterli değil hissetmek de çok önemli, çünkü tanımaya çalıştığınızda bazen, bazı kişiler yapı itibariyle biraz daha geç açılıyorlar ama an’da olmak, onunla birlikte akışta olmak ve karşı tarafın söylemediklerini beden dilindeki sızıntılardan, duruşundan fark etmek ve o hissettiklerinizi ona doğrulatmak çok çok önemli. Buradaki amaç sizin kendisi için neyi uygun gördüğünüz değil onun özüne sadık kalarak, o neyi taşıyabilecekse, güçlü yönlerini ortaya çıkarmak ve rahatlıkla içselleştirebileceği, üzerine derisiymiş gibi giyebileceği, eğreti durmayacak, kendisini son derece rahat hissedeceği noktaları kurgulayıp önermek. Kişiyi zaten iyi tanıdıktan, hissettikten sonra arada müthiş bir güven oluşuyor ve onun taşıyamayacağı ya da mutlu olmayacağı bir şeyi önermiyorsunuz. Giyimden beden diline, kişisel markanın güçlü özelliklerinin vurgulanmasından sunuma, kendisini ifade etmesine, üslubuna, konuşma biçimine bütün aklınıza gelebilecek ve benim uzmanlık alanıma giren bütün bu konularla ilgili her şeye “authentic self” diyoruz, bu çalışmaların samimi, sahici bir şekilde kendisini daha iyi ifade etmesine yaraması lazım. Güçlü yönlerini cilalayıp ortaya çıkarmak lazım. Zayıf ama gelişime açık yönlerini fark etmesini sağlamak ve zaman içerisinde de onlarla da ilgilenmek gerekiyor, onları masanın altına süpürmüyoruz ama ilk başta onların üzerine odaklanmıyoruz, o yönlerini zaman içerisinde geliştiriyoruz. Yüzde yüz samimiyet olduğu zaman ve danışmanlık alan kişi size de güvendiği zaman kesinlikle her şeyi içselleştiriyor, herhangi bir rezistans göstermediği gibi öğrenme ve yenilenme süreci de çok hızlı bir biçimde gelişiyor çünkü bütün söyledikleriniz hem kalbine hem zihnine yatmış oluyor karşımızdaki kişinin.