Sinan: Bu güne dek en temel refleks Kürt birliğini engellemekti. Şimdi aslında biraz birlikte fikir yürütmek istiyorum sizinle. Şunu biliyoruz, Türkiye Suriye’deki Kürt kantonlarının birleşmesini önlemeye, nihai olarak Suriye’de Irak’taki gibi bir Kürt oluşumunun ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor. İkinci olarak da “geçmişten, Osmanlı’dan doğan haklarının” peşine düşüyor ve miras olarak kabul ettiği Musul ve Kerkük üzerinde talepte bulunmayı hayal ediyor… Diyebilir miyiz?
Neşe Özgen: Keşke Türkiye’de insanlar böylesi taleplerin Suriye ve Irak’taki topluluklar karşısında aslında ne kadar zalim bir Osmanlı geçmişini dillendirmek anlamına geldiğini fark edebilseler…
Sinan: Ümmetin yeniden birliğinin tesis edileceğini düşünüyor çok geniş bir kesim?
Neşe Özgen: Eğer bir “ümmet birliği” savunuluyor olsaydı, Kürtlerin de Müslüman olduğu hatırlanırdı herhalde değil mi? Oysa ümmet teritoryalitesinin, ümmet egemenlik alanının çok daha dışında seçilmiş Müslümanlık alanları ya da “seçilmiş İslam anlayışı” alanlarıyla karşı karşıyayız. Örneğin Türkiye’nin İslam anlayışı bir anda S. Arabistan’a uzanabiliyor ya da Katar’la ve İsrail’le işbirliğine karar verebiliyor. Stratejik derinlik teorilerini dile getirenlerin keşke biraz onurlu durup bu teorileri söylemeye devam ettiğini görebilseydik. Ancak tabii gözünün önünde bir başbakanın açıkça linç edildiğini de gören ve buna hiç ses çıkarmayan bir parti toplumunun yüksek politikaları değil üretebilmek, mümkün olanı bile dillendirmek konusunda da niyeti olmadığını sezebiliyorum. AKP’nin, hükümetin, bakanların parti içerisinde bir dış politikayı ne üretebilecek ne de dillendirebilecek bir kapasitesi var. Dolayısıyla geriden beslenen bir düşünsel alan olmaksızın işte ancak BM ye gidip bazı konuşmalar yaparak, Dünya Posta Kongresi’nde Türkiye’deki darbe girişimini anlatarak vs. İtibar görebileceğini sanan, son derece vasat bir dış politika anlayışı hâkim şu anda.
Sinan: Bu da büyük savrulmalara yol açıyor haliyle?
Neşe Özgen: Türkiye eğer dış politikasında bu kadar savrulmasaydı, hükümet iç politikada kendi vatandaşlarını bu kadar sürükleyip savurur muydu? Biliyoruz ki dışarıda herhangi bir biçimde bir toprak işgaline doğru giden bir ülke, önce içerideki vatandaşlarının demokrasisini yok eder. ABD’den biliyoruz bunu. ABD dünyanın en anti-demokratik ülkelerinden biridir. Yoksulluk oranı en fazla olan ülkeden birisidir mesela. Gerçek bir sigorta sistemi olmayan, 60’larda, 70’lerde kazanılmış hakları geri almış, toplumu bütünüyle finansal grupların ellerine teslim etmiş bir ülkedir. Bunu dış politikasındaki emperyalist anlayışın geliştirilmeye başlandığı 50’lerde yükseltilen insan hakları budamasıyla gerçekleştirdi. ABD son bir yılda binden fazla siyahiyi, üstelik sokakta, herkesin gözü önünde vurdu. Dolayısıyla biliyoruz ki emperyalist kalkışmaya gayret eden her ülke önce kendi vatandaşlarının demokrasisini budayıp, içeriyi susturur. İçeriden gelecek muhalefetin önünü kesmeye çalışır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde savrulmaların, sürüklenmelerin, rüzgara göre hareket etmenin, geleceği öngöremeden hareket etmenin ve bu kadar yüksek askeri hareketliliğin sonuçlarını Türkiye’nin çok ağır ödeyeceğinden korkuyorum. Ama bunun bir yandan da çok da örgütlü olmayan toplumsal bir muhalefete yol açabileceğini de düşünüyorum.
Sinan: Bu toplumsal muhalefetin kodları nerede?
Neşe Özgen: Toplumsal muhalefetin kodları yine kendi aydın bilincini gerçekleştirebilecek olan bazı aydınlarda. Öyle diyelim. Yüksek yıkımla karşılaşmış, işini kaybetmiş profesyonellerin, beyaz yakalıların, ablukalaştırılmış şehirlerden sürülmeye zorlanan ama artık kendi kentlerini terk etmek istemeyen Kürt ailelerin bu muhalefetin nüveleri olabileceğini düşünüyorum. Bu muhalefette, şu anda tarım alanlarının toplulaştırılması ve yüksek endüstriyalizm nedeniyle son derece sıkıştırılmış olan tarım işçileri de yer alabilir. Hâlâ ve hâlâ Kürt hareketinin içinde de olabilir. Böyle bir şeyin hâlâ mümkün olabileceğini düşünmek istiyorum. Bu toplumsal hareketin kodları zayıf da olsa üniversitelerin içerisinde de olabilir. Altı politik olarak dolu olmayabilir şimdilik fakat şimdi herhangi bir muhalefet hareketi gelişebilirse, yurt dışındaki (Suriye’deki) bu yüksek şiddetin Türkiye’ye acı olarak yansımasından kaynaklanan bir meşruiyet zemini de bulacaktır. Bu acıları yaşamakta ve yaşayacak olan insanlar, mevcut politikaların kendisini ne kadar zedeleyebildiğini fark edecektir diye düşünüyorum. Acı şeyler söylediğimin farkındayım ama, ilan edilmemiş bir 3. Dünya savaşının içerisinde en fazla hırpalanacak ülkelerden biri olmaya adayız gibi görünüyor.
Sinan: Şu meşhur “jeopolitik” meselesi mi?
Neşe Özgen: Hayır ondan değil… Biliyor musunuz neredeyse her ülke kendi stratejik konumunu jeopolitik pozisyon üzerinden çok hoş ama, benzer biçimde tarif eder. Rusya da kendisini aynı biçimde tarif eder, Bering Boğazındaki Eskimolar da… Meksika da öyle, hatta Kanada, Fas da öyle… Herkesin bu küresel sistem içerisinde, kendine bir jeopolitik pozisyon ataması var. Hem dışarıdan, hem de kendiliğinden yapılmış atamalar bunlar. Dolayısıyla jeopolitik pozisyon üzerine çok gitmemek lazım… Bir coğrafyayı önce vatan ilan edip, sonra acılandırıp, sonra orayı acıların coğrafyası olarak ve stratejik pozisyonlar üzerinden yeniden adlandırmak son derece tehlikelidir. Önce acılandırmayacaksınız o stratejik konumu. Önce hem içeride hem dışarıda barışı tesis etmeye çalışacaksınız ki acıların stratejisi haline gelmesin ülke.