Armutlar pişsin ağzıma düşsün. Her şeyi anında, emek harcamadan, hiçbir şeye odaklanmadan ve mümkünse en iyi şekilde öğreneyim. Bilgiyi zaten yapay zekadan çekiyorum. Google zaten ne kadar malumat varsa huzuruma getiriyor. Kitap özetleriyle konunun özünü anlıyor, gereksiz laf salatalarıyla vakit kaybetmiyorum. Edebi hassasiyetler ve yazarların söz sanatlarını kullanma kabiliyetleri umurumda olmuyor. Bir podcast açıyor yayıncının anlattığı konularla psikolojik bakımlarımı yapmaya çalışıyorum. 8 adımda duygumu yönetmeyi, 10 adımda daha karizmatik biri olmayı, 17 adımda kaygımı dizginlemeyi öğreniyorum. Kaygı konusu biraz derin olduğundan 17 adım sürüyor. Ama istesem 15 adımda da çözerim gibi. Çünkü podcastteki bilirkişi bunu çok basit şekilde anlatıyor, herkes yapabilir diyor ve ben çok zekiyim. Youtube videosu açıyor araba kullanırken bir filmin beğenilen ve beğenilmeyen yönlerini öğreniyorum. O kadar büyük rahatlıklar ki kendi fikrimin oluşmasına bile gerek kalmıyor. Birinin oluşturduğu içerik fikrim oluveriyor. Böylece hiçbir şey bilmezken her şey hakkında yargım olabiliyor. E tabii ortamlarda bu yargıyı dağıtmaktan da çekinmiyorum. Okumadığım kitaplar hakkında ahkamlar kesiyor, izlemediğim filmler hakkındaki engin görüşlerimle yedinci sanata yön veriyor, bir spor müsabakası hakkında saatlerce yorum yapan abilerin cümlelerini dostlarıma aynen iletiyorum. Kim bilecek ki altı saat süren bir televizyon programında yapılan yorumun üç beş cümlesini. Zaten geleneksel televizyonculuk bitiyor, artık kimse izlemiyor tv programlarını.
Yaratıcılığımız, kendine has fikirlerimiz, yargılarımız yavaş yavaş tek düze bir hale geliyor. Aynı içeriğin kopyalarına dönüşüyoruz. Bugün ayıla bayıla takip ettiğimiz Youtuberlar, podcasterlar, tiktokerlar veya sonu er ile biten nice içerik üreticileri yurtdışından ithal içerikleri Türkçeleştirerek, biraz değiştirerek, biraz süsleyerek önümüze getirmekte. Ve biz de dizginleyemediğimiz merakımızla takip etmeden yapamıyoruz. Ancak bir yerlerde düzenli bir öğrenme ihtiyacı da hasıl oluyor. Yüzeysel olarak kabul edebileceğimiz yukarıda bahsettiğim fotokopik bilgiler bir davranış kazandırmada son derece başarısız. E ne yapacağız? On binlerce şey öğrendik de nerede bu bilgi? Nasıl gerektiği yerde çıkarıp laps diye masaya vuracağız? Burada da kolaya kaçmak için türlü türlü pazarlama alametifarikası ortaya çıkıyor. Banner reklamlarında, ana akım sosyal medya platformlarının sponsorlu içeriklerinde sıklıkla karşınıza çıkmakta bunlar. “Günde sadece 15 dakikada vücut geliştirin.” Sadece 15 dakikanızı ayırarak sekiz defa Mr.Olimpia şampiyonu olmuş efsanevi vücut geliştirmeci Ronnie Coleman’ı kıskandıracak vücuda sahip olabilirsiniz. Ronnie Coleman yanınızda izbe bir barda gitar çalan uzun saçlı, zayıf, kara kuru, esmer çocuk gibi kalsın. Bildiniz değil mi bu reklamları?
Günde 7 dakika, haftada 15 dakika, ayda 6 saniye ve bu gibi iddialı söylemler gerçekten işe yarıyor mu sıklıkla düşünürüm. Tek başına hiçbir işe yaramayacağını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Kilo vermek isterken günde 30 dakika yürüyüş tek başına yeterli olmuyor. Kalori takibi, düzenli uyku, işinde uzman bir diyetisyenin kontrolü gibi minik destekler de olmalı. Bu açıdan maalesef sadece tek bir dikeyde gelişme mümkün değil. Ama zamanımızda yok ki? Bana 10 dakikada kuantum fiziğini açıklayamıyorsa teknolojinin geliştiğini söyleyebilir miyiz ki?
Eğitim ve öğrenme işleri yüzlerce yıldır tartışma konusu. Kişiyi eğitme yöntemleri tarih boyunca bireysel tecrübe aktarımlarından, gruplara, gruplardan dini yapıların etkileriyle oluşan eğitim yapılarına, çıraklıklara, okullara, üniversitelere kadar insanlığın bir şeyler öğrenme güdüsü işinde uzman eğitimciler tarafından ustalıkla (!) tasarlanmaktaydı. Ancak dijital devrim bu tasarımları mazide kalmış birer orta çağ kurumuna döndürdü. Şimdi öğrenme yolculukları daha hızlı olmak zorunda. Mümkünse popüler, magazinel, birazcık sansasyonel ve sahne sanatlarının ucundan köşesinden nasibini almış şovlarla bezeli halde tasarlanmalı. Ancak yine de 7 dakika, 15 dakika, 6 saniye süreleri ihtiyacı karşılayamayacak. Burada tecrübelerime dayanarak dijital ürünlerin tüketilmesi konusunda birkaç yere parmak basabilirim. Nasıl ki “bir platform ücretsiz bir hizmet veriyorsa ürün sizsinizdir.” Önermesinde bedava olana biraz dikkat etmek gerekiyorsa kısıtlı zamanda verilen hizmetlere de buzdağının görünen kısmı olarak bakmak faydalı olabilir. Olması gerektiğinden daha kısa süren her eğitim, video, içerik ya da davet daha büyük ve maliyetli bir maceranın ilk adımının başarılı şekilde satılması olabilir. Sürekli tekrar, bilgiyi kullanmak, destekleyici yan faktörleri göz ardı etmemek ve daha bir sürü değişken amacımıza uygun sonuçlar almamıza daha keyifle ve net hizmet edecektir. Öğrenmek öyle lalettayin bir süreç değildir, mutlaka ve mutlaka bir yerinde sizden hak ettiği bedeli talep edecektir.
Eyvallah ne güzel anlattın da bu benim ne işime yarayacak arkadaş, şunu bize 9 adımda falan anlatsaydın diyorsanız Peter C. Brown, Henry L. Roediger III ve Mark A. McDaniel tarafından yazılmış “Aklında Kalsın-Başarılı Öğrenme Bilimi” kitabından birkaç öneriyi şuraya ekleyeyim; bilgiyi aralıklı şekilde tekrar etmek, kendinize soracağınız sorularla aktif hatırlama sağlamak, öğrenme sürecinde yaşanan zorlukları kolaya kaçmadan deneyimlemek (biraz uğraşmak yani), öğrenilen konunun farklı yönlerini çeşitlendirmek (misal matematik çalışırken cebir, geometri ortaya karışık), bilgiyi yansıtmak (ortamlarda satmak, paylaşmak) ve yanlışlardan öğrenmek (yanlışlarınıza derinlemesine bakmak, nerede hata yaptığınızı bulmak vb.)
Gördüğünüz gibi kısa süreli eğitim, öğretim, gelişim konularının kalıcı ve verimli olmayacağı konusunda ahkam keserken sonunda birkaç adımlık mükemmel bir öğrenme pratiği sundum. Üstelik hiç okumadığım bir kitabın özetinden. İşte buna “işini bileceksin, işe gitmeyeceksin” diyoruz.
Görsel: carl-heyerdahl/ unsplash.com