“kardeşim cola üreten işçi ben 2.5 litrelik kola üretmem, çünkü yoruluyorum diyebilir mi? çalışanların hakları bellidir, sen bu hakları talep et önce”
Sinan: Sen ne izliyorsun?
Müfit C. Saçıntı: Ya şimdi snopluk yapmak istemiyorum ama vallahi bir şey izlemiyorum… Çalıştığım zaman yazmaktan izlemeye fırsat kalmıyor ki… Her dizinin özellikle birinci bölümünü izlemeye çalışıyorum; nedir, ne değildir, ne yapıyor diye. Ama artık onu bile başaramadığım oluyor. Dizi olarak Ofis var, yeni sezonunu bekliyorum. Çiğdem’le severek izliyoruz. Mümkün olduğunca haber kanallarını izlemeye çalışıyorum… İşte, tartışmaları ve açık oturumları… Hoş, açık oturum da denmiyor artık ya, onları izliyorum. Ama onlar da çok sinirimi bozduğu için tahammül edemiyorum artık. Yahu 5-10 kişi bütün Türkiye’nin fikir hayatını belirlemeye kalkıyorlar ve başarıyorlar da işin kötüsü! X görüşünden ya da Y görüşünden fark etmiyor, bir bakıyorum Türkiye’nin fikir hayatını belirlemeye çalışan ya da fikirleriyle Türkiye’ye yön vermeye çalışanlar hep aynı 5-10 kişi… Son derece kısır, hiç bir derinliği olmayan, çoğu zaman prensipleri dahi olmayan ve hayretle bazı prensiplerden de habersiz olduklarını gördüğüm ve inanamadığım insanlar… Mesela hukuk tartışıyorlar! Anacığım biz iyi kötü basın yayıncıyız dedik, her şeyi biraz biliriz tartışırız dedik ya… Abi, hukuk tartışıyorlar ve çoğunun hukukun temel kavramlarıyla ilgili herhangi bir bilgisi olmadığını hayretle görüyorsun! Ya olmayabilir, herkesin olmayabilir ama bu konuda tartışmaya ve fikir üretmeye kalkınca bazen böyle tüylerim diken diken oluyor! Afagan basıyor ve izlemiyorum. Sinema kanallarını izliyorum. Digitürk’te şimdi Festival Kanalı da açıldı, onu seviyorum özellikle… Bak mesela referandum tartışmalarının belir bir döneminde artık izlemeyi bıraktım. Türkiye gündemini etkileyen bazı olaylar oldu mu hemen internetten takip etmeye çalışıyorum. Daha süzülmüş, rafine, sinirimi bozmadan okuyabileceğim şeylere bakıyorum. İnternette de sinirimi bozabileceğini düşündüğüm hiç bir siteye bakmıyorum.
Sinan: Muhteşem Yüzyıl’ı izlemiyor musun?
Müfit C. Saçıntı: O “Çocuklar Duymasın”ın tam karşısına denk geliyor. Reklam arasında baktım ama hiç bir fikrim yok.
Ulvi: Dizilerin 45 dakikaya inmesi tartışmaları var. Hatta dizi çalışanları eylem yaptılar, ne düşünüyorsun bu konuda?
Müfit C. Saçıntı: Valla eylemi hiç doğru bulmadım ama eylem kırıcı görünmek istemediğim için de hiç sesimi çıkartmadım ne yalan söyleyeyim… Her şeyden önce söylemi yanlış bir kere! Şöyle ki; çalışma koşulları çok ağır, hiç insani değil doğru… Ve şu an yürürlükteki yasalara da uygun değil bu da doğru… Bunu düzeltmek de çok basit aslında, çünkü iş yasasına aykırı çalışma koşulları var ve Çalışma Bakanlığı’na ihbar edecek hatlar da belli! Hiç kimseye de ihbarcılığı tavsiye etmiyorum ama yani bir örgüt aracılığıyla o yönde bir ses çıkartılırsa, koşullar anında değiştirilebilir… Çalışanlar olarak çalışma koşullarınızı düzeltmenin çözümü ve söylemi “diziler 60 dakikaya insin” değil bence… Biz bir çalışan örgütü olarak çalışma koşullarımız düzeltilsin diye bir söylem belirler ve bir eylem koyarız, ondan sonrasını patronlar düşünsün! Uzatacak mı, kısaltacak mı, şu mu bu mu? Senaristlerin durumu çok farklı bak! Çünkü üretim şekli de farklı. Bu nedenle senaristler için farklı bir değerlendirmeye gerek var. Ama set işçisi arkadaşlar, teknik eleman olan arkadaşlar, oyuncu arkadaşlar yeri geliyor hakikaten on altı saat, yirmi saat çalışmak zorunda kalıyorlar… Hakikaten insani değil koşulları! Ve çoğu da sigortasız çalıştırılıyor. Ama bakın, Avrupa’da da hatta Amerika’da da sendikalar çok güçlü. Oyuncu sendikaları da, televizyoncu, sanatçı sendikaları da… Sendikanın izni olmadan, sendikasız eleman bile çalıştıramıyorsun… 8 saat çalışıyor ve 8 saatten sonra 2 saat mesai hakkı var. Ama mesai ücreti ödenmesi koşuluyla! En fazla günde 10 saat çalışırım diyor. Ya da sendika “en fazla şu kadar saat çalışabilirler ve iki çekimin arası yanılmıyorsam 16 saat gibi bir süre tanıman lazım ki bu adam dinlensin, özel hayatını yaşasın, dinlenmiş olarak gelsin işinin başına” diyor… Bizde hakikaten yeri geliyor 20 saat çalışan var! 2 saat uyuyup tekrar sete giden var! Bunlar tabii ki düzeltilsin… Ama “diziler kısalsın” demekle olmuyor bu… Bir çalışan örgütünün yapmaması gereken bir şey bu… Sen “süreler kısaltılsın” deyince, bölüm başı ücret aldığın için patron dönecek senin ücretini de yarı yarıya düşürecek! O zaman da sen bir işçi örgütü temsilcisi olarak işçilere bunu açıklamakta zorlanacaksın… Bir eylem yapıyorsun ve ücretlerin yarı yarıya düşüyor! Niye? Zaten bölüm başına bir iş yapıyorsun sen? Yahu Cola işçisi her zaman eylem yapabilir kendi hakları ve çalışma koşulları için… Ama kalkıp da “biz iki buçuk litrelik Cola, aile boyu Cola üretmek istemiyoruz! Çünkü yoruluyoruz” diyebilir mi? Kardeşim ben işçiyim, yasaların da bana tanıdığı bazı haklar var. Bırak evrenseli, ulusal anlamda bile tanımlanmış insani çalışma koşulları var. Sen buna uymak zorundasın ve beni bu şartlarda çalıştıramazsın! Gerisini sen düşün! Patron düşünsün!
Ulvi: Benim işyerim Gümüşsuyu’nda da o gün taksiye bindim. Taksim kalabalıktı eylem yüzünden. Taksici “oyuncular eylem yapıyormuş” dedi ve ekledi “ulan dünya kadar para alıyorlar, daha ne eylemi?” Gerçekten de oyuncular dünya kadar para alıyorlar mı?
Müfit C. Saçıntı: Yok, yok! Hani senaristlerin adı çıkmış ya, aslında oyuncular da öyle… Belki bir kaç tanesi ciddi güzel paralar alıyor… Hakikaten bu ülkede normal bir insanın aklını uçuracak paralar alıyor birkaç tanesi… Ama hakikaten birkaç kişiyi geçmez bunlar… Tabii işin şu boyutunu da görmek lazım… Diyelim o büyük paraları alan birkaç kişi vardır ama önemli olan bu parayı ne kadar sürede aldığı… Yani böl bakayım aylara o parayı? O star dediğin insanların bile kazançları aylara ve yıllara bölündüğünde ne ediyor ona bakmak lazım… Gerçekten piyango almaktan çok farkı yok oyunculuğun da… Sektörde çalışan bir kaç kişi dışında pek çok insan iyi para almıyor. Aldığını da 7i hafta alıyor ve sonra 1 sene, 2 sene, 3 sene oturuyor işsiz güçsüz…
Ulvi: Hele ki seçiciysen de biraz?
Müfit C. Saçıntı: Seçici olmasan bile bekliyorlar maalesef… Maalesef!
Ulvi: “Televizyona çıkmak” diye bir algı var ya… Televizyona çıkan her adama trilyoner gibi bakılıyor bazıları tarafından…
Müfit C. Saçıntı: Aynen! RTÜK de öyle bir şey söyledi… İşte “bilmem ne kadar alıyorlar” diye… Sana ne? Sen RTÜK’sün, sana ne? Sen zaten üzerine vazife olmadığı halde, hiçbir uzmanlığın olmadığı halde normalde basın savcısının yapması gereken işleri yapıyorsun. Bir takım partiler seçmiş seni, kalkmışsın oraya gelmişsin, reklamların da yüzde bilmem kaçını alıyorsun, muazzam bir bütçeyi harcamak için uğraşıyorsun… Sen bunları yapacağına, medya çalışanlarının sosyal yaşam koşullarıyla ilgilensene biraz?
Sinan: Hangi sendika örgütlü sektörde?
Müfit C. Saçıntı: Hiç biri örgütlü değil! Sine-Sen var DİSK’e bağlı ama mesela duyuyorum, özellikle bazı oyuncu arkadaşlar “ay üye olmayı düşünüyorum ama niye DİSK’e bağlı ki bu? Yani tamam üye olalım da niye devrimci yani?…”
Sinan: Hadi ya?
Müfit C. Saçıntı: Televizyonda neredeyse hiç örgütlü değiller. Sinema sektörü de yeni canlanıyor deseler de sadece sektör… Henüz bir “endüstri” değil…
Sinan: Sektörde sendikal çalışmanın yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyor musun?
Müfit C. Saçıntı: E tabii! Şimdi Avrupa’dan, Amerika’dan örnekler veriyoruz. Her ne kadar eskiden beri sendikal faaliyet aşırı uç bir faaliyet gibi görünse de, hala bazı arkadaşlar “ay niye devrimci işçi sendikası?” dese de, sonuçta Amerika gibi kapitalizmin sembol ülkesinde bile sendikalar yasal ve meşru… Son derece de güçlüler! Senaristlerin yaptığı son grevde de gördük bunu…
Sinan: Oscar töreni tehlikeye girmişti neredeyse…
Müfit C. Saçıntı: Tabii canım! Çok güçlüler… Hem ABD’de, hem Avrupa’da çok güçlüler… Bizde de öyle olmalı!