“Kaçın Sakırmayın!”

0
226

“geçmişim izaha muhtaç başarılarla dolu”

Sinan: Ulvi kusura bakmazsın değil mi?  Ben birazcık dalacağım arkadaşımla derin mevzulara?

Ulvi: Tamam sen sor soracaklarını önden, benim de var sorularım.

Sinan: Biraz daha gerilere gitmek istiyorum. Levent Kırca ile çalışmaya başlamadan çok daha önce benim hatırladığım Kartal Sanat İşliği dönemin vardı…  

Müfit C. Saçıntı:  Tabi ya…  Aranan Adamı sormandan çok memnun olmuştum da Kartal Sanat İşliği’nden söz edince şimdi daha da çok sevindim. Bunun kişisel egoyla ilgili olduğunun sanılmasını istemiyorum. Ya bak hani şimdi gençlik falan diye ayırmak da istemiyorum ama geçmişte olan bir çok şey unutuldu. Gençlerin başka türlü bir medya, başka türlü bir sanat anlayışı, başka türlü bir şöhret anlayışı, başka türlü bir dünya olabileceğinden belki haberleri bile yok şimdi. Ya da düşünemediler bile…  Ama biz yaştakiler de, yaşlılar da unuttu galiba… Onun için de bunların hatırlanması, hatırlatılması önemli…  Başka türlü de bir şeyler yapılabileceğini hatırlatmak açısından önemli…  Kartal Sanat İşliği’ne tekrar döneceğim de,  mesela Aranan Adam’ın son bölümünde anlattığım bir şey vardı. Robin Williams’ın bir filmi, uzak ufuklar ’dı sanırım… Robin Williams bir doktor.  Bir hastaneye başvurur çalışmak için. “Bu zamana kadar ne yaptınız?” diye sorarlar. Mezun olalı altı sene olmuş… “Altı yıldır ne yaptınız?” diye soruyorlar. O da “bir laboratuarda 5 ton elma kurdundan 1.5  gram miyadin elde etmeye çalıştım” diyor…  Şaşırıyorlar ve  “ama bu imkansız!” diyorlar.  Robin Williams da “evet işte onu ben kanıtladım” diyor…  Bazen bir şeyin olamayacağını da birilerinin kanıtlaması lazım… Onun için, benim de geçmişim izaha muhtaç başarılarla dolu…

Sinan: “Geçmişim izaha muhtaç başarılarla dolu…”  Bu sözü çok sevdim ben.

Müfit C. Saçıntı:  (Gülüyor) Hakikaten… Çünkü hakikaten bakıyorsun, kendimce pek çok şeyi başardım sanıyorum ama o kadar da izafi ve izâhi şey ki başarı…  Hele günümüzde başarının ölçüsü ne ki? “Şunu yaptım!”… Hımm… “Peki şöyle de oldu mu?”…  “Hayır!”… “Hmmm,  peki kaç para kazandın?”…  “Hiç!”…  Ya da “Şu kadar kazandım”…  “E bu bir başarı değil ki geri zekalı!” diye algılanabiliyor mesela…  Başarının tarifi ve tanımı değiştiyse,  ya izah etmek zorunda kalıyorsun ya da susmak zorunda kalıyorsun… 

Kartal Sanat İşliği’ne gelelim…  O tabii ki benim sadece dahil olduğum bir projeydi…  Bana ait bir proje değildi…  Hiç bilmeyenler için söyleyeyim…  O zamanlar Kartal’da 80 darbesinin hemen sonrasında “olağanüstü hal” devam ediyordu…  Hatta sıkıyönetim de devam ediyordu ama, sadece sıkıyönetimin adı değişti. Olağanüstü hal oldu… Aynı şeyler devam ediyordu. O zaman Kartal gibi 80 öncesinde adı çıkmış bir işçi ilçesinde, biz, İsmail Işılsoy…  Bu isimleri özellikle sayalım da bir şekilde hiç değilse Reportare’de kayda geçsin… İsmail Işılsoy abimiz,  o resim öğretmeniydi ama tiyatro yapıyordu…  Yine orada 80 öncesinde faaliyet yürüten ve sonra kapatılan İşçi Kültür Derneği’nden tersane işçisi bir ağabeyimiz,  Halit Ergör vardı… Bu ikisinin öncülüğünde çalışıyordu… Biz de Kartal Lisesi’nden başka bir hocanın yetiştirmesi dört beş gençtik…  Liseyi bitirdiğimiz sene Kartal’da küçük bir kayıkhane bulduk ve o kayıkhaneyi 90 kişilik bir tiyatro haline getirdik… Mahalle arasında bir tiyatro…  O zamanlar dikkatli cümleler seçmek zorundaydın tabii…  Olağanüstü hal devam ettiği için… Ama bir işçi ilçesinde, işçilere tiyatro yapmaktan söz ediyoruz… Ama gerçekten tiyatro yapmak! Sadece slogan tiyatrosu değil! İlk oyunumuz “Godot geldi”ydi.. O kayıkhaneyi bir tiyatroya çevirirken işçiliğini ameleliğini de biz yaptık…  Sahnemizi kurduk, Kartal’daki bir çay bahçesinden kış sezonunda sandalyeler bir işe yaramıyor diye yaza kadar bize verebilir misiniz diye onların sandalyesini aldık… Sandalyelerin arkasına numaralar koyduk… Suntalardan sahne yaptık… Jüt aldık ve jütlerle kaplama yaptık… Haftada 2-3 gün işçilere, dar gelirli ailelere tiyatro yaptık orada…

Ulvi: Katılım nasıldı?

Müfit C. Saçıntı:  Ya inanılmazdı! Sanırım AST’ın (Ankara Sanat Tiyatrosu) başlattığı bir gelenek, sonradan Dostlar Tiyatrosu’nun da sürdürdüğü bir gelenek vardı… Oyundan sonra hemen gitmemek, kalıp seyirciyle oyun üzerine tartışmalar yapmak geleneği… Biz “Godot Geldi” ye başladığımızda aynı geleneği sürdürdük. Nazire bir oyundu “Godot Geldi”…Absürd tiyatronun bir örneğiydi. Bunu Kartal gibi bir banliyöde, ağırlığı işçi olan bir seyirciyle oturup tartışıyorduk… Çatır çatır tartışıyorduk hem de… O zamanların işçisi de farklıydı belki…

Sinan: Sendikaların katkısı büyük tabii?

Müfit C. Saçıntı:  Tabii canım! Ha bak, her yere de gidiyorduk turnelerle… Sendikalar talep ediyor, organize ediyordu. Trakya’daki bütün kentlere gittik. Karamürsel’e, Ereğli’ye gittik. Seyircimiz hep işçiler, işçi aileleri, işçi çocuklarıydı…  

Sinan: Darbenin tüm olumsuz etkilerine rağmen Petrol-İş’in Petrol-İş olduğu, Otomobil-İş’in Otomobil-İş olduğu zamanlar…

Müfit C. Saçıntı:  Tabii canım! “Bu zamlar bana karşı” diye bir oyun vardı, hayli popülerdi…  Sende NETAŞ greviyle de ilgili bir fotoğraf vardı, 80 sonrası ilk grevdi…  O zaman mesela Nazım Alpman’ı biliyorsun, Otomobil-İş’ti galiba… Hmmm…  Petrol-İş değildi de Otomobil-İş’in yöneticilerindendi yanlış hatırlamıyorsam… İşte NETAŞ Grevi ile dayanışma gecesi yapılacaktı. Nazım Alpman da o geceye birilerini çağırmak istiyordu ama herkes kendi kıçından korktuğu için kimseyi bulamıyordu… Yine ben Reportare kayıtlarına geçsin diye söylüyorum, mesela Timur Selçuk’u, Deniz Türkali’yi, Sadık Gürbüz’ü hatırlıyorum… Hiç korkmadan, çekinmeden gelip sahne almışlardı… Şimdi gençlere çok anlamsız gelebilir, ne var yani bir dayanışma gecesinde sahneye çıkmak diye ama, o günlerde çoğu insan korkuyordu, çekiniyordu…