“700 yıllık türk denizcilik tarihinde ilk kez iskele battı! ama iskele pırıl pırıldı?”
Sinan: Duru’nun burada, böyle bir ortamda büyümesini istiyor musun?
Müfit C. Saçıntı: Benim hiç bir zaman öyle kaygılarım yok. Başka ülkeye gitsek ne olacak? Ne kadar olumsuz konuşursam konuşayım, ben hiç bir zaman karamsar değilim. Hiç bir zaman da “aman Duru böyle bir ülkede büyüyecek, ne yapacağız?” diye bir korkum, endişem olmadı. Şiirde diyor ya, “şayak kalpaklı adam nereden ve nasıl geleceğini bilmeden güzel günlere inanıyordu!”… Nereden ve nasıl geleceğini bilmeden güzel günlere inanıyorum. “Bu böyle gitmez” den yana umudum var. Bak mesela, referandum sürecinde seninle ayrı saflardaydık. Referandumda işin işte Anayasa Mahkemesi ile HSYK ile ilgili kısımlarını kendimce anlatmaya, mücadele etmeye çalıştım. Bence çok vahim bir şeydi ki hala daha öyle düşünüyorum. Sonra şöyle sakinleştim. Bu böyle gitmez! Eninde sonunda bir yerde bir tıkanır, birileri bunu düzeltmek zorunda kalır… Bu “birileri” AKP’nin kendisi bile olabilir… Zaman zaman da yaptılar yani? Ağaoğlu reklamı gibi! “Olur mu dediler, yaptım oldu!” diyor ya adam. Ha, ama bak bu hızlı tren olmadı! Adamlar “bakın işte hızlı tren!” dediler… “Biz yaptık, oldu!” Dedim ki “vay be! Haksızlık etmişiz lan adamlara! Helal olsun!” dedim. Gerçekten! “Şuraya bak” dedim, “80 senelik cumhuriyet iktidarında kimse yapamadı, bunlar altı ayda yaptılar ve oldu!” dedim. Ama “biz yaptık oldu” demekle olamayacağını 80 kişinin canıyla hepimiz anladık! Onlar da anladılar! Kimsenin aklına gelmemiş eski raylara hızlı treni kondurmak, herkes geri zekâlı, herkes işi bilmiyor, bir bunlar biliyor! Biz Türkiyeliler de böyle bir şey vardır. Biz çok akıllıyızdır! Kendimizden şüphe etmeyecek kadar akıllıyızdır! Bir yandan aşağılık kompleksimiz var, bir yandan da tuhaf bir üstünlük kompleksimiz! Yoksa şu soruyu sorarlardı değil mi? “ulan bütün dünya geri zekalı mı ki eski rayların üzerine yeni tren koymuyorlar da dünyanın parasını ve emeğini döküp hızlı tren için özel raylar döşetiyorlar? Bu kimsenin aklına gelmedi mi? Bir tek ben mi akıl ettim?” diye şüphe duymuyoruz. Hani diyorlar ya, bunların gizli ajandası var falan diye… Bence bunların pek çok konuda herhangi bir ajandaları yok! Gerçekten yok! O an, “biz yaparız olur” diye hesapsız kitapsız ve belki büyük bir bölümünde de iyi niyetle işe başlıyorlar… Ne zaman öğreniyorlar? İşte tren devriliyor, 80 kişi ölüyor… Bu bir kurs ve öğrenme süreci, ama dünyanın en pahalı kursu… İnsan canıyla bedeli ödenen bir öğrenme süreci! Bak öyle büyük konulara girmeye falan da gerek yok… Al işte Karaköy iskelesi örneği! Nasıl çalıştırıyorlar, ne yapıyorlar bilmiyorum ama her geçtiğimde orası pırıl pırıl! Her saniye böyle süpürülür silinir. Her sene mi boyuyorlar, altı ayda bir mi boyuyorlar pırıl pırıldır boyaları falan… Hep bunu düşündüm gerçekten, öyle kör gözüm parmağına çok katı bir muhalif olmamaya çalışıyorum en azından değil mi ama? (Kahkahalar)
Sinan: Sezar’ın hakkı Sezar’a diyorsun yani…
Müfit C. Saçıntı: Evet! Ve bir baktık yine canlı yayında, hakikaten 80 yıllık cumhuriyet tarihi, koy bir 600 yıl da Osmanlı tarihini… 680- 700 senelik denizcilik tarihimizde ilk defa bir iskele battı! Canlı yayında seyrettik abi! Kameralar yetişti ve o canım iskele süzülee süzülee süzülee battı! Ama pırıl pırıldı? Tertemizdi? Niye abi? E çünkü dubanın bakımını yapmamışlar! E dubayı kimse görmüyor ki? Dubanın bakımını yaparak kimin gözünü boyayacağız ki?
Sinan: Canım otomobil de yaptık ona bakarsan, benzin koymayı unuttuk!
Müfit C. Saçıntı: O da ayrı tabii… Demem o ki, bir tuhaflık var. Bir iyi niyetle biz yaparız olur sanıyorlar ve çeşitli nedenlerle görünür şeylere daha çok önem veriyorlar. Dışı pırıl pırıl dubanın bakımı yapılmamış, paslanmış, delinmiş duba. Su almaya başlamış ve batıyor…
Sinan: İstanbul depreme de hazır değil?
Ulvi: Çevre düzenlemesi ilk defa bu kadar oldu… Her taraf yemyeşil. Çiçekler, laleler… Ama yağmur yağınca her yeri sel basıyor.
Sinan: E üstelik bir de dünya kentisin!
Müfit C. Saçıntı: Çok enteresan bak, bir kaç sene içerisinde Karaköy iskelesi, Haydarpaşa ve Beşiktaş Barbaros Hayrettin iskelesi… Böyle bir üçgen! Üç önemli nokta! İkisi yandı, biri battı ama pırıl pırıldılar! Yanarken de batarken de… Ben şimdi mesela ülkeyle ilgili de karamsar değilim… Ülke de pırıl pırıl ama dubası su alıyor gibi geliyor… Gerçi rakamlar var. Ekonomiyle de ilgili çok güzel rakamlar. Öyle diyorlar yani. Ama abi… Ya bu ülkenin ekonomik politikası, vizyonu ne? Ekonomi dediğin tamam, bir aldı sattı bir şeyler olacak ama, her şeyden önce bir ürün ve üretim demek… Hangi alanda ürünümüz üretimimiz var? Hadi bırak olmayabilir de bununla ilgili hangi vizyonun var, hangi planın var? Ne yapmayı düşünüyorsun, ne yaparak kalkınmayı kalkındırmayı düşünüyorsun? Üretimle değil ticaretle ise onla ilgili ne yapıyorsun? Neyi alıp satacaksın?
Ulvi: E, Koç’a “araba üretin” dedi ya? Şimdi araba üretmek için belli bir volume yaratmak zorundasın. Kârlı olması için 200-250 bin midir, araba satmak zorundasın ki bırak teknolojisini üretmek için, Türkiye’de zaten 200 bin tane araba satılıyor zaten. Bütün Türkiye’nin otomobilini sen satacaksın ki o markayla, fabrika ayakta kalabilsin. Yurt dışına satmak zorundasın! Öyle bir teknolojin yok. O teknolojiyi de kurdun diyelim, fabrikayı da kurdun… Pazar yaratmak zorundasın.
Müfit C. Saçıntı: Ama bak işte aklına geliyor söylüyor. Plan, proje, araştırma yok…
Ulvi: Tabii o da demin söylediğin gibi ego, gurur meselesi… İşte yerli bir markamız olsun! Adam doğru dürüst termosifon üretemiyor, ne otomobili!
(Kahkahalar)