“benim de çok güzel röportaj cevaplarım vardı ama 25 yıl geç kaldınız!”
Sinan: Of ya! Yine 4 saate dayandık röportajda!
Müfit C. Saçıntı: Yok canım? Oldu mu sahi o kadar?
Ulvi: Klasik zaten! Daha kısa bir röportaj düşüremiyoruz.
Sinan: Her seferinde bu kadar uzun yapmayacağız diyoruz ama bak yine 4 saat!
Müfit C. Saçıntı: Dur son bir şey daha o zaman röportajla ilgili… Yıllar önce köprü altında oturuyordum, böyle okul zamanı… Arkamda da birileri denk geldi, iki kişiler. Ben yalnızım ve birini bekliyorum ya, ister istemez arka masayı dinliyorum. Arka masadakilerden biri şair… Karadeniz’den gelmiş. Şair dediğim, şiir yazıyor delikanlı. O kadar güveniyor ki kendisine, zannediyor ki buraya gelir gelmez yayınevleri sıraya girecek şiirlerini basmak için. Gidiyor geliyor, kimse ilgilenmiyor. Aşağılıyorlar, dalga geçiyorlar… Belli ki çok kırılmış, çok üzülmüş. Bütün bunları anlattıktan sonra yanındakine dedi ki “yahu, röportajda cevaplarım bile hazırdı!” (Kahkahalar) “Bütün cevaplarım hazırdı ama kimse benimle röportaj yapmadı” dedi çocuk. Kahrolmuş! Hakikaten bu ülkede çok genç var, röportajda cevapları bile hazır… Ama soran olmuyor ve onun acısıyla kalıyor… Benim de çok güzel cevaplarım vardı ama çok geç kaldınız. Sen bana 20-25 sene önce gelecektin Sinan’cığım! Kütür kütür, fiyakalı, manşetlik, gündem belirleyen cevaplarım hazırdı! Hiç bir fazlası yoktu, deşifresi kolay ve düzgün cümlelerdi onlar üstelik! Çünkü kafamda yüz bin kere evirilip çevirilip tekrar edilmişlerdi. Sonra o arka masadaki kendisiyle hiç röportaj yapılmamış genç şair kim çıktı dersin? Okuldan bir arkadaşımız sevgili yapmıştı kendine. O zaman bunun haber değeri vardı bak! “Sevgili olmak” öyle kolay bir şey değildi. Arkadaş yeni sevgilisiyle beni tanıştırdı. Oturduk konuşuyoruz böyle. Ulan sesi bir tanıdık geliyor. Ama ben o sesin yüzünü hiç görmedim. Dönüp bakmadım, dinledim sadece. Sesi yabancı gelmiyor bizim arkadaşın yeni sevgilisinin… Birden jeton düştü! Aha, o ses bu ses! Dedim. Şimdi unuttum adını, “sen şuralı mısın?” dedim. Evet dedi çocuk. “İşte şu tarihe kadar şuradaydın, sonra geldin İstanbul’a, şu yayınevine gittin şiirlerini bastırmak için dimi?” dedim çocuk inanamıyor. O zamanlar herkesin birbirine acaba polis mi diye baktığı zamanlardı. Çocuk tırstı muhtemelen. Neyse… Bizim de güzel mi güzel röportaj cevaplarımız vardı vaktiyle… Biz de çok şey yaptık ama, şimdi o cevapları şöyle afili biçimde sıralamak için geç kaldık…
BİTTİ!