“Kaçın Sakırmayın!”

0
393

“mesaj kaygım yok derken bile mesaj vermiş oluyorsun aslında… bundan kaçamazsın ki?”

Sinan: Senin işçi sınıfıyla temasın Kartal’da oturuyor olmandan geliyordu sanırım?

Müfit C. Saçıntı:  Şöyle söyleyeyim; ben aslında memur çocuğuyum. Enteresan bir astsubaydı babam. Şimdi artık emekli olduğuna göre sakıncası yok herhalde, zamanında ilk TİP (Türkiye İşçi Partisi) kurulduğunda resmen üye olamamış ama köy köy propaganda ve üye toplama faaliyetlerinde bulunmuş bir astsubay! Amcam desen, TÖB-DER yöneticisiydi. Yani biraz kulak dolgunluğu, biraz çevremden etkilenerek, okuyarak kurduğum bir yakınlıktı benimkisi… Doğup büyüdüğüm evde bir takım kitaplar vardı ve ben gözümü o kitaplarla, öyle bir çevrede açtım. Duygusal solculuğun, devrimciliğin biraz daha bilinçli hale gelmesi, işçi sınıfını fark etmek, işçi sınıfının dünya görüşünün ayırdına varmak açısından Kartal’ın etkisi kesinlikle olmuştur. Öğrenciliğimde, küçük burjuva tavırla “işçiden ne olur ki?” ya da “hani teoride iyi güzel de, pratikte bu işçilerle bir şey olur mu?” diye önyargılar oluşmamasında orada tanıdığım işçilerin büyük payı bulunuyor. Kartal’da tanıdığım işçilerin, bizim oyunlarımıza gösterdikleri ilginin ve tartışmalarda kimi zaman bizleri mat edebilmelerinin payı büyüktür kuşkusuz…

Sinan: Netameli bir konuyla uğraştın hep… Başından beri sanatla uğraştın. Üstelik sanatın mizah boyutuyla…

Müfit C. Saçıntı:  Netameli derken bir şeyi hatırlatayım. Kartal’da Otomobil-İş ya da Petrol-İş, hangisiydi emin değilim şu anda… Sendika bir fabrikada örgütlenmeye uğraşıyordu. E tabii en küçük sendikal faaliyetin illegal faaliyet gibi görüldüğü, anında yok edilmesi gereken bir konu olarak algılandığı bir dönemden söz ediyoruz… Hoş, şimdilerde de sendikal faaliyete pek de iyi gözle bakıldığı söylenemez ama bu anlattığım 85 ya da 86’ydı herhalde… Olağanüstü Halin etkileri sürüyor ve çok tehlikeli bir şey o dönemde sendikacılık… Görüldüğü yerde ezilecek, sendikal faaliyete kalkışanlar gözaltına alınacak, işkence görecek falan… E hal böyle olunca kolay kolay da göze alınabilecek bir şey değil sendika örgütlenmesi… Bu yüzden önce tiyatro faaliyeti olarak bir çalışma başlatıldı fabrika işçileri arasında. Ondan sonra da benden yardım istediler. İşçilerle oyun çalışması. Politik hiçbir şey yok, skeçler sahnelenecek sadece… Kapalı bir mekân ayarladılar, orada prova yapıyorduk ama hesap şuydu tabii ki: o çalışmalara insanlar gelecek, sendikacılarla tanışacaklar… Kapalı mekân dediğim, dükkân işte, kepenkli mepenkli… 10 kişi, 15 kişi, 20 kişi, 50 kişi derken bir süre sonra 100-150 kişilik toplaşmalara dönüştü iş. İnsanlar içeri giriyor, kepenk iniyor falan, bu sefer de dikkat çekmeye başladı… Polis geldi mesela, “ne oluyor burada, işte girip çıkanlar, kepenk indirmeler falan” diye… Dedik ki prova yapıyoruz, skeç sahneleyeceğiz… Polis kıllandı tabii, “e oynayın bir bakalım hele” dediler. İşçiler sahneye çıkıp skeçleri oynamaya başlayınca polisler gülerek çekip gittiler. Ama sonradan fabrikada sendikal kıpırdanmalar başlayınca işveren uyanmış sanırım, bizi aradılar ve “nedir bu yaptığınız, tiyatro gibi yüce bir sanatı siyasete alet ediyorsun” dediler. Biz de “asıl sizin yaptığınız nedir, işçilerin yasal sendikalaşma hakkını engelliyorsunuz, sendikayı fabrikaya sokmuyorsunuz ve polisi devreye sokuyorsunuz, peşimize sivil polisleri takıyorsunuz. Suçumuz ne ki? İşçilerle tiyatro yapmak mı yani?

Sinan: Sanatın politik bir araç olduğunu düşünüyor musun?

Müfit C. Saçıntı:  E bunlar eski tartışmalar tabii… Sanat bir araç olabilir. Böyle bir görüş var. Sanatın sanat olabilmesi için bazı zorunluluklar, bazı ölçüler var, onları barındırması lazım önce…

Sinan: Eski bir tartışma dedin… Sonuçta evet böyle tartışmalar vardı ve şimdi bizi okuyan gençlere bunu da hatırlatmakta yarar var…

Müfit C. Saçıntı:  Şimdilerde böyle bir tartışma yok. Oysa “sanat toplum için mi, sanat sanat için mi?” tartışmalarını çok yapardık. Sanat bir şeye araç olmayacak desen de öyle bir araç ki, yaratıcısının böyle bir kaygısı olmasa bile, var olduğu andan itibaren bir mesaj yaymaya başlıyor. Bir duygu, bir etki yaymaya başlıyor. Bütün mesele, sen bu mesajı kontrol edecek misin, etmeyecek misin?

Sinan: Özellikle baskı dönemlerinde bu böyle galiba?

Müfit C. Saçıntı:  Baskı dönemlerinde başka yol bırakmıyorlar ki? Dediğin gibi, ister istemez bu oluyor… Sanat bence politik bir araç olabilir… Sanat pek çok şey için araç olabilir. Ortaya bir ürün çıkartıyorsun ve bu ürünü yaratma faaliyetinin kendisi de çeşitli amaçlar için araç olarak kullanılabilir… Politik bir araç olarak kullanılabileceği gibi reklam aracı da olabilir…  

Sinan: Bu senin politik olmanla bağlantılı bir şey mi? Sanat özünde olmasa bile sen politik olduğun için, senin üretimin doğal olarak politik mi oluyor acaba?

Müfit C. Saçıntı:  Yok, şunu söylemeye çalışıyorum. Cem Yılmaz mesela… Çok sevdiğim bir isim. Hakikaten komedyen, bir fenomen… Onunla beraber ortaya çıkan, gençlerin de çok sevdiği bir duruş var: “mesaj kaygısız beyin fırtınası!”… Tabii ki herkesin böyle bir hakkı var ama ben bunun bile bir mesaj olduğunu düşünüyorum. “Mesaj kaygım yok” derken bir mesaj vermiş oluyorsun aslında…  Bundan kaçamazsın ki? “Ben apolitiğim” derken bile bir politik duruş sergilemiş oluyorsun…  Kaçamazsın bundan,  bu eşyanın tabiatı gibi sanatın tabiatıyla ilgili bir şey… Yani böyle bir şey zaten var. Sen istesen de istemesen de var… Ha, üreticisinin politik durumuna göre tabi ki şekillenir, etkilenir, biçimlenir bu…

Sinan: Mesaj kaygısı deyince…  Didaktik bir yaklaşım da vardır ya, mesela Levent Kırca’nın tiyatrosu bana çok didaktik gelir… Sürekli bir mesaj verme kaygısı… Sürekli bir kör gözüm parmağına durumu…  Sen de biraz o ekolden geldin, bunu nasıl değerlendiriyorsun?

Müfit C. Saçıntı:  Ya şöyle… Demin onu söylemeye çalıştım… Sanat toplum içindir, sanat politik bir araçtır ama öncelikle sanat olmanın özelliklerini taşımak zorunda…  Politik bir araç olarak kullanacaksan da, önce sanat olmanın özelliklerini barındırmak zorundadır…

Sinan: Estetik olmalı?

Müfit C. Saçıntı:  Yani! Estetik tabii… Ölçüleri vardır bunun… Bir tanesi estetiktir diyelim… Sanatı sanat yapan her neyse, işte o ölçülere sahip olmalıdır… Ona sahip olduktan sonra zaten istersen politik araç olarak kullanırsın, kullanmazsın başka bir şey… Ha, ben bunları söylerken tabi ki bu ekole yakın duruyorum ama tersini de küçümsemek ve “bu sanat değildir, sanat illa böyle olmalıdır” diye bir tavrım da yok…  Aranan Adam’da yaptığım iş mesela…  O VTR’lere,  kurgulara, montajlara bakarsan, çok sert politik bir şaka da çıkabilir…  Ha, bir bakarsın şaşırırlar da…  Belden aşağıya cinsel espriler falan diye…  Ben kendimi çok sınırlamıyorum…  Bazen elimde olmayan sebeplerden dolayı çok politik şeyler çıkabiliyor…  Ama “politik” olanın ne olduğu tartışması da çok göreceli aslına bakarsan…  “Cinsel şaka” dediğin şey de aslında politik bir şey? Üstelik dibine kadar politik bir şey!  Her şeyiyle! Onu o içeriğiyle sunmak bile; bırak içeriğini, bazı ortamlarda öyle bir ürünü ortaya koymak bile çok politik bir tavır olabilir…