“bir hıyarı, gerçek bir hıyarı 13 hafta ekrana çıkartsan, 13 hafta sonra millet o hıyardan imza ister bu ülkede”
Sinan: Sen nesin Müfit?
Müfit C. Saçıntı: Nasıl yani? Sen nesin derken?
Ulvi: Hey, ben soracaktım onu!
Müfit C. Saçıntı: Ben abi… Ben var ya ben… Tipik bir Basın Yayın Yüksek Okulu tahsili görmüş bir adamım! Yani her şeyden biraz anlayan, hiç bir şeyden tam anlamayan bir adamım…
Sinan: Yani Müfit’ciğim sen yazar mısın? Komedyen misin?
Ulvi: Değil mi ya? Tiyatrocu musun? Televizyoncu musun? İletişimci misin?
Müfit C. Saçıntı: Şöyle söyleyeyim. İkiniz gibi, böyle yeni bir şeyler denemeyi çok seven, zaman zaman duygularını da kontrol edemeyen bir insanım… Geçim derdiyle ilgili yapılanı bir kenara bırakıyorum, eğilimlerim nasıl oluşuyor diye yanıtlarsam eğer; bazen bir fikir, mecra seçimini belirliyor. Yani aklına bir fikir gelir ve onu sadece yazarak ifade edebilirsin… Bir fikir gelir onu ancak bir videoyu montajlayarak ifade edebilirsin… İşte mesela sizin aklınıza bir fikir gelmiş, böyle bir site kurmuşsunuz… Aklıma gelen iyi fikirleri, iyi işleri ilk deneyen olmak beni hep heyecanlandırdı… Doğrusunu isterseniz kendimi tanımlamak üzerine çok da düşünmüş değilim. Ama bakın şunun sıkıntısını çektiğimi söyleyebilirim: Özellikle “senaristim” demeye ve dedirtmeye çalışıyorum. En son Kanal Türk’te 2005’te program yaptığımda yine senaristlik yapıyordum. Teklif geldi, “olur” dedim ama tek bir şartım vardı. “Hiçbir şey istemiyorum, ben kafama göre takılacağım, hiçbir şekilde müdahale olmayacak” dedim… “Biz de onu istiyoruz” dediler ve el sıkıştık. Maddi açıdan çok zorlandığım bir süreçti. Evliyim, Duru yeni doğmuş… Tamam bu program iyi hoş da, bir yandan da senaristlik yapabilirim diye düşünüyorum ama… Kapımı çalan yok! Halbuki iyi kötü kapısı çalınan bir senaristim. Kanal Türk’te hemen hergün program yapıyorum ama oradan para gelmiyor ki? Şimdi şarkıcı falan olsam neyse, hani bir şarkıcı program yapınca ekstraları falan artar değil mi ya? “Para almasam da olur, nasıl olsa ekstralar gelir” der, üstelik program yapan şarkıcının ekstraları da hem artar hem zamlanır… Ya da ne bileyim, program yapan arkadaş da mesela bir bayi toplantısına gider, ekstralar alır… Ben haftanın her günü orada program yapıyorum, para kazanmıyorum ve oradan yola çıkarak para kazanabileceğim bir alan da yok? Benim asıl mesleğim senaristlik diyorum, e oradan da kimse kapımı çalmıyor! Kendi yarattığım kafa karışıklığının bir sonucu olabilir bu… Mesela Ömer Pınar bir iki yere görüşmeye gidiyor ve “ben artık ekiple çalışıyorum” diyor. Soruyorlar, “e peki ekibin var mı?” diye… Ömer de “e var tabii, Müfit Can Saçıntı var”… “Aaa, o yazarlık yapıyor mu hala? Bırakmadı mı? TV programı yapıyor ama?” diye şaşırıyorlar. Ömer “yoo bırakmadı?” deyince de “ama şimdi o çok para ister, programa da çıktı ya!” diyorlar… Biliyor musunuz, yol parasına muhtaç kaldım o dönemde, sırf böyle bir imaj oluştuğu için! “Müfit Can Saçıntı senaristlik yapmaz! Yapsa bile çok para ister!” Ne diyeyim şimdi ben, bu kafa karışıklığını ben yarattım! Pek çok projede insanların aklına gelen bir isimim ama “ilk akla gelen isim” değilim… Bu avantajlı bir durum değil tabii ki… Senarist arandığında da ilk akla gelen değilim, TV programı yapılacağında da… Böyle yani…
Sinan: Peki niye akla gelmiyorsun sence?
Müfit C. Saçıntı: Ben algıyı doğru yönetemedim demeyeceğim… Yönetmek istemedim! Böyle bir şeyi düşünmedim bile… Durup ta; “ya nasıl algılanıyorum?” ya da “hadi benim pazarlamamı yapalım, beni markalaştıralım” falan gibi düşüncelerim olmadı hiç! Bazı şeyleri de yaşayarak öğrendim… Mesela sorulduğunda, senaristim demeye ve dedirtmeye çalışıyorum. Ama açık söyleyeyim, ben artık sıkıldım senaristlikten de, yazma eyleminden de! Sıkıldım! Ama hayatın gerçekleriyle ilgili bir şey bu… Farkında mısın, deminki coşkum gitti…
Ulvi: Bir şeyi merak ediyorum ama girebilir miyim Sinan’cığım, eğer arkadaşınla sohbetin bittiyse?
Sinan: Dur, bir şey daha sorayım da ondan sonra… Muteber olan, aslında bu “marka yönetimi”… Böyle bir şey var artık… Senin yanında Cem Yılmaz sonradan gelen kuşak oluyor… Parlayıp sönenler olsa da, sonuçta bir kuşak parladı. Sen “tercih etmedim” diyorsun ama bir de hayatın gerçekleri var be Müfit? Maişet derdin var, ev geçirme derdin var?
Müfit C. Saçıntı: Evet, evet! Çok doğru…
Sinan: Hayat zorlamadı mı seni?
Müfit C. Saçıntı: Ama yok şimdi, şunu söyleyeceğim: Hakikaten biz farklı bir kuşaktık… Arada söyledim ya hani, “biz şöhret olmamak için program yaptık” cümlesi pek çok insan için geri zekâlılığa eş değer olabilir… Bir paradoks sanılabilir… Ya da ne bileyim, “kafayı yemiş bu adam” denilebilir… Biz o Aranan Adamı yaptık ama şöhret olmamak için, şöhret olmaya bir tavır olarak yaptık! Bunun kanıtı olarak da 13 er bölümde iki isim saydım ve o bittiğinde de yine işte kafamızda bazı isimler vardı… Böyle bir şey yapmaya çalıştık biz…
Sinan: Ama bizim kuşaktan şöhret olmak için kıçını yırtanlar da var biliyorsun?
Müfit C. Saçıntı: Ya olabilir tabii… Ben bunu doğru bir şey diye anlatmadım… Sadece başka bir şeyin de mümkün olabileceğini anlatmaya çalıştım… Tamam, bütün bunlar izaha muhtaç başarılar ve pek çokları için de bu bir başarı değil, geri zekâlılık! Benim bir tezim vardı “ulan şöhret dediğin nedir ki? Yani Türkiye’de bir hıyarı, gerçek bir hıyarı 13 hafta boyunca kameranın karşısına koy, 13 hafta sonra bu hıyar, bu gerçek hıyar gerçek bir şöhret olur ve sen manavda görünce ondan imza istersin! Bunu televizyonda da diyorduk ve 13 hafta doldu ben hakikaten tanınmaya başlamıştım… Sağda solda ciddi bir şekilde tanınıyordum ve tanınmak konusunda çok kızaran bozaran terleyen bir adamım… Ömer’e dedim ki “tamam, başta konuştuğumuz gibi 13 hafta doldu. Gel sen artık işin başına geç. İşin başına derken, kameranın karşısına geç”… Ama Levent ağabey, Levent Kırca ona izin vermedi. O da bir seçim yapmak zorundaydı… Sonuçta oradan iyi bir maaş alıyordu… Program yapmış olacaktık yapmış olmasına ama, Kanal 6’dan yine para alamıyorduk… Hem çok cüzi bir paraya yapıyorduk hem de o parayı bile asla zamanında alamıyorduk…