“Kaçın Sakırmayın!”

0
393

“bu iş piyango bileti almaya benzer… bir dizinin tutması ya da tutmaması sayısız parametreye bağlı, asla sihirli bir formülü yok bu işin…”

Sinan: Bu dizilerde sürekli bir rating kaygısı var ve tahmin ediyorum ki dizi yayınlandığı zaman bir yandan izliyorsunuz ve yayından kalkacak mı, sürecek mi endişelerini sürekli yaşıyorsunuz?

Müfit C. Saçıntı:   Tabii, tabii!

Sinan: Çok stresli bir çalışma ortamı değil mi bu?

Müfit C. Saçıntı:  Valla çok pis! Sezonluk işçilerden daha beter durumdayız aslına bakarsan.

Sinan: 13’er bölüm olarak planlanıyor değil mi diziler?

Müfit C. Saçıntı:   Eskidendi Sinan’cığım…  O güzel zamanlardaydı…  Sizin TRT olduğunuz dönemlerdeydi o…  Öyle bir şey kalmadı şimdi. Bir ara 4+9 gibi şeyler vardı ama şimdi o da kalmadı…

Sinan: Nasıl oluyor peki şimdi?

Müfit C. Saçıntı:  E örneklerini gördük, daha ikinci bölümde kalkan dizi de var artık… Üçüncü dördüncü bölümde kalkan da var…

Sinan: Üzerinizde korkunç bir baskı var o halde?

Müfit C. Saçıntı:   Ya baskı şöyle oluyor…  Biz senaristler olarak bir proje üzerinde çalışmaya başlayan ilk insanlar oluyoruz. Yani bir proje daha onaylanmadan, onay almadan önce sen yazmış-bitirmiş olmak durumundasın… Sonra OK alıyor… İşte prodüksiyon hazırlığı yapılıyor, ekipler kuruluyor, çekim başlıyor, sonra yayınlanıyor falan…  Bu arada o çekilene ve yayınlanana kadar da sen en az ortalama üç ay proje üzerinde çalışıyorsun…  Senarist olarak işin yapımcısıyla ya da yönetmeniyle ya da ikisiyle birlikte ya da eğer dahillerse kanalla beraber üç ay öncesinden çalışmaya başlıyorsun…  Ondan sonra çekim süreci oluyor ve o çekim sürecinde de zaman zaman revizyonlar yapılması gerekiyor… Ve sonra mesela ikinci bölümde bir bakıyorsun hop, yayından kalkıyor! Düşünsene, sezonun ortasındasın ve işin kalkmış oluyor! Tekrar yeni sezonu beklemek zorundasın…  Ve ardından tekrar aynı süreç başlıyor… Yeniden bir 3-4 ay yeni bir projenin üzerinde çalışmaya başlıyorsun…

Sinan: Bir proje durdurulduğu zaman maddi anlamda da bir kayba uğruyorsun doğal olarak?

Müfit C. Saçıntı:   Tabii ki!

Sinan: Sezon da kaçtığı için işsiz güçsüz, parasız bir bekleme süreci başlıyor?

Müfit C. Saçıntı:  E senaristin hayatı bu! Borçla yaşamaya başlıyorsun.  Bir proje alıyorsun, onun parasıyla geçmiş dönem borçlarını öderken o bitiyor ve yeniden borçlanmaya başlıyorsun… Sonra yeni bir iş alıyorsun onu öderken o da bitiyor… E hep böyle…

Ulvi: Bir adım geriden geliyorsun yani sürekli?

Müfit C. Saçıntı:   Aynen! Şöyle söyleyeyim, yirmi sene oldu, tam yirmi birinci senem galiba… Profesyonel senarist olarak 90 senesinde başladık, hesap et işte… 21 senedir bunu yapıyorum ama ne yalan söyleyeyim, böyle olacağını bilseydim başlamazdım!

Sinan: E tam burada sorayım o halde: “Genç senaristler” için ne önerirsin?

Müfit C. Saçıntı:  Valla her şeyden önce sağdan soldan duydukları ne varsa tamamen yalan olduğunu söyleyeyim… Hani şu senaristler şöyle güzel paralar kazanıyorlar, böyle güzel paralar kazanıyorlar efsanesi var ya, yalan o! Şimdi bunları duyan genç arkadaşımızın aklına birden bire senarist olmak düşüyor…  Hele de bakıyor bizim dizilere,  “ne var lan?  bunu bende yazarım!” diyor haklı olarak… Doğaldır, o duyguyu yaratıyoruz yazdığımız şeylerle biliyorum… Ama gençleri asıl motive eden şey para…

Sinan: Valla bak, geldim bu yaşıma, iyi para kazanılıyormuş bu işte… Ben de senaryo işine girmek istiyorum! (kahkahalar)

Müfit C. Saçıntı: Piyango bileti almakla aşağı yukarı aynı şey bu! Yani para yok diyemem ama tamamen bir projeyi tutturmakla ilgili bir şey…  O duydukları paralar magazin basınının abartısı oluyor genellikle. E zaten bir ekiple yazmak durumundasın ve alınan para zaten ekiple paylaşılıyor… Sonra dediğim gibi, aylarca uğraşıyorsun, pat diye dizin yayından kalkabiliyor. Herkesin başına gelebilir bir durum bu… Yani “benim dizim yayından kalkmadı ve kalkmaz” diyebilecek bir senarist yok mesela… Çünkü bu kimsenin kişisel yeteneğiyle ilgili bir şey değil. İşsiz kalmayı, uzun süre işsiz kalmayı göze alabilmek lazım…

Sinan: Ya ne var işte? Ben biliyorum neyin tuttuğunu. Şöyle Kemalettin Yakup Gürpınar’ın bir eserinden cart diye uyarlarız?

Müfit C. Saçıntı:  E vallahi diyorum işte… Denersin! Bak mesela Halide Edip’in bir romanı için tutar dediler, üç bölümde kalkıverdi yayından…

Sinan: Ya bir el atsan be Müfit? (kahkahalar)

Müfit C. Saçıntı:   El atmaya gerek yok vallahi! Ne zaman istersen gel!

Ulvi: Biz de boşuna böyle reportare meportare uğraşacağımıza üç beş kuruş kazanırız! Aslında bu röportajın amacı buydu. Senden feyz alalım, para kazanıp yırtalım diye geldik!

Sinan:  Uyarlama furyası devam ediyor mesela… Tabii uyarlama adı altında eser tanınmaz hale geliyor.

Müfit C. Saçıntı:   Ya bir projenin neden ve nasıl tuttuğunu tek bir şeyle açıklamak doğru değil…  Hatırlayamadığım kadar çok uyarlama yapıldı… Tamam, Aşk-ı Memnu tutuyor, Yaprak Dökümü tutuyor ama şimdi adlarını sayamayacağımız kadar çok uyarlama yapıldı. Hatırlayamıyoruz çünkü apar topar yayından kaldırıverdiler… En profesyoneller, en kıdemliler bile bu hataya düşebiliyor…  

Ulvi: Onun formülünü yüzde yüz bilen biri olsa zaten herhalde trilyoner olmuştu şimdiye kadar?

Müfit C. Saçıntı:  Evet!

Sinan: Ama aslında bunun bir matematiği, bir formülü de var değil mi?

Müfit C. Saçıntı: Matematiği var derken, bir hesap varsa bile o bir kombinasyon- permütasyon hesabı gibi bir şey…  Çok basit görünüyor ama o kombinasyon- permütasyon olayı çok karmaşık hale getiriyor. Değişkenler çok fazla ve yani nasıl olacak ki şimdi, sırf sana bağlı değil ki? Varsa eğer bunun bir formülü, hani diyelim ki sen senaryo olarak her bir şeyi çok formülüne uygun yazdın… Acayip tutacak bir senaryo yazdın diyelim! İlgi çekecek, merak uyandıracak, heyecan uyandıracak bir senaryo! E bunun castı da önemli! Kimin oynayacağı, hangi rolü oynayacağı önemli… Başrolle de bitmiyor iş… Karakter oyuncuları önemli,  yönetmeni çok çok önemli, yapımcısı çok çok önemli…  Kanalın kendisi mesela önemli… Her kanalın belli ratingi var! Mesela falan büyük kanala giren her dizi nerdeyse on share avantajla başlıyor. Ama aynı diziyi al daha küçük bir kanalda yayınlamaya kalk o da eksi on share dezavantajla başlıyor… Yayınlandığı gün önemli! Yayın gününde karşısına kim gelecek o önemli… Pek çok bileşenden oluşan bir şey bu…  Ve pek çoğu da senin kontrol edemeyeceğin bileşenler. Sen bir tek senaryoyu kontrol edebilirsin.

Ulvi: Sen yazarken oyuncuyu düşünebiliyor musun peki? Şu rolü şu oyuncuyu düşünerek yazdım gibi bir şey oluyor mu?

Müfit C. Saçıntı:   Eskiden daha çok olurdu ama şimdi de oluyor…  Kanal ya da yapımcı zaten x oyuncuyla anlaşmış oluyor. Ya da kanal demiş ki yapımcıya x stara bir dizi yaparsanız hemen alırım… Bazen de sanatçı direkt kanalla anlaşıyordu ve sonra yapımcıyı buluyorlardı…  O zaman ister istemez star bazlı bir iş oluyor, o stara göre yapıyorsun işi… Ha bütün bunların dışında sen tabii ki birini düşünebilirsin ve bunu da belirtebilirsin… Ama son sözü yine kanal söyler. Hele şimdi iyice arttı kanalın gücü. Önceden belki sadece starlara karışıyordu, şimdi yan oyunculara kadar karışabiliyorlar… Tabii senarist te bir şey önerebiliyor, yönetmen de öneriyor, yapımcı da öneriyor…  Yapımcı biraz daha etken olabilir, çünkü diyelim para kısmını o ödeyeceği için, onun lafı da geçebilir… Ama son sözü kanal söylüyor artık. Yan oyunculara kadar… Doğrudan “şu kişi olsun” demese bile en azından “şu olmasın” diyebiliyor.

Sinan: Peki kanal ya da yapımcı sana gelip “şöyle bir hikaye istiyorum” mu diyor yoksa “bana senaryo yaz, ne çıkarsa bahtıma” mı diyor?

Müfit C. Saçıntı: Kanal gelir, “sit-com” istiyorum der, onu yazarsın…

Sinan: E tamam, kanal geldi siparişini verdi… Kağıdı aldın önüne… Takım olarak mı yazıyorsunuz, yoksa tek başına mı çalışıyorsun sen?

Müfit C. Saçıntı:  Artık diziler ortalama 90 dakikayı buluyor… 90 dakikayı bir kişinin yetiştirmesi kolay değil o yüzden ekip oluyoruz. Beraber çalıştığımız arkadaşlar yıllar içerisinde değişebiliyor tabii…

Sinan:  Kâğıdı aldın önüne, sıfırdan bir senaryo yazacaksın. Birbirinizin suratına bakıyorsunuz… Nasıl başlıyor süreç? Yemek yapar gibi, “hımm tuzu az, biraz tuz koyalım” gibi mi işliyor?

Müfit C. Saçıntı:  Her filmin bir cümlesi vardır… Her şey bir fikirle başlıyor… Her filmi, her projeyi anlatan bir anahtar cümle olmak zorunda… Bir çıkış cümlesi diyeyim… Bir fikri ve bütün projeyi tek cümlede anlatabilen bir fikir…  Bir dizi yapacaksın, mesela Aşk-ı Memnu!  İşte “x adam, amcasının karısıyla ilişkiye girer!” Bu kadarı yetiyor…  Her proje, daha doğrusu tutan ve iş yapan bir proje bu yalınlıkta olmalıdır…