Sinan: İyi de Nazım’ın şu anki durumu, otizm hikâyesine dair anlattığın hemen hiçbir özelliği taşımıyor?
İrem Afşin: Elbette! Çünkü artık standart otizm çizgisinden çıktı.
Sinan: İyileşti?
İrem Afşin: Hayır, iyileşen bir şeyden bahsetmiyoruz. Çünkü bu hastalık değil, bir farklılık hali… Hastalık geçer. “Recovered Children” deniyor. Rehabilite edilmiş çocuk yani. Amerika’da bu çocukları gördük. Yoğun eğitime yeni başlayan çocukları, 6 aydır devam edenleri, 3 yıldır devam edenleri. Aradaki farkı görüyorsun o zaman.
Sinan: O halde otizm bir bariyer ve aşılabilir bir bariyer?
İrem Afşin: Bir çok çocuk için öyle. Eğer beraberinde ağır bir zeka geriliği yoksa… Doğru bir zamanlamada doğru bir eğitimle, çocuğa iyi bir ortam sağlanabiliyorsa %60 ın üzerinde başarılı bir ilerleme sağlanabiliyor. 3-6 yaş arası dönem çok önemli. Çocuğun kendi standartlarına uygun güzel bir ortam sağlanabiliyorsa… Bizde de son 10 yılda, 5 yılda, 2-3 yaş civarında teşhis almış, yoğun ve doğru bir eğitim almış çocukların büyük kısmını kaynaştırılmış eğitim aşamasına getirebiliyoruz.
Sinan: Yani Nazım, bir salon bitkisi, bir deve tabanı olmadı?
İrem Afşin: Yıllar sonra bir şey yaptım… Nazım okula başladığında, formalı bir fotoğrafını çektim. Bir kaktüs aldım ve üzerine “sizin bitki okula başladı” diye kaktüsü Nahit Hanım’a gönderdim. Ama Nahit Hanım tek örnek değil biliyor musun? Levent’te Pembe Fil diye bir ana okulu var, müdiresi de “Ay lütfen hayal kurmaz mısınız? Sizin çocuğunuz hiçbir zaman diğer çocuklar gibi olmayacak. Asla diğer çocuklar gibi iletişim kuramayacak” demişti.
Sinan: Sence neden iletişim kuramıyordun Nazım?
Nazım Özgün: Kendimi kötü hissediyordum. Kaçmak istediğim zamanlar oldu.
İrem Afşin: BOM daki seminerde, konuşmadığı dönemlerle ilgili olarak “Ne hissediyordun?” diye sormuştu bir öğretmen, “kendimi kapalı bir kutuda hissediyordum” demişti Nazım.
Sinan: Aslında bir şey söylemek istiyordun yani?
Nazım Özgün: Evet, istiyordum.
Sinan: Çocuklar ne yapıyordu peki? Onların tepkisi neydi sana karşı?
Nazım Özgün: Hiçbir şey. Onlar da benimle konuşmak istemediler zaten.
Sinan: Öğretmenlerinle iletişim kurabiliyor muydun peki?
Nazım Özgün: Evet. Öğretmenlerle konuşuyordum.
Sinan: Çocuklarla niye konuşmuyordun peki? Öğretmene cevap verebildiğine göre?
Nazım Özgün: Konuşmak istemiyordum çocuklarla.
Sinan: Bunun, çocukların sana karşı davranışıyla ilgisi olabilir mi?
Nazım Özgün: Evet. Kötü davranıyorlardı. Alay ediyorlardı. “Salak Nazım” diyorlardı mesela. Birkaç kere vurdular. Bir kere merdivenlerden itip düşürdüler.
Sinan: Peki sen ne yapıyordun?
Nazım Özgün: Dövmek istiyordum onları. Hocalara söylüyordum.
İrem Afşin: Hiç yapmadı böyle bir şey ama. 2. Sınıftayken sınıfa girdim baktım sıkıştırmış 4-5 öğrenci, pata küte vuruyorlar Nazım’a. “Neden vuruyorsunuz?” dedim. “Çünkü biz ona vurunca bir şey yapmıyor, karşılık vermiyor ki?” dediler.
Sinan: Karşı çıksa, kendini savunsa falan duracaklar yani?
İrem Afşin: Evet… Her gün okul dönüşü, o gün ne olup bittiğini sordum Nazım’a. Okulla birlikte Okulla birlikte şunu fark ettik ki sorun sadece Nazım’ın durumu değil. Sorunların büyük kısmı, çocukların ve velilerin davranışlarından kaynaklandı. Daha ilk günden bir çok veli “sen bu çocuğu al başka okula git” dedi. Bizim o okulda 4 yıl dayanmamızın tek nedeni sınıf öğretmenidir. Kimseye pabuç bırakmadı Gönül Hanım. O olmasaydı okul okul gezmek zorundaydık. Çok nadir çıkıyor böyle öğretmenler.
Sinan: Öğretmenler pedagoji formasyonu alırken, öğrenme güçlüğü olan çocuklara ilişkin de bir eğitim almıyorlar mı?
İrem Afşin: Engelli öğrenci kaynaştırma eğitimi alıyorlar. Ama bundan kasıt fiziksel ve zihinsel engelli öğrenci eğitimi… O da sadece 8 saatlik bir program. Asıl meselemiz olan farklı gelişen çocuk eğitimi formasyonu almıyorlar. Kaynaştırma genelgesinin çıkartılması için yoğun bir mücadele verildiğini söylememe gerek yok herhalde. 6 yıl önce kaynaştırma genelgesini çıkarttırdığımız zaman bir eğitim programı öngördük öğretmenlere. Kaynaştırma öğrencisine sınıf içinde uyum sağlatmadan, gölge öğretmenle çalışmaya kadar, günlük pratik iletişim becerilerinin öğrenilmesine kadar… Yani Nazım seni sınıf içerisinde anlamamış olabilir. Öğretmenin Nazım’ın gözlerinin içine bakarak anlatması ve anlattığına odaklanmasını sağlaması gerekiyor.
Sinan: Zorlu bir iş…
İrem Afşin: Evet, öğretmenin her şeyden önce işini sevmesi ve önemsemesi gerekiyor. İlkokuldayken öğretmenimiz 25 yıllık bir öğretmendi… Gönül Sözöz… “Ben bütün çocukları okuturum, bunu da okuturum ama bana anlatman lazım” dedi. Kitaplar verdik, araştırmalar verdik. Çok öğrenmek istedi ve gündelik karşılaştığı sorunlar doğrultusunda çözümler üretti. Çocuk hiperaktiviteden dolayı 8 saat ders dinleyip konsantre olamıyor, sıkılıyor, arada dolaşmak istiyor ve diğer çocukların dikkatini dağıtıyor. Hani o muhteşem sınıf düzenini bozuyor. Gönül hanım şöyle bir şey geliştirdi. Aldı Nazım’ı karşısına, “Bu ders yerinden hiç kalkmadan dinlersen 1 sonraki ders arkadaşlarının kalemlerini açabilirsin” dedi. Nazım o dersi dinleoi ve bir sonraki ders bütün arkadaşlarının kalemlerini açtı. Bir başka gün, “Bu gün 3 dersi yerinden hiç kalkmadan dinlersen, sınav kâğıtlarını sen dağıtacaksın” dedi… Bu böyle böyle 1 hafta devam etti. 1 Haftanın sonunda Gönül Hanım, “inanmayacaksınız ama Nazım artık yerinden hiç kalkmadan başından sonuna kadar dersi dinliyor” dedi sevinçle. Nazım derste yerinden kalkmamayı, derse ve öğretmene odaklanmayı bu şekilde öğrendi.