Kaktüs Çiçek Açtı…

0
445

Sinan: Çok sık karşılaştığınız bir durum bu sanırım: “Eee çocuğunuz otizmli!”
İrem Afşin: Çok sık! En son karşılaştığımız yer de ortaokula geçiş sürecimiz işte. Bizi Twitter ahalisi ve Türkiye genelinde meşhur eden olay. Acı ama gerçek, şu anda pek çok ailenin hâlâ yaşadığı bir durum. Okula kabul edilmeme durumu… Hukuki hiçbir dayanağı olmayan bir durum olmasına rağmen özellikle özel okullarda çok sık karşılaştığımız bir durum. Özel okulların % 90’ı kaynaştırma öğrencisi almayı kabul etmiyor maalesef.
Sinan: Gerekçe olarak ne diyorlar?
İrem:
 Eğlenceli yorumlar var tabii ama en sık ileri sürülen gerekçe “Biz öyle çocuk almıyoruz”… 
Sinan: “öyle çocuk”?

İrem Afşin: Evet “öyle çocuk almıyoruz”… Benim de, Sedef’in de, diğer arkadaşlarımın da hayatımızda en çok duyduğumuz cümle bu herhalde. “Biz başarı odaklı bir okuluz, dolayısıyla sadece başarılı olabilecek çocukları alıyoruz”. Çok eminler farklı gelişen çocukların herhangi bir biçimde başarılı olamayacağından. Veya “sınıf düzeni korunamaz, diğer arkadaşlarının konsantrasyonunu etkiler, zaten velilerimiz de istemez” … Bunlar okul yönetimlerinin standart cümleleri. Velilerde de genelde şöyle bir şey var: “Benim çocuğuma bulaşırsa?” diyenini de gördüm ben ilkokulda. Grip ya? Bulaşacak! “Bunlar” çok şiddete meyillilermiş, vuruyorlarmış kırıyorlarmış falan… “Mış!”…  Bir şey bilmiyor yani. Hayatında ilk defa bir otizmliyle karşılaşıyor ve kendi çocuğuna “diğer arkadaşlarına davrandığın gibi davran çocuğum” deme noktasından da çok uzak. Genel olarak ne sistem ne de toplum “öteki” sevmiyor Sinan… Standart olacak. Farklı sevmiyor. Çok yakın bir arkadaşımın çocuğunu geçen yıl anaokulundan “bu çocuk çok fazla soru soruyor” diye çıkarmaya kalktılar. Diğer çocuklar öğretmen ne derse onu yapıyorlar ve hiç soru sormuyorlarmış ama Anıl çok fazla soru soruyormuş. Anıl 4 yaşında! Haliyle soru sorup öğrenmek istiyor. “Yaşasın ne güzel! Çocuk soru soruyor, sordukça daha fazla şey anlatayım, öğreteyim” diyeceğine, “çok soru soruyor” diyorlar. Böyle bir eğitim anlayışı var. Bizim en çok sıkıştığımız konu şu oldu. İlkokulu gayet düzgün, takdirle tamamladık. Kaynaştırma da çok fazla uygulanmadı. Normal müfredatı takip edebilecek durumdaydı Nazım. Bu noktada otizm hayatımızdaki en eğlenceli yanılgılarımdan birini yaşadım. İngilizce ve Almanca tedrisatlı özel okullara bakalım. Her okul kendi seviye tespit sınavını yapıyor. Tam 4+4+4 ün açıklandığı sene. Mayıs ayında biz daha önümüzde okuyacağımız bir 5. Sınıf var diye düşünürken hop sistem değişti ve “hadi bakalım ilkokul mezunu oldunuz” deyiverdiler. Neye uğradığımızı şaşırdık tabii..  Karne yerine diploma alıverdik. Ortaokulu aynı okulda devam etmeyeceğimizden çok eminim çünkü velilerle didişmekten yorgun düşmüştüm. Ortaokulda öğretmen değişecek, her derse ayrı öğretmen girecek ve aynı çocuklar ve aynı velilerle devam edeceğiz. Yok dedim, buradan çıkalım. Notları da iyi nasıl olsa… Yakın çevreden başlayarak şöyle bir 12 okulluk liste yaptım. İstanbul’da bildiğin isim yapmış aşağı yukarı bütün okullar vardı listede. Avrupa yakasında da, Anadolu yakasında da… Telefon ediyorsun, seviye tespit sınavı için randevu alıyorsun. Telefonda da söylüyorum haliyle, “benim kaynaştırma raporlu, otizmli bir oğlum var, ilkokulu da kaynaştırma ile okudu” diye… Yanıt: “Haaa biz o zaman sizi alamıyoruz tabii…” Niye? “Çünkü biz öyle çocuk almıyoruz!”. Üç, dört, beş telefon… Beşincide artık “siz suç işliyorsunuz” dedim. “Yasada var, evime uzaklığı 20 dakika. Üstelik burası özel bir okul! Seviye tespit sınavında başarılı olursa bu çocuğu almak zorundasınız ama siz sınava dahi sokmuyorsunuz?”… “Sizin çocuğunuz engelli sayılır, siz onu engelli okullarına götürseniz daha iyi olacak” deyip telefonu yüzüme kapatıyorlar. Bu işte bir tuhaflık var dedim artık. İş çığrından çıktı. Elif Key sınıf arkadaşım. Arada Elif’le konuşuyoruz. Beşinci okuldan sonraydı, bir akşam Elif aradı ve Nazım’ın okulunu ne yaptığımızı sordu. Anlattım durumu. Vazgeçtim seviye tespit sınavına girebilmeyi daha randevu bile alamadığımızı anlattım. “Sen ara bakalım birkaç yer daha, olmazsa bu konuyu ben yazarım” dedi. Habertürk’te çalışıyor o zaman. Derken Etiler’deki İstanbul Koleji kabul etti Nazım’ı seviye tespit sınavına sokmayı. Birlikte gittik, Nazım’a okuyacağı okulu gezdirdiler. Sınava aldılar, 3 saat sınava girdi. 100 sorudan 95’ini doğru yanıtlamış durumda. “Akademik olarak bizim için fazlasıyla yeterli” dediler. Sonucu müdürümüzle paylaşalım, sizi yarın haberdar ederiz dediler. Biz tabii hoplaya zıplaya yaşasın okul bulduk sonunda diyerek eve döndük. Küçük, sempatik bir özel okul. 1960’lardan falan kalma bir okul üstelik, yani dün açılmış bir okul da değil. Ertesi gün hiç unutmuyorum arife günüydü, akşamüzeri bir mail geldi “akademik başarısı son derece iyi ve yeterli olmasına rağmen maalesef üzülerek özel şartlarından dolayı çocuğunuzu okulumuza alamıyoruz”. Aradım telefon açılmadı tabii. Sonra Elif’i aradım ve durumu anlattım. 8. Okuldu bu zaten. Bu okulların içerisinde Şişli Terakki var, Ata Koleji var, Uğur Koleji var, Cemaatin Fatih Koleji bile var. Yeter ki bir yer olsun da… O durumdayım artık. Kaynaştırma öğrencisi veya Otizmlinin O’sunu duyan gözüne far tutulmuş tavşan gibi öylece kalıyorlar. Çünkü bilmiyorlar Sinan… Çocuğu nasıl eğiteceklerini bilmiyorlar… Diğer çocuklarla nasıl uyum sağlatacaklarını bilmiyorlar…  Bu çocuğu doğru dürüst eğittiklerinde alacakları feedback’in en küçük biçimde farkında değiller. Haliyle bilmedikleri şeyden de korkuyorlar tabii. Sonra ilk Elif yazdı: “Okullar Öyle Çocuklar İçin Açılmıyor” diye. Hatta o zamanki kabinedeki bakanların çocuklarını alt alta yazıp, 83 çocuk gibi bir rakam bulup, “bu 83 çocuktan herhangi bir tanesi otizmli olsaydı acaba otizmli çocuklar bu durumda olur muydu?” diye…  Aynı hafta Hisar Okullarının da sınavına girdi. Çok benzer bir şeyle orada da karşılaştık. Orada söylemedim başta, sınava alınmadan önce yani. Elif Key, Özge Uzun, ben, Esen Nevran şöyle kararlaştırdık. Tamam; sınava girsin, “alıyoruz” desin okul, ancak o zaman, kayıt sırasında söyleyeceksin Nazım’ın otizmli olduğunu…  Biz de geleceğiz, kayıt yapacağız, orada hayır diyorlarsa anında ifşa edeceğiz. Yani neye hayır dediklerini ifşa edeceğiz. O noktaya gelemedik. Nazım o sınavı da akademik olarak başarıyla tamamladı fakat sınav esnasında rehberlik öğretmeni çocuklarla konuşuyormuş, ben onu bilmiyordum tabii… E biraz işini bilen bir rehber öğretmen bir 10 dakikalık konuşmanın sonunda anlar durumu.  Nitekim Nazım’la da konuşmuş. “Sen ne zaman konuşmaya başladın” diye sormuş. Bizimki doğrucu Davut! “Ben uzun süre konuşamadım, çok ders aldım konuşmak için” demiş. Açık vermiş yani.
Nazım Özgün: Ya ne yapsaydım ya? Yalan mı söyleseydim?
İrem Afşin: Seninle alakası yok tatlım. O güne kadar hiç saklama gereği duymadık ki? Okullardan da saklamamışız. Haliyle çocuğun çok garibine gitti. Söylesen bir türlü söylemesen bir türlü! Okul seni niye almıyor kısmını izah etmemiz çok zor oldu. 
Sinan: Anlayabildin mi okulların seni neden almadığını Nazım?
Nazım Özgün:
 Anlayamadım bir süre ama sonra anladım. 
Sinan: Nedenmiş?
Nazım Özgün:
 Beni özürlü olarak algılıyorlardı sanırım. İşte otizm falan…
İrem Afşin: Habertürk’te konuşurken “Müdürler otizmi biraz bilseler belki alırlar” demişti.  Derken kampanya başlattık twitter’da.