Sinan Dirlik: Sen beni çok daha kısa süredir tanıyorsun ama ben senin neredeyse bütün çizgi serüveninle tanıyorum. 80’lerin başından beri… Sanırım biraz daha öncesinde başladın zaten çizmeye?
Kemal Gökhan: 76’da Gırgır’da amatörce başladı çizgi serüvenim. 78’den itibaren de Mikrop’ta profesyonel oldum, para kazanmaya başladım. Ardından Gırgır’a geçtim, 80 sonuna kadar Gırgır’da çalıştım. Sonra da biz bir dergi çıkardık, Atmaca diye bir dergiydi, daha çok dişçi koltuklarında, bekleme salonlarında okunan cinsten, ilginç bir dergiydi. Sonra tekrar biraz Gırgır, Fırt derken İletişim Yayınları bünyesinde bir dergi çıkardık. Gençlik ve Toplum diye bir dergi… Gençlik ve Toplum’dan Cumhuriyet’e transfer edildim, 1984’ten 1996’ya kadar “Ağaç Yaşken Eğilir” bantını çizdim. Ara ara değişiklikler oldu, çok kısa bir süre Hürriyet’te çalıştım. Zontelektüel Abdullah hikayesiydi… 1 yıl kadar sürdü, sonra yine Cumhuriyet’e döndüm ama 1996’da Cumhuriyet’ten “ayrıltıldım”. Ardından sektör değişikliği geldi. Radikal çıkmaya başladığından itibaren Radikal’de çizdim, “Ayşegül Savaşta” serisi ama artık biraz yarı zamanlı çizerliğe dönüştü iş.
SD: Mizahla çok haşır neşir olan bir toplumuz ama Gırgır’dan sonra Gırgır kadar güçlü, etkili bir yayın olmamasını neye bağlıyorsun?
KG: Ülkenin değişimiyle paralel bir durum bu. O bir dönemdi Sinan. Tek kanallı televizyon, siyah beyaz filmler, tabii tek bir haber kuşağı dönemi. İnsanlar tek bir dergi alır, belli bir gazeteyi okurdu. O gün televizyonda Türk filmi var, herkes birlikte o filmi izlerdi. Öyle bir dönemdi… Cuma günleri çıkardı Gırgır, Pazar günü de taşraya ulaşırdı. O süre içerisinde de İsmet Çelik yazmış, Mehmet Polat çizmiş oluyor, bir Türk filmi parodisi izliyorduk… Bu denli bir arada yaşarken tabii çok önem arz ediyordu hayatımızda bu yayınlar da. Mizah günlük hayattan beslenir. Babam Akbaba’cıydı, eve Akbaba getirirdi. 90 sonrası tüketim alışkanlıkları değişti, çoklu yayına geçildi, her şey görece bollaştı. Ülke bu süreci yaşarken bir parça tespit sorunu yaşadı bence. Kopuşlar da büyük ölçüde o dönemde yaşandı sanırım. Mizah gelişimini tamamlamış, bitirmiş bir şey değil. Mizah da kendi içinde değişim yaşıyor. Dil değişiyor. 80 sonrasının bize doğrudan dayattığı bir şey oldu. Portre karikatür çizmenin, politikacı karikatürü çizmenin yasak olduğu, zorlaştığı bir dönem yaşandı. Mizahçının, karikatüristin çıkış yolu bulması çok zor değildir. Alan daraldıkça bir yerden gediğini bulur, yeni alan açar. Nitekim öyle de oldu, günlük hayatın eleştirisi daha fazla önem kazandı. Politikacıların empoze etmeye, yaygınlaştırmaya çalıştığı bakış açısını çok önemsedik biz. Politikacının söyledikleri üzerinden mizah yapmaya önem verdik. Dünyada da böyleydi. Ama günlük hayatı keşfetmeye başladı çizerler. Politikacının yaygınlaştırmaya çalıştığı ideolojinin günlük hayata nasıl yansıdığı üzerinden mizah yapılmaya başlandı.
SD: Bu bir evrilme mi? Eski politikacıların çok hoşgörülü olduğuna dair bir inanış var ama benim hafızam öyle söylemiyor, pek de hoşgörülü değillerdi doğrusu? 12 Eylül darbesinin ardından yaşadığımız karanlık dönemin, sonraki politikacıların daha da ceberutlaşmasının, asık suratlı olmalarının da etkisi var herhalde mizahın politika yerine günlük hayata yönelmesinde?
KG: Özal, öncesinde Demirel, biraz Ecevit, biraz Erbakan… Milliyetçi Cephe dönemi… O dönemlerde kelle koltukta yaşanıyordu zaten. Yani davaların mahkemelerin çok da önemi yoktu ki? Kelle koltukta yaşanıyordu, ölüyordu insanlar zaten. Gırgır dergisi ile Cumhuriyet ile bazı semtlerde dolaşmak zordu. Bir evrilme var doğru. Faydalı da bir evrilme bence. Gündelik hayata yayılmış mizahın daha temel ve daha etkileyici olduğunu düşünüyorum. Ama bir politikacının değişken yapısı, bir gün söylediğinin ertesi gün tersini söylemesi bir karakter tespiti sadece, bir karakter tasvirinden ibaret. Ama gündelik hayatı nasıl etkilediğini, nelerin değiştiğini anlatmıyor bize o tarz mizah. Ben zaten politik portre seven biri değildim ama ona rağmen Özal, Demirel, Çiller dava açtı bana mesela. Hatta Özal’ın ölüm haberini vapurda almıştım, anons edilmişti, herkes “ahh” demişti, ne yalan söyleyeyim, “oh” demiştim ben. Sonrasına baktığımızda evet, dergilerde düşüş yaşandı. Bir farklılaşma oldu, 400 binlerde satan dergiler 60 binlere, 40 binlere düştü ama Gırgır kendi içinde klonlandı. Epeyce dergi çıktı. Hıbır çıktı, Limon olarak başladı Leman oldu, Uykusuz geldi, Penguen geldi… Gırgır’da bir kapak olur, ikinci sayfada günlük politika ile ilgili bir şeyler olur, üçüncü sayfa tamamen buna ayrılırdı… Sonra da daha kişisel işlere yer verilirdi. Bu yapı bütün dergilerde uzunca bir süre olduğu gibi korunan bir yapıydı. Daha sonra biraz daha bireyselleşmeye başladı. 2000’li yılların karakteristiğini bunun oluşturduğunu düşünüyorum. Bana göre daha kıymetli bir durum bu. Hayatın her alanına yayılan bir mizah var artık. Yiğit Özgür var mesela, şu anda bütün internet onunla günaydın diyor, onunla iyi akşamlar diliyor neredeyse. Dertlerini mizah diliyle ifade eden bir kafa eleştirelliğini daha güçlendirmiş oluyor. Mizah çünkü eleştirel bir şey.
SD: Biz politik mizahta daha sloganik, daha direkt mesajlara alışmışken senin deyiminle daha sonra gelen bireyselleşme sağlıklı bir şey. Takip edebiliyor musun yenileri? Nasıl buluyorsun?
KG: Mümkün olduğu kadar yeni çizer arkadaşları takip etmeye çalışıyorum. Giderek daha donanımlı bir kuşak geliyor. Daha cesaretliler, dünyayla daha barışıklar, daha iyi ilişki kuruyorlar. Çizgi roman, grafik novel, marvelci arkadaşlarımız var. Bunlar uluslararası işler yapıyorlar artık. Tek başına dergi çıkaran oldu mesela. Ürünler üretiyorlar? Adını herkesin bilmediği birçok mizahçı var artık ve ben takip etmeye çalışıyorum.