Kemal Gökhan: “Gençlerin mücadelesinde gürültü etmeden bir kenarda duracağıma söz vererek var olmak istiyorum”

0
337

SD: Bir karşılaştırma yapman mümkün mü? 12 Eylül döneminin ağır baskıcı ortamıyla 20 yıllık rejimin bu ceberutlaşan tavrını kıyaslayabilir misin?

Karikatürist İbrahim Güngör’ün Cenaze Töreni/1978

KG: Her dönemin kendine özgü zorlukları var. Ölüm şiddetli bir şeydir. Çizer arkadaşlarımızı, İbrahim Güngör vardı, İbo diye imza atardı. 78 yılıydı, domuz bağıyla bağlayıp bir telle boğdular. Bu gerçeklikle mizah üretebilmek zor şey. Baskı var mı? Şu an o dönemdeki gibi bir baskı olduğunu söylemek zor. Ama bir çizeri de öyle öldürebiliyorlar işte? Var mı baskı? Bu sorunun yanıtını o zaman bir daha düşünme ihtiyacı hissediyorsunuz. Şu anda “söylemek” zor. Konuşmak zor. Konuştuğunuzda göz altına alınıyorsunuz, bir süre içeride kalıyorsunuz. Eğer sizinle başka dertleri varsa daha uzun kalabiliyorsunuz içeride. Çünkü hukuki bir standart yok. Hukukun da göreli bir hal aldığı, İstendiğinde uygulanan, istenmediğinde uygulanmayan, değişkenlere bağlı bir tuhaf dönem. “Bir şey diyeyim mi?” diyorsunuz, “De tabii, özgürsün” diyorlar, dediğinizde de “Neden bunu dedin” diyorlar! Eh o zaman demek ki burada bir sorun var. Ama bu soruna rağmen yaşıyoruz. Çok korkunç da değil, içeri de girilir, dışarı da çıkılır, bunlar olur! Olmasa çok daha iyi olurdu ama bunlar oluyor. Ha bu çağda insanın fikri yüzünden içeri girmesi iyi bir şey mi? Eh bundan çok emin değilim? Olması mümkün mü? E şu anda Rusya da Ukrayna’nın içine girdi yani! Her şeyin olabildiği bir dönem bu. Hadi şimdi cevap verelim o dönem mi sertti, bu dönem mi sertti? Tabii demokrasinin uluslararası standartlarında yaşanan değişikliği de düşünmemiz lazım. Buradaki seviye değişti. İlhan Çomak mesela. Şair arkadaşımız, 27 senedir içeride. İlhan için hiçbir şey değişmedi mesela? İktidarların genel anlayış benzerlik taşıyor. Çok tolerans gösteriyor denen Demirel’in açtığı 500 civarında dava var. Özal’ın açtığı davalar da az değil. Ama o dönemde bir sosyal medya yok. Mesela Özal geldiğinde “2.5 gazeteye indireceğim” demişti basını, ben buçuğunda çalışıyordum o dönemde. Baktığımda o dönem de bugüne çok benzerlikler taşıyordu. Ama Özal’ın kendini sunuş biçiminde müthiş bir sempatiklik vardı. Herkes bayılıyordu adama, ufak tefek, tombiş de bir şey! E acaba biraz da Kürt mü, öldü mü öldürüldü mü falan diye konuşulan bir adam. Oysa bizim toplumsal ahlakımızın büyük bir erozyona uğradığı, büyük değişimlerin başladığı, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” denilebilen bir dönem! İşte onun açtığı delik genişleyerek bu günlere gelindi.  

Fotoğraf: Tamer Durak/ Reportare

SD: Hırant’ın güvercin tedirginliği dediği tedirginlikle üretilen bir şey anlaşılan mizah. Mizahçı da o güvercin tedirginliğini hissederek mi yaşıyor ve üretiyor?

KG: Bu bir var oluş biçimi. Mizahçı da birilerine faydalı olmak için falan kalkışmıyor ki bu işlere? Kendini bunun içinde buluyorsun bir biçimde. Mizah üretimi bir sonuç. Dolayısıyla kendi adıma şöyle düşünüyorum: Benim için bir şey değişti mi? Yoo? Yapmaya çalıştıklarımı yapıyorum. Söylemek istediklerimi söylüyorum, ama öyle ama böyle, bir şekilde söylüyorum ve anlaşılıyor. Birçok insan için de bu böyle. Kimi TV Showları, parodileri bile bunu yavaş yavaş yapmaya başladı. Güldür Güldür’ü izliyorum mesela. Önemsiyorum da yaptıkları işi. İnsanların çok ihtiyaç duyduğu bir şeyi yapıyorlar. En son izlediklerimden biri mağduriyet üzerine bir skeçti mesela. Şimdi mağduriyet üzerine bir skeç yapıp, bütün hikayeyi de bir apartman yönetimi üzerinden anlattığınızda sistem çalışıyor! Eleştiri mi eleştiri! Herkes anladı mı herkes anladı! Bugün mevcut iktidara oy veren insanların, iktidarın yaptıklarından habersiz olduğunu düşünmüyorum ben. Bilakis, herkesin her şeyi bildiğini düşünüyorum. Yani bir cehalet, bir salaklık yok ortada. Sadece bu argümanları kullanış biçimlerinin son derece pragmatist olduğunu düşünüyorum. Bu toplum zaten pragmatist bir toplumdur. Kurnazlık üzerine kurgular hayatını.

SD: Kurnazlık hayatın her alanında aslında. Hani hafızasız bir toplum olduğumuz söylenir ama aslında canı istediği her şeyi pek güzel hatırlamayı, hatırlatmayı, canı istediğini de hatırlamamayı, salağa yatmayı bilen bir toplumuz biz.

KG: Evet! Bir de tabii bunun sadece buraya özgü olmadığını da görmek lazım. Populist yöneticiler devrindeyiz. Bütün dünyada, özellikle de bizimkinin rol modelini oluşturan Putin’in uygulamalarına bakarsak görüyoruz. Putin deniyor, Trump da denedi. Kim İl Sung mesela… Kuzey Kore’de de o! Popülizm çağı bu.

SD: Bu kadar manyağı bir arada görmüş müydü dünya?

KG: 2. Dünya savaşı ile büyük benzerlikler var. O dönemde çeşitli boylarda manyaklar vardı. İşte Hitler, Mussolini… Bakış açıları, örgütlenme yapıları çok büyük benzerlikler gösteriyor bugünkülerle… Bu adamlarla benzerlik kurduğunuzda bazıları suç isnat edebilirler ama ne yapayım, bir benzerlik olduğunu hissediyorum.

SD: Peki bu mizahı besliyor mu?

KG: Aslında kaynak! Verimli, mümbit bir toprak. Ama aynı zamanda çok da sert! Dünyanın bu kadar küçülmesi sorunlarımızı da kavramamıza yol açtı. Birbirimizi daha rahat anlamamıza yol açtı ama anlayışsızlığımızı da getirdi. Umursamazlık bir deri kalınlaşması. Birinin bir şeyi hissedebilmesi için mesela yakılma görüntüsünü izlemesi gerekiyor. Bu bir deri kalınlaşması bence.