Kemal Gökhan: “Gençlerin mücadelesinde gürültü etmeden bir kenarda duracağıma söz vererek var olmak istiyorum”

0
337

SD: Mizah empatiyi artıran bir şey mi? Ofansif mizah diye bir şey var mesela. Neyin mizahı yapılabilir, neyin mizahı yapılamaz?

KG: Geçen gün konuştuk. Volinski’nin evine gittiğimizde sohbet ederken “Neleri çizemiyorsun sen?” dedim. O da “Her şey çizilir ama ince bir çizgi var. Uçak düştü mesela ben de çizdim, eleştirilecek bir yanı vardı, çizdim. Çok büyük tepki aldı. Yargıçtır mizahçı ama cellat değildir. ”..  İnsani meselelerin öne çıktığı bir durumda… Belki yaşımdan dolayı. Belki daha genç olsam daha sert dalacağım da… Biraz yumuşatıyorum galiba.

SD: Kalemin titremeye mi başladı?

KG: Titremiyor da bağışlayıcı hale gelmeye başladı. Korku insani bir şey ama korkudan söz etmiyorum. Empatiden söz ediyorum. Mizahçının empati kurması çok da faydalı bir şey değil aslında.  Çok da empatik davranmak zorunda değil. Ben mesela kafayı taktım sana? Önce dört göz dedim, kepçe kulak dedim, cüce dedim? Ben de kendime kel diyorum, göbekli diyorum mesela. Şimdi bir defa dedim, iki defa dedim, üç defa dedim… E kardeşim bunun duru yok mu? Şimdi sen bunun öznesi olsan mecburen buna maruz kalacaksın da “Gel bakayım sana yapayım aynı şeyi dese?”… Ama toplumun önündeki kişiler, toplumu yönetenler… Sen mecbursun bu dayağı yemeden bu iktidarın başında kalamazsın. Dünyanın her yerinde bu böyledir.

SD: Toplumun önünde olan insanlar bunu sineye çekmek zorundalar.

KG: Magazin dünyasındakiler, futbolcusu, sanatçısı, siyasetçisi…. Madem orada, kendilerine yönelik mizaha da, eleştiriye de tolerans göstermek zorundalar. Bu toleransı gösterdikleri takdirde zaten artı yazılacak puan hanelerine.

SD: Tolerans mı? Kabul mü?

KG: Tahammül! Mecburlar buna.

SD: Peki ya yandaşlar? Kraldan fazla kralcılar? Belki de en tepedeki insan umursamıyordur bunu ama etrafındakiler seni düşmanlaştırabilir, öyle prezante edebilir ve en tepedeki adam da aslında umursamıyorsa bile etrafındakilerin etkisiyle sana cephe alabilir?

KG: Bak o da onların sorunu, kendilerinin sorunu. O zaman okları daha fazla kendilerine çekiyorlar. Gel gel yapıyorlar bir anlamda ve o zaman onların etrafındakilerle başlıyorsun uğraşmaya. Bak mesela Özal, kendisinin de eleştirildiği bir oyun yapılmış, gidip izliyor, keh keh keh gülüyor. Çıkarken de “şerefsizler” diyor. Bu iş biraz böyle gelişiyor. Sonuç itibarıyla insan tahammülü sınırlı bir şeydir. Sürekli olarak sen bana şişko, şişko, şişko dersen ben de bozulurum abi bir noktadan sonra. “E abi yeter ama artık ya” derim.

SD: Hepimizin öyle bir sınırı var galiba.

KG: Var tabii! Mizahçı bu sınırı hep daha da genişletmeye çalışır. Kendi alanını genişletmeye çalışırken öbürünün alanını da daraltmaya çalışır. Bunu yaparken aslında toplumun da sinir uçlarını hem uyarır hem de orada birikmiş bütün negatif enerjiyi açığa çıkarır. Mizah bir rehabilitasyon yöntemi aslında. Evet sert bir rehabilitasyon yöntemi. Mesela ikili İlişkiler üzerine konuşurken herkes ha ha hi hi gülüyor ama Ayşe ile Ali’nin ilişkisi diye anlatmaya başladığında Ayşe ve Ali çok tedirgin olmaya başlıyor.

SD: Gülmeyi seviyoruz ama gülünmeyi sevmiyoruz tabii…

KG: Kim sever Allah aşkına? Dünyanın neresinde kim sever? Kim o kadar geniş olabilir? Tamam hah hah hah yapıyorsun da iki defa yapıyorsun. Devamında “Ee tamam ama!” diyorsun.