SD: Şu senin kargaya gelelim. Bıçkın, biraz serseri, kalender, filozof bir kargayı soktun hayatımıza. Söylemek istediğini rahatlıkla söyleyebilen, müdanasız bir karakter. Nereden çıktı karga?
KG: Stoacı! Aslında eskiden beri kullandığım bir karakter. Cumhuriyet zamanında, bantların kenarında dururdu karga. Bir ara figürdü. Seviyorum kargaları. Kargalar seçici hırsızdır asında. İyi bir beyinleri olduğu söylenir. Motor kabiliyetleri, becerileri yüksek bir tür. Aynı zamanda pek de sevilmeyen bir canlı.
SD: Hatta ürkülen?
KG: Evet yani bak, bizim kurucu ideolojimizde de var, karga taşlanmış ya hani? Bir kesim için oradan gelen de bir sevgisizlik var. Dolayısıyla benim öyle pek sevilsin diye tercih ettiğim bir karakter de değil. Yani öyle “Oy kargacık, şirincik” denilebilecek bir şey değil. Hatta açıkçası çok da irite oluyorum öyle şirin şirin yaklaşıldığında.
SD: Sevilmesini de istemiyorsun yani?
KG: İstemiyorum tabii ama bir yandan da istiyorum tabii. Zaten karikatür ve mizah taşımıyor pek fazla içinde. Biraz farklı bir şey bu, ayırmak lazım. Twitter üzerinden yaygınlaşmaya başlamış bir şey bu. Benim günlük olarak tweet atmak, yazı yazmak yerine tercih ettiğim bir şey. Söyleyeceğimi karga üzerinden söylüyorum. Bir tür tweetle karikatürü birleştiren, “twikatür” mü denir bilemiyorum, öyle bir şey. Kendi eleştirimi, kendi dilimi oradan kuruyorum. Zaten hayatım boyunca da çok komik bir şeyler çizmedim. Biraz kara mizaha yakın duran bir yanım var, hikaye anlatmayı daha çok seviyorum.
SD: Sen de komik bir adam değilsin?
KG: Değilim. Karikatürcü komik olmak zorunda da değil. Öyle bir mecburiyeti yok. Hiçbir çizer için yok.
SD: Mizahla bağdaştırdığımız insanların özel hayatlarında da neşeli, güleç, esprili olmasını bekleriz ya?
KG: Var öyleleri de. Mizahçıların büyük bölümünün, bana göre hepsinin aslında, mutlaka bir kompleksi var. Bir ayakları aksak mesela. Bir sürü kompleksin olmadan bunu yapamazsın zaten. Çok yakışıklı, her şeyi dört dörtlük bir adam değildir mizahçı. Mutlaka bir arızası vardır. Biri “R” leri söyleyemez, ne bileyim, vardır yani.
SD: Kendisiyle dalga geçmeye başladıktan sonra mı etrafla dalga geçmeye başlıyor mizahçılar acaba? Ya da bir tür intikam mı alıyorlar?
KG: İkisi de bence. Kendinle dalga geçmeye başlaman seni zaten yukarıda bir yere koyuyor. Kendimle dalga geçebiliyorsam, kendimi eleştirebiliyorsam herkesi eleştirebilirim. Bu hakkı alabilmenin pasaportu gibi sanki… Biraz intikama da dönüşecek ki sen de nefes alabilesin. Bak kendime de yaptım ama diyor mizahçı. Ben genel olarak hep kendimi çizdim. Bilerek tercih ettim bunu. O özdeşlikle daha rahat ilerlediğimi gördüm. Kaldı ki gerçekten kendimle yüzleşmem gerekiyordu. 90’lardaki dönemi ancak böyle geçirebilirdim mesela. Pazar günleri AVM ye gidiyorsan, bununla ilgili dalga geçen bir şey çizmen lazım. Trafikte arabanın içinde sıkıştığın halde hala o arabayı kullanmaya devam ediyorsan, tek ulaşım aracı olarak hala bunu düşünüyorsan o zaman kendinle dalga geçmeyeceksin de ne yapacaksın?
SD: Mevcut hayatımız dalga geçilmeyi hak ediyor mu?
KG: Evet? Hak ediyor! Eleştirilecek yaşamlar sürüyoruz çünkü. Arabaya binip kornaya asılırkenki halimiz mesela. En büyük erdem, “ben ne yaptım, ben ne yapıyorum” diyebilmekte. Bir de zaten iyi gidenle uğraşmazsın ki? Kötü gidenle uğraşıyorsun. Her şey çok güzel olacak dendiğinde “iyi de nasıl olacak” diyor mizahçı. Bunu yapmak zorunda mizahçı. “Geççek” dediğinde “İyi de nasıl geççek?” diye soruyorsun. Biz kolay gaza gelen bir toplumuz. Mizah o gazı almak için de faydalı. E herkes de buna gülüyor bu arada. İşin trajik yanı da bu.