Türkiye Kobane’de Fırsat Kaçırdı

0
336

KIBRIS: ÇÖZÜM İÇİN KARŞILIKLI KONUŞMAK DEĞİL BİRLİKTE HAREKET ETMEK GEREKİYOR… 
Sinan: Hazır Kıbrıs meselesine girmişken,  sohbeti Kıbrıs’la tamamlayalım bari… Bütün bunlar olurken Kıbrıs’ta neler oluyor?
Mensur Akgün: Bana kalırsa çözüme doğru gidiliyor. Müthiş bir siyasi irade oluştu iki tarafta da. Anastasiades 2004’te bu işe Evet diyen adamlardan biriydi zaten. Akıncı da öyleydi. Belki 2004’te Papadopulos yerine Anastasiades olsaydı, çözüm 2004 te bile olabilirdi. 
Sinan: Rauf Denktaş’a rağmen?
Mensur Akgün: (Gülüyor) Yapma şimdi. “Denktaş’a rağmen” değil. Denktaş geri çekilmişti o tarihte. Kabul edelim şimdi, Mehmet Ali Talat görüşmeciydi. 
Sinan: Pardon ama Rauf Bey ve Papadopulos karşılıklı olarak gözyaşı döktüler.
Mensur Akgün: Ama Denktaş geri çekildi.
Sinan: Tamam tamam, siz Denktaş’ı seversiniz? (kahkahalar)
Mensur Akgün: Rauf Denktaş’ı da severim, oğlunu da severim, Talat’ı da severim. Hepsini severim Kıbrıslıların. Evet, Denktaş direnmişti çözüme. Doğru veya yanlış, bu da tartışılır. Fakat sonuç olarak şu da bir gerçek ki Rum tarafı Hayır dedi. Bugün ise büyük bir şans var, 2004’te Türkiye’yi ve Türk tarafını çözüme ikna edecek çok daha fazla incentive vardı. Mehmet Ali Talat ve siz (gülüyor) “Hadi be anam!” diyordunuz. Çok müthiş bir motivasyondu. Avrupa Birliği de iyi durumdaydı. İki tarafta da ekonomik kriz yoktu. Birleşildiğinde bütün sorunlar çözülecekti. Üstelik çalışır mıydı çalışmaz mıydı ayrı tartışma konusu ama kendi kendini finanse edecek bir devlet sistemi düşünülmüştü. Kimseye fazla yük olmadan 10-20 yıl içerisinde gerçekleşecek bir takas sistemi… Bazı yerler Rumlara geri verilecekti, bazı yerler Türklere kalacaktı ve iki taraf için de o günün şartlarında çalışabileceği ön görülen bir mülkiyet sistemi söz konusuydu. Elindeki mülkü geri vermek zorunda kalacak olan kişiler bile kurulacak sisteme güvenmişlerdi. Üstelik AB vatandaşı olacak, AB imkanlarından yararlanacaklardı. Bugün ise durum farklı! Her iki tarafın da ekonomisi berbat… Üstelik dünya ekonomisi de berbat. Hiç kimsenin “aa bunlar barıştılar, gideyim de oraya yatırım yapayım” diyecek hali, beklentisi yok. Dolayısıyla 2004’te var olan hiçbir şey bugün yok. Rasyonel olarak düşünüldüğünde, önümüzde çok önemli bir engel var: Mülkiyet meselesi! Bu mesele ancak uluslar arası toplumun elini cebine atmasıyla çözülebilir. Amerikalılarla konuşuyorsunuz, durumu anlatıyorsunuz, diyorlar ki “Ama biz 5 milyon vermeyi düşünüyoruz zaten?”… İyi de o 5 milyon, barış gönüllülerinin eğitimi için verilmiş yıllık bir bütçe. Avrupalılarla konuşuyorsunuz, “Biz şu kadar para verdik zaten?” diyorlar.
Sinan: Mülkiyet sorunu karşısında bu sözünü ettikleri paralar çerez parası bile değil?
Mensur Akgün: Kesinlikle! Ve bu meseleyi aşmak için 3. tarafların bir fon yaratması gerekiyor. Aksi takdirde tünelin ucundaki ışığı görmezseniz evinizden çıkmaz, sizi evinizden çıkartacak olan anlaşmaya Evet demezsiniz. Rumları düşünün. Adama diyeceksiniz ki, “Kardeşim, Girne’ye gideceğiz diyorduk ya, gidemeyeceksin aslında… Para da alamayacaksın… 2004’te Hayır dediğin plana eğer Evet deseydin Girne’ye dönebilecek ya da para alabilecektin. Biliyorsun, bir mekanizma vardı, sana bono verecektik… Ama şimdi sana bono vereceğiz desek zaten inanmazsın…” (kahkahalar) “E ne olacak şimdi? Valla sen Evet de hele… Sonrası inşallah maşallah!”… (kahkahalar). Kimse Evet demez buna! Ne Rumlar, ne de Türkler! 
Sinan: Çözülemeyecek yani?
Mensur Akgün: Şu anda gerçekten irade var ama fon yok… 
Sinan: Eh para yoksa çözüm de yok?
Mensur Akgün: Canım efendim, çözülemezse de çözümsüzlük de bir çözümdür. O noktadan sonra bir arada yaşamanın parametreleri üzerinde konuşmak gerekecek. 2 ayrı devlet olarak… O olmuyorsa, belli bir miktar toprak karşılığında Türk tarafının bağımsız bir devlet olarak nasıl yaşayabileceği konuşulur. Bilmiyorum, belki de gevşek bir konfederasyon ya da  bambaşka bir yapı oluşturulabilir? Bütün bunları konuşmak gerekecek. Ama şu an konuşulan birleşme modelinde şu kadar Rum buraya, bu kadar Türk şuraya gidecek, şu kadar tazminat verilecek, bu kadar mal iade edilecek konuları var ki, bu para demek. Kim karşılayacak bunun maliyetini? Her iki liderle bir toplantı yaparak Avrupa ve ABD yi birlikte dolaşmalarını ve birleşmenin güçlüğünü birlikte anlatmalarını önerdik. Mülkiyetten doğan hakların bir biçimde karşılanması gerekiyor. Yoksa kimse bu çözüme razı olmayacaktır. Adam “ben neden malımdan mülkümden feragat edeyim” diyecek haklı olarak. Artık mülkiyet sorununu çözmeden; insanları tek başına AB üyeliğiyle, barışla, çözümle ikna etmek mümkün görünmüyor. 
Sinan: En korktukları mülteci akınını önlemek için bile çözüm olarak gördükleri fonu toplayamıyor Avrupa şu anda… Değil ki Kıbrıs için toplayabilsinler? 
Mensur Akgün: Ama şöyle düşün. Biz hep Akdeniz’in ortasındaki bu çatışmayı Türk ve Rum çatışması olarak gördük. Ama aslında bu bir medeniyet çatışması! Hristiyanlar ve Müslümanlar yan yana yaşıyorlardı ve çatıştılar. O zaman milliyetçilikler çatışmıştı. Ama kolaylıkla bambaşka bir boyut kazanabilir ve bütün Akdeniz’i ateşe sürükleyecek bir şey olabilir. Bir de şu var: Kıbrıs’ı çözerseniz, dünyanın bütün sorunlarını çözersiniz! Bunu çözemezseniz ne Dağlık Karabağ’ı, ne Filistin’i, ne de başka bir sorunu çözemezsiniz. Dünya açısından bakıldığında çatışma yok. Büyük olasılıkla küçük milliyetçi hezeyanlar dışında büyük bir olay da yaşanmayacak görülebilir gelecekte. Dolayısıyla Kıbrıs, uluslar arası toplum açısından bir sıkıntı teşkil etmiyor. Ama yaratacağı emsal, diğer yerlerdeki tehditlerin bertaraf edilmesi açısından son derece önemli! Bu sadece Rumları, Türkleri ikna etmekle, Türkiye’nin, Yunanistan’ın üzerinde baskı kurmakla falan olabilecek şeyler değil. Dünyanın Kıbrıs sorununun önemini ciddi bir şekilde görmesi ve anlaması gerekiyor. 
Sinan: Ne öneriyorsunuz peki Kıbrıslı Türklere ve Rumlara bu aşamada?
Mensur Akgün: Lobi yapsınlar! Birbirlerini ikna etmeleri artık sadece, kimin malı kimden nasıl alınacak gibi teknik detaylara kaldı.  Bence güvenlik garantileri falan da öyle çok kafaya takılacak bir şey değil. Türk tarafının garantisi büyük olasılıkla Türkiye tarafından sağlanır. Zaten o eski çatışmalı günlere geri dönüleceğini zannetmiyorum. Asıl mesele para. Bunun için de her düzeyde birlikte lobi şart. 
Sinan: Gidişat 2 ayrı devlet o halde?
Mensur Akgün: Ama eğer uluslar arası toplum bu çözümün maliyetini üstlenmezse… 
Sinan: Üstlenmeyeceği de gayet açık değil mi?
Mensur Akgün: Öyle bakmamak lazım! Paradigmayı değiştirebilir ve dünyaya anlatabilirseniz, mümkün… Biz hâlâ eski paradigma üzerinden pazarlık ediyoruz. Biz de dahil olmak üzere, uluslar arası ortamlarda Kıbrıslı Türklerin haklarını anlatıyoruz. Rumlar da bir yere gittiklerinde kendi sıkıntılarını anlatıyorlar.  İki tarafın birbirine karşı geliştirmiş olduğu, düşmanlığın tarifinde kullanılan dile dayalı tamamen bir soğuk savaş anlatısı! Bizimkiler Akritas planından girer söze, öbürküler başka bir şeyden. Eğer barış gönüllüsüyse de işte orada baklava börekten, ne güzel birlikte yiyip içmekten, nasıl güzel ağırlandığından başlar, evinin asıl sahibi olan Rum geldiğinde onu nasıl karşıladığından, karşılıklı nasıl ağlaştıklarından, öpüştüklerinden çıkar… Bu hikayeler artık çok standart hale geldi. Bunun ötesine geçilmesi, milliyetçinin de, barış gönüllüsünün de artık bu anlatıları değiştirerek ortak hareket edebilmesi gerekiyor. Niye gidemiyorlar birlikte Birleşmiş Milletler’e? Çünkü bir taraf, ötekinin tanınmasından çekiniyor, öbürü zaten tanınmadığı için gidemiyor. Yemeğe davet edildiğinde bile eski paradigma yüzünden, davet ediliş biçiminden rahatsız olup gidemiyor.  En barışçıl, en çözüm yanlısı kişi olan şu anki KKTC Cumhurbaşkanı bile aynı şeyi yapıyor. Ama bunun değişmesi lazım artık. Madem ki bu noktaya kadar geldik? Madem artık biliyoruz ki bu işi şimdi çözemezsek bir daha çözemeyeceğiz… O zaman yapılması gereken şey, bu çözümün önündeki en büyük engel olan para meselesinin halledilmesi için birlikte hareket etmek. Birlikte hitap etmek… Gidilse birlikte Washington’a, deseler ki “Kardeşim para lazım bu işin çözümü için. Ama öyle 3 milyon, 5 milyon falan değil. Bu çözümün bedeli ağır! Bu kadar insan, Rum’uyla Türk’üyle şu kadar insan yerinden olacak. Eskiden AB şu kadar verecek, Dünya Bankası şu kadar verecek diye saymıştınız. Şimdi ne veriyorsunuz?”… Bunu yapmadıkları, ortak hareket etmedikleri sürece bence çözüm şansı yok. Ha, diyeceksiniz ki bu bir risktir! Ortak hareket edersiniz ve para vermeyebilirler… Ya da para verirler ve her şey hallolur. Veya para da bulunur ama birileri kalkar evinden çıkmak istemez ve “ben bu plana hayır diyorum” der… Mesela Türk tarafı reddeder bu sefer planı… O zaman Anastasiades bir daha seçilemez, siyasi kariyeri de biter. Evet, risktir bu… Bu riski almadıkları, tek sesle birlikte para istemedikleri takdirde bu işin çözümü yok. Bakın şu anda hiç düşünemediğimiz bir seviyeye taşındı müzakereler. Türkiye ve Yunanistan da katkıda bulundu. Karşıda ciddi bir muhalefet de yok, her konuda konuşulabiliyor. Ama ortak hareket edemiyorlar… 
Sinan: Türkiye’nin böyle bir inancı var mı? Bu paranın bulunabileceğine dair?
Mensur Akgün: Hayır ama bir konferans yapılacak diye düşünüyoruz. Ama bunun için iki liderin gerçekten girdikleri siperlerden çıkıp, ortak hareket etmesi şart. Çözümün şansı ancak böyle doğabilir. 
Sinan: Yapabilirler mi bunu? Karşılıklı konuşmak yerine birlikte konuşmaya başlayabilirler mi? Birlikte hareket edebilirler mi?
Mensur Akgün: Mümkün gibi geliyor bana. Anastasiades yan çizebilir mi çizmez mi emin değilim ama Akıncı’nın bunu yapabileceğine inanıyorum. Akıncı para meselesinin çok önemli olduğunu görüyor. 
Sinan: Uzunca bir sohbet oldu ama ben çok yararlandım uluslar arası tecrübelerinizden… Teşekkür ediyorum. 
OKU

“Gerekli Olmaya Devam Etmek”/ Jonathan Parrish
Mensur Akgün: Rica ederim, ben teşekkür ediyorum.