“Politikayı tabii afet gibi görüyorum! Deprem olacaksa olacak! Yapacak bir şey yok!..”
Sinan: Ya politika?
Orhan Topçuoğlu: Hiç ilgilenmiyorum hiç!
Sinan: Niye? Mesela ertem eğilmez’in ben politik olduğunu, politik sinema yaptığını düşünüyorum.
Orhan Topçuoğlu: Hadi ya? Nereden çıktı bu?
Sinan: Dönemine kayıtsız kalmadığını düşünüyorum.
Orhan Topçuoğlu: Hımm.. ha sen politika derken?
Sinan: Bir örgüte bir siyasi partiye yakınlık veya üyelikten söz etmiyorum canım? Toplumsal olaylara kayıtsız kalmamaktan söz ediyorum.
Orhan Topçuoğlu: Ha tabii… O açıdan politik sayılabilirim ama bunun için somut bir çaba ya da girişimim ya da aidiyetim yok. Çünkü politika bence çok insani ama çok sahte bir şey. 4 kişi olsak sorun değildi ama bir sürü kişi olduk ve şu camların silinmesiyle ilgili birinin bir şey söylemesi lazım. Bir adam bulalım da o camların başında olsun onları sildirtsin deyip de sonra o adama biat etmek, o adama tanrı muamelesi yapmak… O adamın hepimizin anasını s… mesi gibi bir yere gelmesi… Çok doğal olarak kurulması gereken bir sistemin bir dolu insani nedenle o kadar saçma sapan, hepimizi yaralayıcı bir hale gelmesi bizim yüzümüzden. Bana hiç de yanında durulası, uğraşılası ya da düzeltilmesi gereken bir şeymiş gibi gelmiyor. Tabii afet gibi görüyorum ben politikayı ve politikacıları. Yapacak bir şey yok, deprem olacaksa olacak, ben bunu değiştiremem. Bunu değiştirmek için çaba sarfettiğim sürece onun bir parçası oluyorum ve bunu olmak istemiyorum. Bu bir kaçış olabilir, bilmiyorum nedenlerini. Doğrudur demiyorum kendi hissetkilerimi söylüyorum. O yüzden politik anlamda aktif olmak hatta düşünsel bazda bile aktif olmayı çok fazla kendime yakın bulmadım. Tabii ki durduğum gördüğüm karşısında olduğum bir dolu şey var. Ama diyelim ki bunu beğenmedim. Bunu beğenen de 500 kişi var ya da bunu beğenen 1000 kişi var. Aradaki oran önemli değil. Ama buna karşı olan insanların ya da şuna karşı olan irnsanların içinde hissetmiyorum kendimi hiçbir zaman. Böyle bir aidiyetim yok, bu insanların doğru olduğunu da düşünmüyorum.
Sinan: Ama dışımızda bir sürü olay olup bitiyor, ister istemez haylatınızı da etkiliyor.
Orhan Topçuoğlu: İşte ben mümkün mertebe hayatımı etkilememesini en azından gündelik hayatımı etkilememesine çalışıyorum. Daha geniş çaptaki hayatımı etkilemesine ya da etkilememesine müdahale edemiyorum.
Sinan: Bir gün DSO’ ya gittiniz ve dediler ki kapandı. O tarz argümanlar var ya bazılarının? İşte türkiyenin ekseni kayıyor, birisi diyecek ki DSO’ya ihtiyacımız yok mesela? İnsanlar yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu ileri sürüyorlar. Müzik yapıyorsunuz ve ekstrem bir müzik yapıyorsunuz. Böyle bir endişeniz var mı?
Orhan Topçuoğlu: Bu kadar bireysel bir şey mi konuşuyoruz şu anda?
Sinan: Evet, evet çok bireysel soruyorum. Böyle bir endişeniz var mı?
Orhan Topçuoğlu: Benim yaşam sürem içinde yok. Sonrasını bilmiyorum, olabilir. İş nereye gidecek kestiremiyorum çünkü. Bu gidişle şu olacaktır, şu zaman olacaktır diyemiyorum. Bunun parametrelerini de çok basit ve elimizin altında olduğunu düşünmüyorum. Doğal afet gibi bu. Biz bir şeylerin parçasıyız. Parçası olduğumuz şeyi ayakta tutmak bizim gücümüzün dışında. Ben bunun için çaba sarfederim gerçi, ettim de zaten. Hakikaten de ettim, bireysel olarak da. Ama kendi yaşamım içinde gördüm ki asimile olmak, sisteme yenik düşmek gibi beylik laflar var ya bunlar gerçekten doğru laflar aslında . netice olarak senin dışında bir takım şeyler cereyan ediyor çok fazla, kriptolara falan kadar yani. Hiçbir şekilde benim müdahale edemeyeceğim şeyler oluyor. Ben nasıl müdahale edebilirim ki buna? En fazla seni beğenmiyorum diyebilirim , sen git öbürü gelsin diyebilirim, oy veririm, sen git öbürü gelsin diyebilirim. Bunu demek son derece hakkım ve olması gereken şey bu ama ben ne yazık ki bunu demek için önümü görmeliyim. Yani ben bunu istemiyorum şunu istiyorum. Ben bunu istemiyorum, ne istiyorsun, valla bilmiyorum ki, ben sadece bunu istemiyorum işte, e ne istiyorsun be i..ne bunu istemiyorsun da? Yok ki, alternatifim yok. .bana alternatif sunamıyorlar, ben o alternatifi kendim yaratamam ki?
Ulvi: Azınlık olma duygusu, bizim de tartıştığımız şey budur. Bu ülkede Kürtler mi azınlık? Kürtler kaç milyon kişi? Benim gibi düşünen, yaşayan kişi kaç ? biz o kadar değiliz. Ben de aynı düşüncedeyim. Parti önemli değil. Ben bunu istemiyorum. Hangisi gelse ben mutlu olmayacağım, benim partim var mı? Yok?
Sinan: Biraz provokatif bir soru soracağım. Şimdi siz batı müziğiyle uğraşıyorsunuz. Klasik müzik. İşte çağdaş, modern, laik vs. böyle bir ön kabul var. Genellikle bu tarz insanlarda da endişeler had safhada? Siz ne hissediyorsunuz?
Orhan Topçuoğlu: Valla benim endişem yok. Çünkü böyle bir endişeyi duyacak ortamda değiliz. Benim böyle bir endişe duyabilmem için alternatifimin olması lazım. Vardı ama oluşamadı benim alternatif diye baktığım şeyler. Bunun yerine bunu koymalıydım ben ama koyamıyorum diyebileceğim bir şey yok ki? Benim elimden böyle bir şey alınmış, yok.
Sinan: Kendinizi yenilmiş mi hissediyorsunuz?
Orhan Topçuoğlu: Bu bağlamda mı? Hayır! Yenilmiş hissetmiyorum. Sadece kabullenmeye çalışıyorum. Belki savaşçı ruhum yoktur. Hani insanın vardır ya, savaşçı ruhu… ben öyle biri değilim. Ben kavga da etmedim kimseyle, öyle bir tarafım yok.
Sinan: Ne için savaşırsınız peki?
Orhan Topçuoğlu: Savaşmıyorum ki?
Sinan: Savaşmak zorunda kalsanız?
Orhan Topçuoğlu: Savaşmak zorundayım aslında ama savaşamıyorum. Sorunum orada. Biraz bireyselim ben herhalde, olaylara toplumsal olarak bakamıyorum. Sokağa çıktığım zaman yağmur yağıyorsa, kaldırımda yürüyorsam, ordan geçen arabanın yavaşlamasını istiyorum. Kırmızı ışıkta duruyorum ben. Yaya geçidinde duruyorm, arkadaki heriften minibüs şofjöründen küfür yiyorum yaya gecidinde durduğum için. Çünkü onun niçin yaya geçidinde durulması gerektiği hakkında bir fikri yok. Yaya geçidi var, yapılmış, olması gerektiği için yapılmış, bizde de yapılmış, uygar bir ülkeyiz ya? Ben şunu düşünüyorum, Türkler göcebe bir ırk. Genlerinde göçebeliği taşıyorlar. Akıncılar olarak bakıyorum. Göçer toplumların bir yerleşik düzen, yerleşik kültür oluşturma genleri, konseptleri ve içgüdüleri yok. Birlikte yaşama içgüdüleri yok. Oysa birlikte yaşamak diye bir şey var. Ben burada gece 12 olduğu zaman tv ye kulaklık takıp dinliyorum. Çünkü burada 13 lük bir tuğla var, ytong var, yandaki düğmeyi açıp kaparken ben duyuyorum, kuşun sesini duyuyorsam o da benim tv min sesini duyuyordur ve rahatsız olur diye düşünüp kapıyorum tv min sesini kulaklığımla dinliyorum. Bu genelleştirilebilir, bir sürü şeye uygulanabilir bu örnek. Ben böyle bir bakış açısıyla yaşıyorsam ve toplum bu bakış açısına sahip değilse o zaman mutsuz oluyorum. Bunun siyasetle şunla bunla çok sonra ilgisi oluyor. Önce bireysel ve toplumsal yapı içerisindeki ilişkiler beni çok fazla ilgilendiriyor. Bunun nereye dayandığı sosyalist mi olduğu din mi olduğu çok sonra gelcek şeyler. Ben rahatsız oluyorum. Babam şunu derdi, atasözü vardır ya kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma. Ben kendime yapılmasını istemediğim bir sürü şeyi başkasına yapıyorumdur, sütten çıkmış kaşık değilim ama çaba sarfediyorum. Bir sürü defom vardır, yapmak istemediğim bir sürü şeyi yapıyorum ama en azından yapmamaya çalışıyorum. Orada bir ortak paydaya ihtiyacım var benim toplumsal olarak. Bu olmadığı zaman çok fazla rahatsız oluyorum. Olmamam gerektiği kadar fazla rahatsız oluyorum. Benim bireysel yapım bu. Belki bundan biraz sıyrılıp daha az rahatsız olabilirdim. Ama olamıyorum. Cebimde çöp taşıyorum ben. Ne kadar şahane bi vatandaş olduğumu söylemek için anlatmıyorum bunu. Beyoğlunda çöp atacak bir çöp kutusu bulamıyorum düşünebiliyor musunuz?
Sinan: Düşünebiliyorum çünkü bomba koyuyorlar çöp kutularına o yüzden kaldırıldı.
Orhan Topçuoğlu: Evet öyleymiş… Şimdi böyle bir toplumda yaşamak istemiyorum. Ha İsviçre de mi yaşamak istiyorsun be adam, git orada yaşa o zaman! Diyeceksin. Orada her şey çok normal ya? Ama inanır mısın, oraya gittiğimde bir rahatlık çöküyor içime, huzur duyuyorum. Mesela İtalya da veya brezilyada duymuyorum. Ama kuzeyde duyuyorum. Trafikte 3 şerit varsa 4. Şeridi aramasın insanlar. O onun önünü kesip sıkıştırmasın. Yarım saatte gideceği yere 1.5 saatte gitmek zorunda kalan sersemler sürüsü içinde olmak istemiyorum. Bu kadar basit bir noktadan başlamak istiyorum senin şu söylediğin siyaset noktasına… siyasete böyle bakıyorum ben. Bunların yok edilmesini sağlayacak bir siyasal güç benim için muteber bir güçtür. Bu Atatürkçü mü, başörtülü mü sonra geliyor benim için. Ha şunu da istemiyorum, sokağa çıktım kimse çöp atmıyor ama içkime karışıyorlar vs o da değil. Bu kadar ilkel bir noktada, bu kadar basit bir noktada düşünüyorum. Üst kattaki kadın halı silkeliyor. Bir dakika burası balkon dedim. Camınızı kapayın diye bağırdı. Şimdi normal olarak o bunu dediğinde benim küfürü basıp bağırmam çağırmam lazım. Onu bekliyor o. Ama ben böyle yetiştirilmedim. Sedat’la Fahriye beni böyle yetiştirmedi. Bu tip minicik şeylerle mutlu olduğum için bu tip minicik şeyler beni acaip rahatsız ediyor. Fazlası gerekmiyor ki? Ben burada takılıp kalıyorum. Fazlasını isteyemiyorum ki? Can Dündar’ın bir köşesi vardı, Ada idi köşenin ismi, benim çok hoşuma gitti. Hatta ben de oturup bir yazı yazdım bununla ilgili. Ada nedir, nasıl olur. Başka ada yaşayanları bulmam lazım benim ki, en azından onlarla mutlu olayım.