“Ben sana mecburum İstanbul” diyor… Tutkulu ve hırpalayan bir aşk bu…
Ulvi: İstanbullusun dimi abi sen?
Orhan Topçuoğlu: Ben İstanbulluyum evet…
Ulvi: İstanbullu musun derken, İstanbul’u seven, fanatik İstanbullu musun?
Orhan Topçuoğlu: Fanatik İstanbullu değilim, daha doğrusu bilinçli ve bir yere oturtmuş yaşadığı kenti yaşamanın bilincini bir yerine oturtmuş bir İstanbullu değilim…
Ulvi: Ama şey gibi geliyor bana İstanbul, hani böyle ne bileyim ben eroin ya da bağımlılık?
Orhan Topçuoğlu: Bağımlılık, bir kere bağımlılık olduğu kesin yani…
Ulvi: Ama seviyorsun İstanbul’da yaşamayı?
Orhan Topçuoğlu: Mecburum! Tabii ki seviyorum ama çok rahatsız oluyorum. İstanbul’la ilgili değil bu rahatsızlığım galiba… Beni rahatsız eden çok fena bir güruh var, yani şöyle bir şey galiba: Ya ben bilinçsiz olarak azınlıkta olmayı seçmişim… Bir azınlık durumu var bende… Bundan ötürü çok mutlu değilim ama var yani! Ne yapayım onun için? Etnik azınlıkların sorunlarını galiba anlıyorum. Tamam bire bir anlamasam bile azınlık olmanın ne demek olduğunu biliyorum. Çünkü ben şu kapıdan çıktığım andan itibaren kendimi azınlık gibi hissediyorum! Bu iyi bir şey değil…
Ulvi: Son dönemde olan bir şey mi? çünkü mesela şimdi röportaj yapacağız diye senle ilgili araştırma yaptık ya mesela facebook’ta fotoğraflar var. Birisi taglamış galiba. Caddebostan plajı mıdır nedir, bir takım fotoğraflarınız var. İstanbul’da, plaja gitmişsiniz falan… Bir takım eski fotoğraflar?
Orhan Topçuoğlu: Yok ben gitmedim İstanbul’da?
Ulvi: Bilmiyorum facebook’ta var! Senin gençlikten kalma bazı fotoğrafların…
Orhan Topçuoğlu: Facebook ta?
Ulvi: Evet Neşet Ruacan var falan…
Orhan Topçuoğlu: Neşet’le plaja mı gitmişiz? Doğru insana geldiğinize emin misiniz?
Ulvi: Evet! Evet doğru insana geldik! (Gülüşmeler)
Orhan Topçuoğlu: Neşet’le hiç plaja gitmedim? Başka kim var?
Ulvi: Seyyal Taner var!
Orhan Topçuoğlu: Yooookk!
Ulvi: Vaaaaar!
Sinan: Ne bu yahu, Orhan Veli ’nin şiirine benzedi! Kim görmüş Mualla’yı sandala atıp…?!
(Kahkahalar)
Ulvi: Hatta Nükhet Duru var…
Orhan Topçuoğlu: Plajda? Plajda mı oluyor bunların hepsi?
Ulvi: Plaj mı deniz kenarı mı? bazıları giyinik, bazıları mayolu… Deniz kenarı bir yer işte? Toplu olarak gidilmiş… Eski İstanbul’dan bir fotoğraf gibi…
Orhan Topçuoğlu: İstanbul mu? İstanbul olduğuna emin misin?
Ulvi: Vallahi İstanbul olduğuna emin değilim, ama deniz kenarı işte… İstanbul diye tahmin ettim ben?
Orhan Topçuoğlu: Böyle kalabalık, 20 kişilik falan mı?
Ulvi: Evet!
Orhan Topçuoğlu: Haaa! Orası Nebioğlu tatil köyü yahu! İzmir, Urla’da. Eskiden fuarın olduğu, yani fuarın fuar olduğu dönemlerde, çalışmaya gittiğimizde, uzun süre orada kalırdık. Doğru, ben de şimdi hatırladım fotoğrafı… Orada kalırdık, oradan fotoğraflar onlar…
Ulvi: Vaktiyle biz köhneye takılırdık, deniz kenarı! Kimisi denize girerdi, kimi böyle… Hani, sanki İstanbul zannettim…
Orhan Topçuoğlu: Yok! Yok!
Ulvi: Salacak falan gibi…
Orhan Topçuoğlu: Yok, ama mesela ben Paşabahçe’liyim… Doğma büyüme Paşabahçe’liyim anlamında söylemiyorum ama, anneannemin Paşabahçe’de yalısı vardı. Orada kalırdık biz. Bütün yazları oraya giderdik. Ben çocukluktan ilk gençliğe kadar olan zamanda, artık kaç seneyse o kadar bir süreyi söylüyorum… Yani Boğazköylülük de var… Orada doğmamış olsam da, annem orada doğmuş çünkü… Paşabahçe’de doğmuş. Yani bir şekilde giriyor insana… Mecburen… Silahtar mesela? Şu anda Bilgi Üniversitesi’nin kampusu var.
Ulvi: Santral İstanbul, ders veriyordum ben orda, biliyorum…
Orhan Topçuoğlu: Öyle mi?
Ulvi: Evet
Orhan Topçuoğlu: Ben 24 yıl yaşadım orada, orada doğdum…
Ulvi: Ciddi misin?
Orhan Topçuoğlu: Evet, babam Silahtar Elektrik Santralinin doktoruydu. Burada bak Sedat Topçuoğlu yazıyor. Orada doğup, 24 yaşına kadar orda yaşadık. Lojmanlarda…(Kısa bir sessizlik… Gözleri dalıyor)
Topçuoğlu: Yani…
Ulvi: Sessizlik oldu abi…?
Topçuoğlu: Evet, sessizlik oldu… (İç çekiyor) Becerebildiğimi umarak “Cafe du Paris soslu bonfile” var!?
Sinan: Vaaay!
Topçuoğlu: Yanına da patates kızartacağım!
Ulvi: Mükemmel!