Ulvi Yaman: İnternet ve dijitalizasyon gerek okuma gerekse üretim biçimlerini oldukça değiştirdi. En basitinden soldan sağa değil, yukarıdan aşağıya okuyoruz, bu kadar içerik çokluğu içinde kısa metinler daha önce çıkıyor, inanılmaz bir çeşitlilik var. Geçmiş ve bugün olarak edebiyat üretimlerini karşılaştırırsan neler söylemek istersin? Gerek biçimsel gerekse içerik olarak.
Can Öktemer: Ulvi abi, senin de belirttiğin gibi internet vs. ile birlikte edebiyat form olarak büyük değişikliklere uğradı. Metinlerin boyu kısaldı, daha minimal bir dil öne çıktı. Bunun en büyük nedenlerinden biri görsel bir dünya içerisinde yaşamamız. Fotoğraf öncesinde veya daha yaygınlaşmamış dönemde dünya o kadar bilinmiyordu. Dolayısıyla yazalar uzun bir şekilde kapı kollarından, ağaçlara, çiçek isimlerine varana kadar her şeyden bahsediyorlardı. Okuyucuya mekânın duygusunu öyle hayal ettiriyorlardı. Bugünün yazarları öyle bir şey yapınca “Lafı amma uzattın” diye eleştiri gelebiliyor. Metinler haliyle kısalıyor tabii. Üstelik edebiyatın yeri ve eski usul hikaye anlatıcılığı eskisi kadar önemli değil artık. Bir de internet vs. gibi etkenlerle dikkatimiz oldukça dağınık. Nihayetinde ister şimdide geçen bir hikaye olsun ister dönem, bir şekilde anlatılan yer ile görsel arşiv var. Okuyucu çok fazla uzun metinle, romanla hasbihal halinde olmak istemiyor gibi. Dolayısıyla böyle bir çağda Tolstoy, Woody Allen şakasına dönebiliyor “Hızlı okuma kursuna gidip, Savaş ve Barış’ı okudum, olaylar Rusya’da geçiyor”.
Minimal dil, az kelimeyle çok şey anlatmanın da ustalıkla yapıldığı zaman etkili olabileceğini biliyoruz bu arada. Örneğin Alejandro Zambra’nın ilgi görmüş Bonzai isimli kısacık bir kitabı var. Yazar hikâye boyunca ne hikâyenin detaylarıyla ne de karakterlerin aldığı kararlarla ilgili açıklamakta bulunmaktan kaçınıyor. Tüm derdini saklanarak anlatmayı tercih ediyor. Bu bence çok çarpıcı bir yöntem. Diğer yanda Knausgaard gibi tüm hayatını binlerce sayfada anlatan iştahlı yazarlar var. Edebiyatta dil, anlatım akımları zaman içerisinde hep bir farklılık göstermiştir. Bugün kısa metinler daha baskın yarın klasik anlatı başka bir forma geri dönebilir. Bana kalırsa Knaussgaard, Elif Batuman gibi yaşadığı hikayeleri uzun uzun anlatan yazarlar edebiyatın geleceğine dair önemli bir şey söylüyor. Artık edebiyatta kişisel deneyimin öne çıktığını düşünüyorum. Instagram’daki 24 saatlik imge, video paylaşımın adının “Hikâye” olması da bu anlamda şaşırtıcı değil zaten. Yoksa Norveçli aile babasının sıkıcı hayatını normal kimse okumaz ama yazar baba olmayı, ergenliğini, ilişkilerini, zaaflarını çarpıcı bir şekilde ortaya sermiş. Kimse kimse kendini bu kadar açmaz ama Knausgaard bunu cesaretle yapıyor. Sözün özü iyi yapıt uzunluğuna, kısalığına bakmadan kendini okutur bence.
Ulvi Yaman: İnternet üzerinden sonsuz uyarana maruz kalmamız nedeniyle, içerikteki “çokluk”, dikkat dağınıklığı, bir sonraki içeriği kaçırmama arzusu yeni jenerasyonları alışık olduğumuz öykü ve romandan uzaklaştırıyor mu? Uzaklaştıracak mı? Ne dersin?
Can Öktemer: Günümüzde zaman aşırı hızla akıyor. Herhangi bir şeye yetişebilmek kolay değil. Kitabın bir sayfasını okurken mailinize bir ileti, telefonunuza ise sayısız mesaj, video, fotoğraf düşüyor, tam bu sırada Twitter’da kavga veya skandal patlıyor. Okudunuz sayfa yarım kalıyor haliyle. Çünkü tüm bu iletileri okumak sizin hayatınızdan en az bir saati çalıyor. Dolayısıyla bir kitapla geçirilen sürenin uzunluğu arttı. Türkiye özelinde bakarsak öykünün son zamanlarda bu kadar ivme kazanmasının nedeni de bu belki de. Genç jenerasyon daha çok öyküyle ilgileniyor. Ama yanıtını merak ettiğim bir soru kümesi olarak bir süredir kafamda dönüp duruyor, Türkiye edebiyatında ne oldu da öykü bu kadar önemli hale geldi? Buraya bir bakmak lazım. Yazarların niyetlerini ve anlattıklarına derinlemesine irdelemek lazım belki de. Ama öyle ya da böyle sosyal medya çağında Tolstoy gibi yazarlar ancak edebiyat gurmelerinin masasına gelir gibime geliyor. Savaş ve Barış’ı okumaya kalkarsanız sürekli değişen gündemden olabilirsiniz. Biz ülkece sadece sosyal medya tarafından değil, gündelik siyasetle de uğraşmak, takip etmek zorundayız. İlçe ilçe belediye başkanlarını bilen, tanıyan başka ülke yoktur sanırım. Elbette tüm burada tartıştığımız şeyler zamanın ruhuyla alakalı. İçinde bulunduğumuz çağ ışıltılı değil, bir noktadan sonra sıkıntı verecek, vaat ettiği hiçbir şey yok. 18. yüzyıl romanları gibi çağı temsil edebilecek hikayeler ve kahramanlarımız da yok gibi. Dolayısıyla bir yerden sonra bu anlatılara ihtiyaç duyabileceğimizi düşünüyorum. Hikayeler bir yerden sonra geri dönecek. Önce şu çağın, gürültüsü patırtısı sona ersin.